Savunma / Kasım 2008

 

13.AĞIR CEZA MAHKEMESİ SAYIN BAŞKANLIĞI?NA

 

Dosya No:2008/209

 

 

Sayın Başkanım, Değerli Üyeler;

Sizin şahsınızda Yüce Türk Adaletine olan sonsuz güvenimi yinelerken, onun hassas terazisinin hiç yanılmayacağını biliyorum. Bu vesile ile siz ve değerli üyelerinize saygılarımı arz ederim.

Danıştay saldırısından sonra olduğu gibi, bu yaşadığım haksızlıklar karşısında da, yakın çevrem, tanıdıklarım, hatta tanımadığım bir çok kesimden büyük destek aldım.

Kimse benim bir olumsuzluk içinde olabileceğimi ilk günden, bu güne dek düşünmedi. Hepsine desteklerinden ötürü teşekkürü bir borç bilirim.

Yalnız bir kişi var ki; onun ismini burada anmadan geçemeyeceğim.

Kan tükürüp, kızılcık şerbeti içtim diyebilen, etkilenmemem adına, çok sevdiğim babasının ölümünü bile, bu süreçte benden gizlemeyi başarabilen, her TÜRK ANASI gibi, bu asil kadın, 34 yıllık eşine güven ve desteğini, bir an olsun eksiltmediği gibi, bilakis her geçen gün arttıran, ufacık bedeninde, cesur bir yürek taşıyan, kızımın ve benim en büyük yaşam nedenlerimizden biri olan, MÜGE TEKİN?dir.

Ona tüm TÜRK ANALARI adına, sevgi ve şükranlarımı sunmayı görev addediyorum.

Deniz Feneri davasının bir sanığı olmadığım, laiklik karşıtı eylemlerin odağında bulunmadığım, Ergenekon soruşturmasının bir ferdi olduğum için de onur duyuyorum.

DIŞARIDA BEDENİ HÜR, BEYNİ KELEPÇELİ OLMAKTANSA, BURADA, BEYİNLERİMİZİN HÜR OLMASI BİZE HUZUR VERİYOR.

Önümüze getirilen bu dava dosyası, her ne kadar çok bilinmeyenli bir denklem gibi gözükmekte ise de aslında çözümü kolay.

Büyük İskender GORDİYOM?da düğümü nasıl açtı ise, bu dava da sizin adalet kılıcınızın bir darbesini bekliyor.

Sayın Başkanım,  Değerli Üyeler;

Savcı Zekeriya ÖZ?ün hazırladığı iddianameyi okudum. Burada şahsım ile ilgili suçlamaları görünce hayret ve dehşete düştüm.

Zira, bırakın gayri yasal bir yapılanma içinde olmayı hayatımın hiçbir döneminde yasal bir yapılanma içinde prensip olarak yer almadım.

Evet, hayatımda ilk kez Danıştay saldırısından sonra duyduğum, hakkında bir cümle bilmediğim bir örgüt ile anılmak beni son derece üzmüştür.

Savcının tek taraflı yapmış olduğu değerlendirmeler, lehte olan hiçbir delilin dikkate alınmayışı, sanki beni şüpheli olarak değil de hasımmış gibi görmesi ve de söylemediklerimi benim ağzımdan söylenmiş gibi iddianameye yansıtmasını kesinlikle reddediyorum.

İddianamenin aylar önce içeriğini bir takım tetikçi taifesinden öğrendiğimiz gibi, ?Kurtlar Vadisi? dizisi de bire bir savcının iddianamesi ile ne gariptir ki örtüşüyordu!

Kendimi bildim bileli ailemden duyduğum, halen eşim, kızım, kardeşlerim ve beni tanıyan birçok insanın bana hitap şekli olan ?ZAFER?i bile  ?KOD? adı olarak savcının iddianameye sokmasına sadece şaşırdım. 1975 yılında evlendim ve nikâh davetiyemde ismim ZAFER olarak yazılmıştır.

Hayatım boyunca sadece gönül bağı ve menfaat ilişkisi olmayan insanlara köprü görevi yaptım. Savcı ÖZ?ün bahsettiği gibi örgütsel bir manada o tip çalışmalar içinde olmadım.

28 Temmuz da Anayasa Mahkemesi AKP? nin kapatılma davasının görüşüleceğini açıkladı. Kapatma davasında AKP? nin, Başbakanın türban konusunda söylemlerinden ötürü Danıştay saldırısı ile ilişkilendirilmesi aleyhte bir durum idi. 25 Temmuz günü Ergenekon soruşturmasının iddianamesi açıklandı. Hukukçular iddianamenin içeriği açıklanamaz demelerine rağmen, iddianamede Danıştay saldırısına 60 sayfa yer ayrıldığının ve saldırıyı sözde Ergenekon terör örgütünün azmettirdiğinin ifade edilmesi acaba ne manaya geliyordu? Bu husustaki değerlendirmeyi deneyimli mahkemenize ve onun saygın yargıçlarının düşünce ve vicdanlarına arz ediyorum.

Ümraniye?de el bombalarının ele geçirilmesinden sonra gözetime alınmamı ve tutuklanmamı dahi itidal ile karşılamış, ?ŞÜPHE AKLIN YARISIDIR? ilkesinden hareket ile hukuki süreçte bu mağduriyetimin giderileceğine inanmıştım.

Tüm iyi niyetim ve dürüstlüğüm ile soruşturma savcısı Zekeriya ÖZ?e yardımcı olmak maksadı ile 2007 Eylül ayına kadar müteaddit mektuplar yazdım. Savcının şahsına gönderdiğim mektuplar, üstelik soruşturma gizliliği olmasına rağmen, bizzat savcının eli ile yandaş medya?ya servis edildiğini ve tahrif edilerek yayınlandığını gördükten sonra yazmaktan vazgeçtiğim gibi, daha önce göndermiş olduğum mektuplar içinde büyük bir pişmanlık yaşadım.

Menfur Danıştay saldırısına ismim karıştırılmış ve aklandıktan sonra canlı yayına telefon ile katıldığım bir televizyon programın da, haykırarak, ?bu komployu kuranlar kimlerdir, kimdir bu adamlar, bunların vicdanı, ahlaki ve de hukuki mesnetleri nedir? demiştim.

Başbakandan, İçişleri Bakanından, Adalet Bakanından, özellikle o dönemdeki Spordan Sorumlu Devlet Bakanından, istihbarat birimlerinden, yargıçlarımız ve tüm ilgili mercilerden istirham ediyorum, bulun bu adamları? demiştim.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kendi Anayasa?sı ile mi, yoksa birtakım iç ve dış güç odaklarının dayatmaları ile mi yönetiliyor diye sormuştum. Bugün ulaştığım sonuç ülkem adına bana acı veriyor!

17 aylık tutukluluk dönemimde suçsuz bir insana suç yapıştırma adına her türlü hukuksuzluk yapıldı. Müteakiben gözetim altına alınan insanların bir kısmı ile şahsım aleyhine ifade vermeleri karşılığında pazarlıklar yapıldı.

En temel hukuk kuralı, delilden şüpheliye gitmek yerine, şüphelinin özgürlüğü yok edilerek DELİL İMAL ETME yöntemi uygulandı.

Onurlu ve namuslu insanlar devşirilemeyince, Danıştay olayında ve bu olayda da kullanılan, tanımadığım Engin BAĞBARS?a eküri; Cumhuriyetin temel değerlerinden biri olan yargıya ve Cumhuriyet gazetesi eylemi mahkemece tescil edilen ve müebbet hapis cezasına çarptırılan Osman YILDIRIM bulundu.

İşte burada ki en büyük teessürüm bu senaryonun savcı Zekeriya ÖZ tarafından vizyona sokulmasıdır.

14 Mart 2007 tarihinde Savcı Öz, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesine mütalaasını göndermiş ve yüce mahkemede bu konuda birirtibat olmadığı yönünde karar vermişti.

Şayet savcılar benim Cumhuriyet gazetesine bomba atılması ve de Danıştay saldırısı ile irtibatım olduğunu mevcut delilleri ile gönül rahatlığı ile savuna biliyorlar ise kendilerin bir tek tavsiyem olacak. O da bu mesleği bırakmalarıdır.

Aksi durumda en az kendileri kadar namuslu ve şerefli olduğumu buradan ilan ediyorum. Bugüne kadar düşmanım dâhil kimseye iftira atmadım ve de komplo kurmadım.

Hiç bir güç Muzaffer TEKİN?i böylesine alçakça bir saldırı ile özdeşleştiremez. Bunu Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi tescil etti. Böyle olmasına rağmen mahkeme kararını yok sayan savcıların iddialarını yüce mahkemeniz önünde çürüteceğim!

Hukuk pozitif bir bilimdir. Varsayımlar veya olsa olsa metodu ile yürütülemez. İddianamelerinde şüpheli ve sanıklar için 3000 yıl ceza istenen davalar da 3 – 3,5 ayda aklanan insanların olması düşündürücüdür. Lakin kurumlar baki, kişiler fanidir.

Köklü Türk hukuk sistemi çarkta aksayan dişlileri en kısa zamanda onarmasını bilir.

İDDİANAMEDE SUÇLAMALARA VERDİĞİM YANITLAR;

1-) İddianamede, bombaların örgüt silahı olduğuna dair hiçbir ciddi delil olmadığı gibi, bağlantıda kurulamamıştır.

2-) Savcı, örgütlenme biçimi, amaç ve faaliyetleri açısından bilinen terör örgütlerinden önemli farklılıklar gösterdiğine ilişkin beyanı ile aslında, SÖZDE ERGENEKON TERÖR ÖRGÜTÜ OLMADIĞINI AÇIKÇA İKRAR ETMİŞTİR.

3-) İddianamenin tanzim edildiği tarihe kadar geçen süreçte elde edilen delillerin, Danıştay cinayetine ve gazetenin bombalanmasına bakan Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiş olduğu konusudur. Mahkeme bu delilleri tetkik etmiş, savcının kurmak istediği bağlantıyı kuramamış ve nihai kararını bu doğrultuda vermiştir. Buna rağmen savcı dönüp dolaşıp aynı noktaya gelmekte, terör ve kaos ortamını oluşturacak eylem olarak gazetenin bombalanması ve Danıştay cinayetinden bahsedilebilmektedir. Yargıtay?ın verebileceği onama kararı bu davayı ne duruma düşürecektir. Yargıtay irtibat yok derse, bu iddianamenin temeli çürümüş olmuyor mu?

4-) Danıştay şehidi Mustafa Yücel ÖZBİLGİN ?in cenazesinde bulunan tek bir kişi dahi davanın sanıkları arasında gösterilmemiştir. Savcı iddianamede böyle bir bağlantıdan bahsetmediğine göre nasıl olurda sanıklarda ile cenazelerde tepki arasında bir bağ oluşturarak, bu eylemlerden ötürü sanıkları sorumlu tutulabilir. Böyle bir suçlama ile ceza hukukunun şahsilik prensibi rafa atılmıştır.

AKP iktidarına her muhalif eylemin, sözde Ergenekon örgütü tarafından düzenlendiği kolaylığına kaçılmaktadır. Savcı bir suçun failini ve delilini tespit etmeden ispat yapılamayacağı kuralını rafa kaldırmıştır.(s.384,p.7)

5-) Savcı, Danıştay öncesi ve sonrasında birbirine benzer olayların zincirleme şekilde devam ettiği; hemen hemen birçok olayda Ergenekon terör örgütünü işaret eden ciddi şüphelerin bulunduğu görüldüğü? iddiasında bulunmuştur. Bu durumda savcının dava açması gerekirken açmaması son derece anlamlıdır. Nitekim aynı paragraf içinde bu defa savcı yeniden dönüş yaparak yeterli delil olmaması nedeni ile dava açmadığını ifade etmiştir. Bir hukukçunun bu beyanlarda bulunması mümkün değildir. Yine bu eylemlerin aynı merkezden yönlendirildiğini ifade ederek ülkeyi uluslararası alanda sıkıntıya sokmayı hedeflediği NET görülmektedir diyerek bir önceki yeterli delil olmadığı görüşü ile tenakuza düşen sözcüklere yer vermektedir.

Eğer savcı olayların aynı merkez olarak ifade ettiği Ergenekon örgütü tarafından yönlendirildiğini net olarak görüyorsa davayı açmamasının hiçbir gerekçesi kalmamaktadır.

Eğer davayı açmıyor iseniz, yeterli delil bulamamış iseniz, söz konusu iddiaları (olayları) iddianameye yazarak asılsız suçlamalarda bulunup, bizleri töhmet altında bırakamazsınız. Yeterli delil bulmadığınız hiçbir konuya iddianamede yer veremezsiniz.

Bir yandan Rahip Santorya, Hrant Dink ve Zirve yayınevi cinayetlerini iddianameye alıp, Ergenekon sanıkları ile bir takım bağlantılar kurmaya çalışıp, ayrıntılı açıklamalar yapacaksınız ve bu suçların arasına psikolojik etki yaratmak amacı ile GAZETENİN BOMBALANMASI ve DANIŞTAY SALDIRISINI koyacaksınız, arkasından da bu suçlar için yeterli delil bulamadım, o yüzden dava açmıyorum diyeceksiniz. Bu tavır CMK?nun 160. ve 170. maddelerine aykırıdır. İddianamede bulunması gereken hususlar CMK 170. madde de sayılmıştır.

6-) İddianame de iddia çok, ama suç yoktur! Ancak suçlamalar kabına sığmayacak derecede ölçüsüz ve hesapsızdır. Yasama organının ortadan kaldırılmasından bahsedilmekte ancak TCK 311. maddeden cezalandırılma istenmemektedir. Ya savcılar dalgınlığa gelmiş unutmuşlar, ya da iddianameyi yazanlar ne yazdıklarının farkında değillerdir.

Esas çeteler mahkemenin huzurunda bulunan kişilerden oluşmamaktadır. Ergenekon soruşturması ve davası toplumun gözlerine indirilmiş bir perdedir. Esas çeteler perdenin arkasında cirit atan, devletin yönetiminde ve bütün kurumlarında kadrolaşmış, küreselci, tarikatçı kadrolardır. Bizleri, sizlerin önüne oradan buradan toplayarak getiren, suçu ve delilleri masa başında yaratan, ülkenin rejimini ve anayasal düzenini tasfiye eden esas bu büyük çetedir. Türkiye?nin bu akıl tutulmasından bir an önce çıkıp, Ergenekon oyununu sona erdirmesi gerekmektedir. Bunu yapacak olan siz değerli YARGI MENSUPLARISINIZ. Eğer hukuksuzluk aranıyor ise bunu iktidarın icatlarında ve yine iktidarın telkin, tavsiye ve teşvikleri ile çalışan iş bu soruşturmayı yürüten savcıların işlemlerinde aramak gerekir.

Savcının bahsettiği gibi TCK? da darbeye teşvik diye bir suç yoktur. TCK? da suç olarak belirtilmeyen eylemin cezalandırılması mümkün değildir. TCK 312.maddenin unsurları arasında darbe teşvikinin suç olacağı belirtilmemiştir.  İddianameyi hukukçu hazırlamış olsaydı böyle bir hatayı yapmazdı.

CUMHURİYET GAZETESİNE BOMBA ATILMASI, DANIŞTAY SALDIRISI;

İddianamede önemli bir husus soruşturmanın bu aşamasına kadar, yani iddianamenin tanzim edildiği tarihe kadar geçen süreçte elde edilen delillerin Danıştay cinayetine ve Cumhuriyet gazetesinin bombalanmasına bakan Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiş olduğu konusudur. Mahkeme bu delilleri tetkik etmiş, savcının kurmak istediği bağlantıyı kuramamış ve nihai kararını bu doğrultuda vermiştir. Ortaya çok önemli bir yorum farkı ortaya çıkmaktadır.

Savcı elde ettiği delillere göre sözde örgüt ile iki araç suç arasında bağlantı kurmakta, davaya bakan mahkeme bu bağlantıyı kuramayarak farklı yönde karar vermektedir. Bu anlamda hangi görüşü hukuken tercih etmek ve hangi karara uymak zorunluluğumuz mevcuttur sorusu gündeme gelmektedir.

Burada duraksama yapmaksızın mahkeme kararına ve bu kararı tercih etmek zorunluluğumuz vardır. Savcılık yargılama ve yargı makamı değildir, iddia makamıdır. Yargılama ve hüküm verme yetkisi yoktur. Temin ettiği delilleri yargı makamına göndermiş, yargı bu delilleri tetkik ederek bağlantı kuramadığını hükmü ile ifade etmiştir.

Artık savcının bu kararın arkasından dolanarak talebini bir kez daha İstanbul yargısı önüne getirme yetkisi yoktur. Eğer böyle bir talepte bulunmamış olsa idi ve söz konusu deliller, yargı makamının delillerinden farklı deliller olsa idi; o takdirde savcının girişimi belki mazur görülebilirdi. Ancak kendisinin ikrar ettiği gibi temin ettiği delilleri göndermiş, mahkeme yaptığı inceleme sonucunda hiçbir bağlantı tespit etmemiş ve gönderilen deliller hakkında da hüküm vermiştir. Bu hüküm savcı açısından bağlayıcıdır. Ancak savcı BU SİYASİ BELGE OLAN  İDDİANAMENİN birçok yerinde görülmemiş bir şekilde Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesinin kararını ve kararı veren hâkimleri rahatlıkla eleştirmekte ve kararın doğru olmadığını ifade edebilmektedir.

Sadece bununla da kalmayarak Adalet Bakanının talimatları doğrultusunda, ayrı bir Danıştay Davası oluşturularak, fiilen Ankara 11.Ağır Ceza mahkemesinin görev ve yetkisi kaldırılarak, doğal hâkim ilkesi çiğnenmek sureti ile İstanbul?a taşınabilmiştir.

Maalesef savcıların yaptıkları bu hukuk ihtilaline anayasal kurumların tamamı seyirci kalmaktadır. Türkiye bütün kurum ve kişileri ile akılların tutulduğu bir dönemden geçmektedir. Bu dönemden en iyi şekilde istifade edenler yine mürteci güçler olmaktadır. Ülkenin rejiminin makas atılarak farklı bir raya sokulduğunu gözlemlemekteyiz.

1-) Osman YILDIRIM, sözde Ergenekon operasyonu için 13.02.2008 tarihinde savcıların nezaretinde ve denetiminde verdiği ifadelerde kişilerle sözde tartışmaları ya da toplantıları her nedense cezaevi çıkış tarihlerine ya da askerlik dönüşüne rast getirmeye özel çaba sarf etmiştir. Tarih vermekten özellikle imtina etmiştir. Vermek zorunda olduğu anlarda sadece yıl olarak belirtmiştir.

Veli KÜÇÜK?ü 1993 yılından itibaren tanıdığını, İbrahim GENÇ?i 1993 yılından itibaren tanıdığını, 2002 yılındaİbrahim GENÇ?in Osmanbey?deki bürosunda toplantı yapıldığını, 29.04.2006?dan sonra Alparslan ARSLAN?la Ümraniye?de buluştuğunu, 2004 yılında kredi ile almış olduğu Opel marka aracını İbrahim GENÇ?e kiraya verdiğini belirtmiştir.

Osman YILDIRIM?ın ifadelerinde 1993 ve 2002 tarihleri fazlası ile geçmektedir. Av. Mehmet ENER?in ifadesinde bu kişinin 23 yıl cezaevlerinde yattığı beyan edilmiştir. Askerlik süresi dikkate alındığında Osman YILDIRIM?ın bahsettiği tarihlerin pek çoğunda cezaevinde bulunması gerekmektedir.

Kendi beyanlarına göre bu kişi 1989?da yakalanmış Manisa Cezaevinde 1 yıl, Kars Cezaevinde 1 yıl, Erzurum Yarı Açık Cezaevinde 2 yıl yatmıştır. 1993 yılında tahliye olmuş, 1994 yılında yeniden cezaevine girmiştir. Bayrampaşa Cezaevinde 1 yıl yatmış, 1998 yılında ceza alıp yeniden tutuklanmıştır. Bu dönemde Kars?ta 1 yıl, Yozgat?ta 30 ay, Muş?ta 30 ay yatmış, 2000 yılında tahliye olduktan hemen sonra Manisa ve Gaziantep?te askerlik yapmıştır.

Bu durumda Osman YILDIRIM?ın beyanlarının tarih boyutunda denetlenmesi için hangi tarihler arasında cezaevinde ve askerde olduğunun belirlenmesinde zaruret vardır.

2-) Savcılık, Danıştay cinayeti faillerinin siyasi yapılarını aktarırken son derece taraflı davranmış, sadece iddiasını destekleyebilecek kısımları bölerek almış, önemli bilgileri görmemezlikten gelmiştir.

Osman YILDIRIM 17.05.2006 tarihli emniyetteki ifadesinde;

  • Muhafazakâr ve sağ görüşlü bir insan olduğunu,
  • İnancı gereğince ibadetlerini yerine getirdiği,
  • Alparslan ARSLAN?ın dini bilgilerinin kendisinden daha ileri düzeyde olduğunu,
  • Cumhuriyet gazetesinde domuza başörtüsü giydirilmiş şekilde bir karikatürün yayınlandığını, bu karikatürü gazetede gördüğünü, eşinin, annesinin ve kız kardeşlerinin başları kapalı olması nedeni ile karikatüre sinirlendiğini, ALPARSLAN ARSLAN?LA OTURURKEN, ALPARSLAN ARSLAN?IN ?ANAMIZI, BACIMIZI DOMUZ ŞEKLİNDE GÖSTERMİŞLER, BUNLARA BİR CEVAP VERMEK GEREKİYOR? DEDİĞİNİ, ?HAKLISIN MUTLAKA CEVAP VERİLMESİ GEREKİR? DEDİĞİNİ, BU ŞEKİLDE CUMHURİYET GAZETESİNE EYLEM FİKRİNİN OLUŞTUĞUNU BEYAN ETMİŞTİR.

İddianame savcıları Osman YILDIRIM?ın bu görüşlerini, Danıştay?a yapılan saldırının dini motifli olduğunun üzerini örtmek için adeta saklamışlar yok farz etmişlerdir.

Yine,Osman YILDIRIM?ın 21.05.2006 tarihli hâkim karşısındaki sorgusunda, emniyetteki ifadelerini tamamen bir kenara iterek;

  • Cumhuriyet gazetesine atılan, patlayan ya da patlamayan 3 bomba atılması olayı ile bir ilgisinin bulunmadığını,
  • Alparslan ARSLAN?ın Erhan vasıtası ile tanıştığı İsmail ve Tekin ile birlikte böyle bir şey yaptı ise bunu bilemeyeceğini,
  • Kendisinin Cumhuriyet gazetesine atılsın diye kimseye bomba vermediğini ve telkinde de bulunmadığını,
  • Ancak Alparslan ARSLAN?ın Danıştay?a saldırı yapabileceğini azda olsa tahmin ettiğini ifade etmiştir.

Osman YILDIRIM, Danıştay cinayetinin soruşturma ve kovuşturma aşamalarında da ifadelerinde birçok gelgitler yaşamış, çelişkili beyanlarda bulunmuştur.

Eğer bu ifadeyi gerçek alırsak Cumhuriyet gazetesine bomba atılması olayında Osman YILDIRIM kimseye bomba vermemişse, telkinde bulunmamışsa o takdirde Ergenekon soruşturması için savcılara dördü açık biri gizli tanık olarak verdiği bütün ifadelerin gerçek dışı olduğunu kabul etmemiz gerekecektir.

Burada asıl vurgulamak istediğim nokta bu kadar kolay ifade değiştirebilen bir kişinin Ergenekon soruşturması için verdiği ifadelerinde de kesinlikle tutarlı ve gerçeğe uygun beyanda bulunmadığı, yaptığı atfı cürümlerin iddianame savcıların vaatlerinin etkisi altında kalarak yönlendirme gayretine girdiği anlaşılmaktadır.

3-) İddianame savcılarının ifadelerin bütünlüklerini bozarak içinden aldıkları parçaları maksatlı ve yönlendirici olarak kullandıklarını ifade etmiştik. Bu ifadelerden birisi de Teoman EKŞİOĞLU ile İdris ARSLAN?ın görüşmeleri ve ifadeleri aktarılırken yapılmıştır. Teoman Ekşioğlu Alparslan ARSLAN?ın okul arkadaşıdır ve İstanbul?da avukatlık yapmaktadır. Bu kişi 03.07.2006 tarihinde emniyette verdiği ifadesinde;

  • Alparslan ARSLAN?ın babası İdris ARSLAN?ın kendisine VKGBH ve Ulusal Haber konusunda bir takım sorular sorduğunu,
  • Babasına, Alparslan ARSLAN?ın bu grupları tanıyor olabileceğini,
  • İstanbul?daki toplantılara ayrı ayrı katıldıklarını, ancak Adana veMersin?deki toplantılarının olduğunu dahi bilmediğini,
  • Veli KÜÇÜK ile ilgili bir şey sorduğunu hatırlamadığını,
  • Taner ÜNAL isimli kişiyi tanımadığını
  • Ulusal Kanal ile ilgili hiçbir şey söylemediğini,
  • Muzaffer TEKİN?in bürosu ile çalıştığı büronun yan yana olması nedeni ile davet üzerine birkaç kez toplantıya katıldığını,
  • Alparslan ARSLAN?ın Muzaffer TEKİN?i tanıdığını bildiğini ifade etmiştir.

Savcılar Teoman?ın bu ifadesine yer verirken 03.07.2006 tarihli savcılık ifadesine yer vermekten özellikle imtina etmişlerdir.

Teoman EKŞİOĞLU savcılıkta verdiği ifade de;

  • Alparslan ARSLAN?ı cezaevinde ziyarete gittiğinde Salih Hoca hakkında Mossad ajanı olduğunu söylediklerini ifade edince, Alparslan ARSLAN?ın kendisine kızdığını, benim Salih Hocayı tanımadığımı, bu şekilde konuşmamam gerektiğini
  • ZİYARET SIRASINDA ALPARSLAN ARSLAN?IN KENDİSİNE ?TEOMAN BİLİYOR MUSUN BEN BU OLAYDA YALNIZ DEĞİLİM, LİDERİMİN SÜLEYMAN ESEN OLDUĞUNU GİT EMNİYETE SÖYLE? DEDİĞİNİ ANCAK KENDİSİNİN GİDİP SÖYLEMEDİĞİNİ,
  • Kendisinin, Süleyman?ın, Alparslan?ın normalde cuma namazlarına gittiğini, Alparslan ARSLAN?ın Salih KUNTER ile görüşmeye başladıktan sonra beş vakit namaz kılmaya başladığını, yoğun şekilde dini kitaplar okumaya başladığını ifade etmiştir.

Teoman Ekşioğlu?nun bu ifadesi büyük önem arz etmektedir. Çünkü Alparslan ARSLAN bombaları Süleyman ESEN?den aldığına ilişkin ifadesini, Saygı ÖZTÜRK?ün Veli KÜÇÜK ile yaptığı röportaj sonucu değiştirmediği ortaya çıkmaktadır.

Çünkü cezaevine girdikten hemen sonra bu konuyu en yakın arkadaşına aktarıp, bu hususu emniyete bildirmesi konusunda kendisinden ricada bulunuyorsa, Süleyman ESEN?in bu olaya el bombalarını temin ederek karıştığı konusundaki ifadelerin bir anda gelişen bir atfı cürüm olmadığı ortaya çıkmaktadır.

Alparslan ARSLAN?ın sınıf ve ev arkadaşına yalan söylemesi için bir gerekçesi yoktur. Kaldı ki yine bu ifade de Alparslan ARSLAN, Salih KUNTER?e yapılan en küçük bir eleştiriyi dahi kabul etmemekte, adeta bu kişiyi kendi beyninde putlaştırmış olduğu anlaşılmaktadır. Alparslan ARSLAN, Teoman EKŞİOĞLU?na göre, Salih KUNTER?i tanımakla ondan çok aşırı etkilenmiş olup beş vakit namaza başlayıp, dini motifli kitapları yoğun olarak okuduğu anlaşılmaktadır.

Teoman EKŞİOĞLU 29.05.2006 tarihli savcılık ifadesinde Alparslan ARSLAN?ı en iyi tanımlayan kişi olarak ortaya çıkmaktadır. Bu ifade de;

  • Alparslan ARSLAN?ın dini duyguları yoğun bir insan olduğunu,
  • Normal bir dindar insandan öte, dine yapılacak saldırılara karşı koyacak yapıda dindar bir insan olduğunu,
  • Alparslan ARSLAN?ın içki içmediğini, basında kasıtlı bu tür haberler çıktığını,
  • Alparslan ARSLAN ile Muzaffer TEKİN?i kendisinin tanıştırmadığını, Alparslan ARSLAN ile Muzaffer TEKİN arasında siyasi görüş farklılıkları olduğunu, Muzaffer TEKİN?in sol kanalda bir vatansever olduğunu İdris ARSLAN?a bildirdiğini,
  • Türban bağlantılı olarak, bu olayları gerçekleştirmiş olabileceğini, yapmışsa da pişmanlık duymayacağını belirtmiştir.

 

Teoman EKŞİOĞLU ile Alparslan ARSLAN uzun yıllardır birlikte aynı yaşamı paylaşmışlar ve uzun süre dostlukları olmuştur. Alparslan ARSLAN?ı en iyi tanıyanlardan biridir. Tespitleri de son derece anlamlıdır. Maalesef iddianame savcıları bu tespitlere uzak durmuşlar ve söylenmemiş kabul etmişlerdir.

Ulusal haber kartının Alparslan ARSLAN, Hüseyin GÖRÜM?den geldiğini ifade etmiştir. Ancak bu kartın üzerinde Alparslan ARSLAN?ın adresi olarak ?Yeni yol, Kuşoğlu apt. No:2 İçerenköy? geçmektedir. Muhtemelen bu adres sahtedir. Alparslan ARSLAN böyle bir adreste hiç kalmamış ve bilmemektedir. Emniyet tarafından bu adres araştırılmalı bu adres var ise kimlerin kaldığı belirlenmelidir.

Teoman EKŞİOĞLU ile İdris ARSLAN?ın görüşmeleri savcının iddianamenin 437. sayfasında belirttiği şekilde geçmediği anlaşılmaktadır. Savcıların ifadeleri farklı kalıplara dökerek yönlendirme çabalarını hemen hemen her ifade aktarımında açıkça gözlemlemekteyiz.

4-) Osman YILDIRIM, kendisini Danıştay baskınından kurtarmak amacı ile öğretildiği şekilde sadece Cumhuriyet gazetesinin iki defa bombalanmasına karıştığını, ancak Danıştay saldırısına kesinlikle karışmadığını ifade etmiştir. Oysa 21.05.2006 tarihli savcılık ifadesinde, Ankara?da Alparslan, İsmail ve Erhan?ın arabada oturduklarını, sabahtan itibaren kendilerinin nerede ve ne işleri olduğunu sorduğunda Danıştay mevzusunun ortaya atıldığını, Danıştay?a saldırı yapacaklarını ifade ettiklerini belirtmiştir.

Aslında Osman YILDIRIM?ın bu ifadesi de gerçeği yansıtmamaktadır. İstanbul?dan yola çıkarken, Ankara?da yapılacak saldırıyı birlikte kararlaştırdıklarını, silahları temin ettiklerini emniyette kabul etmiştir. Saldırıyı Ankara?da değil İstanbul?da iken bildiği ve birlikte planladığı açıktır.

5-) Danıştay cinayetinin dini motifli işlendiği Alparslan ARSLAN?ın ifadelerinde daha da netlik kazanmaktadır. Alparslan ARSLAN?ın 21.05.2006 tarihli savcılık ifadesinde;

  • Olay günü Vakit gazetesinin haberinin arabada olduğunu,
  • Bu haber doğrultusunda ve inançlı bir Anadolu insanı olarak, yani ortalama Müslüman bir Türk insanı Danıştay?ın başörtüsü nedeni ile bir öğretmen hakkında verilen türban kararı nedeniyle, özellikle mahkeme başkanını vurmaya karar verdiğini, Ankara?ya da bu amaçla geldiğini,
  • Olaydan 4?5 gün önce de iki adet Glock marka tabanca aldığını, iki Glock marka tabanca ile daha önce Cumhuriyet gazetesine atılan bombaları ismini vermek istemediği temiz bir şahıs aracılığı ile temin ettiğini, Browning marka tabancayı kimden aldığı konusunda bilgi vermek istemediğini,
  • Danıştay?da odaya girdiğindeAllah-u Ekber diyerek tekbir getirdiğini ayrıca polisle boğuşurken de tekbir getirmiş olabileceğini,
  • Odada bulunduğu sırada ?Osmanlı?nın torunuyum bundan sonra daha dikkatli karar verilsin? diye bağırdığını, ?Allah?ın askerleriyiz? diye bir söz söylediğini hatırlamadığını,
  • Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan karikatür?ün ve Danıştay 2. Dairesi?nin vermiş olduğu türban kararı Müslüman Türk Millet?inin mukaddesatına yapılmış bir hakaret ve aşağılama olduğunu, bu olaylara refleks gösterilmesi gerektiğini, bu refleksi de gösterdiğini,
  • Kendisinin VKGBH ile bir alakasının olmadığını,
  • Aracında bulunan bu derneğe ait belgenin kimlik mahiyetinde olmadığını,
  • Kişilik olarak ülkücü, milliyetçi, mukaddesatçı bir insan olduğunu, bu dernekle bir bağlantısının bulunmadığını, aracında bulunan bu derneğe ait hukuk müşaviri olduğunu yazan kartı ülkücü olarak tanıştığı ve dostluk kurduğu Hüseyin GÖRÜM isimli arkadaşının getirdiğini, bu vasıta ile temin ettiğini,
  • YAPTIĞI HER İKİ EYLEMİN TAMAMIYLA, ANLATTIĞI ŞEKİLDE CUMHURİYET GAZETESİNDEKİ KARİKATÜR VE DANIŞTAY TARAFINDAN VERİLEN TÜRBAN KARARINA KARŞI VERİLMİŞ BİR REFLEKS OLDUĞUNU, MESELENİN TEMELİNİN BAŞÖRTÜSÜ OLDUĞUNU, HER İKİ EYLEMİ DE GERÇEKLEŞTİRMEK İÇİN KİMSEDEN TALİMAT ALMADIĞINI VE ALACAK İNSAN DA OLMADIĞINI,
  • Sadece Cumhuriyet gazetesine yaptıkları bomba atma eyleminde Osman YILDIRIM, İsmail SAĞIR, Erhan TİMUROĞLU?nun kendisinin talimatları doğrultusunda yer aldıklarını,
  • Cumhuriyet gazetesine atılan ilk iki bombayı Osman YILDIRIM?a kendisinin verdiğini,
  • Muzaffer TEKİN isimli şahsı tanıdığını, KENDİSİ İLE YOĞUN BİR SAMİMİYETİ OLMADIĞINI, yaklaşık 2?3 yıldır tanıdığını, bildiği kadarı ile Muzaffer TEKİN?in siyasal ve toplumsal görüşlerinin kendisine yakın olmadığını kendisini Kemalist solcu olarak bildiğini, Muzaffer TEKİN?le nasıl ve kimin aracılığı ile tanıştığını hatırlamadığını, avukat olduğu için iş ilişkileri çerçevesinde tanışmış olabileceğini, kendisini 6-7 aydır görmediğini,
  • Osman YILDIRIM, İsmail SAĞIR, Erhan TİMUROĞLU?na para ile eylemi yaptırmasının söz konusu olmadığını, kendi açısından böyle bir inanç olayını para ile yapan ya da yapmayı düşünen kişinin şerefsiz olduğunu, kendisine kimsenin böyle bir olayı para ile yaptırma teklifinde bulunamayacağını,
  • Ayhan PARLAK?ın daha önce İstanbul?da avukatlığını yaptığını, bu kişinin Doğuş Faktoring kuruluşunun ortağı olduğunu,
  • Danıştay ve Cumhuriyet gazetesi işinin bir örgüt işi olmadığını, tamamen kendi refleksi ve inancı doğrultusunda verdiği kararla gerçekleştirdiğini,
  • Cumhuriyet gazetesine atılan bombalar ile iki adet Glock tabancayı ve bir adet Browning marka tabancayı almasında aracı olan kişi hakkında bilgi vermek istemediğini, ancak silah ve bombaları bulmasında aracı olan şahsın, yaptığı eylemlerden haberi olmadığını, bu olay sebebi ile sıkıntı çekeceğini düşündüğünden ismini vermek istemediğini belirtmiştir.

Alparslan ARSLAN benzer ifadelerini istikrarlı olarak 21.05.2006 tarihli emniyetteki ifadesinde de söylemiştir.

Her iki eylemin hangi maksatla işlendiğini ortaya koymak ve iddianame savcılarının olayları nasıl yörüngesinden saptırmak için yasa dışı tutumlarını ortaya koymak açısından emniyet ifadesine de başlıklar halinde değinmekte fayda görüyorum. Şöyle ki;

  • Daha önceden bir bayan anaokulu öğretmenini işyerinegelip giderken başörtüsü takmaması gerektiği yönündeki karara tepki olarak yaptığını,
  • Bunun için İstanbul?da bir silah kaçakçısından 2 adet kullanılmamış Glock tabir edilen ve eylem sonrasında üzerinde ve aracında ele geçirilen silahları satın alarak hazırlık yaptığını,
  • Türban kararının yanlış olduğunu, Allah?ın kanunun üzerinde başka bir kanun olmadığını,
  • Şu anda ismini vermek istemediği ARKADAŞLARINA bana iyi bir silah lazım deyip bunu tedarik edebileceği kişi ya da kişileri sorduğunu onlarda Maltepe civarında randevu verdiklerini bu buluşmaya gittiğini, şahsı tarif etmediklerini, şahsın sokağa girdiğinde yanına geldiğini, kendisine iki adet Glock marka tabanca ve 3 adet el bombası verdiğini, tabancalar için bu şahsa 7 milyar TL, el bombaları için 2 milyar TL para verdiğini,
  • El bombalarını gazetenin bahçesine atmadan önce birkaç kez Allah-u Ekber şeklinde tekbir getirdiğini,
  • Eylemde herhangi bir sakinleştirici almadığını,
  • Danıştay 2.Daire Başkan veüyelerini hedef almasındaki etkenin bu dairenin başörtüsü konusunda verdiği karar olduğunu, bir daha benzer kararlar verilmesine engel olmak için bu eylemi gerçekleştirdiğini,
  • Yukarıda belirttiği gibi 2 adet Glock marka silahı para karşılığında ismini vermek istemediği birinden aldığını,
  • Ulusal haber ajansa kartını Hüseyin GÖRÜM?den aldığını, bu kuruluşla bir ilişkisinin olmadığını,
  • VKGBH ile bir üyelik ilişkisinin olmadığını sadece gidip geldiğini ve kartviziti de Hüseyin GÖRÜM?den almış olabileceğinin,
  • IRŞİ, TİMUROĞLU ve SAĞIR?ın kendisini para için aramadıklarını, Osman YILDIRIM?ı aramış olabileceklerini,
  • Ağırlıklı olarak sağ görüşü yansıtan dini içerikli kitaplar okuduğunu belirtmiştir.

Bu ifade de dikkati çeken husus el bombaları ve iki adet Glock marka silahları nereden temin ettiğine ilişkin beyanlarıdır. Anlaşıldığı kadar ile Alparslan ARSLAN el bombaları ve silahların temininde aracılık yapan kişiyi çok iyi tanımakta ve sıkı bir ilişki içinde olduğunu gizlemektedir. Ancak ismini verdiği takdirde zarar görmesinden korkmaktadır. Savcılık ifadesinde arkadaşı olduğunu belirtmiştir. Silah ve bombaları satma muhtemelen bu arkadaşı vasıtası ile gerçekleşmiştir. Bu kişiyi koruma güdüsü ile hareket etmektedir.

TEOMAN EKŞİOĞLU?NA YAPTIĞI AÇIKLAMALAR 26.06.2006 TARİHLİ İFADESİ İLE BÜTÜNLEŞTİRİLDİĞİNDE ASLINDA BU KİŞİNİN SÜLEYMAN ESEN OLDUĞUNU TARİF ETMİŞTİR. NİTEKİM BU İTİRAFTAN SONRA ALPARSLAN ARSLAN?IN SÜLEYMAN ESEN?DEN KENDİSİNİN İSMİNİ VERMEKTEN ÜZÜNTÜ DUYDUĞUNU İFADE ETMESİ BU KONUDAKİ FOTOĞRAFI TAMAMLAMAKTADIR.

Alparslan ARSLAN?ın 26.06.2006 tarihli ek savcılık ifadesi diğer ifadeleri ile çelişmemekte bilakis tamamlayıcı ve eksik karelerin tamamlandığı bir ifade konumundadır. Nitekim bu ifade de;

  • Süleyman ESEN?i 1994 yılından beri tanıdığını, fakültede birlikte okuduklarını, kendisinin lideri olduğunu, Cumhuriyet gazetesine atılan bombaları evinden getirip teslim ettiğini, bu konudaki açıklamaların Av. Süleyman ESEN tarafından yapılacağını tahmin ettiğini,
  • Glock marka tabancaları, Aykut isimli kişiden aldığını, el bombaları için Süleyman ESEN?e 2 milyar TL verdiğini,
  • Süleyman ESEN?in bu konuda açıklama yapacağından emin olduğunu,
  • Salih KUNTER isimli hocayı tanıdığını, muhabbet gösterdiği bir kişi olduğunu, haftada iki defa evine gidip sohbet ettiğini, sohbetlerinin konusunun dini konular olduğunu, kendisine Allah?ı anlattığını, Salih KUNTER?in Danıştay baskını ve Cumhuriyet gazetesineyapılan saldırılar konusundaki ilgisini Süleyman ESEN?in açıklayacağını, Süleyman ESEN?in Salih Hocanın evine gidip gelen biri olduğunu, bazen birlikte bazen de kalabalık gruplar halinde sohbetler yaptıklarını, daha çok açıklamaların Süleyman ESEN tarafından mutlaka yapılacağını, bu ifadeyi vermeden önce de kimse ile görüşmediğini belirtmiştir.

Salih KUNTER?in ve Süleyman ESEN?in ifadeleri aslındaAlparslan ARSLAN?ın ifadelerinin tevilli ikrarıdır. Bu üçünün son derece sıkı ilişkileri olduğu, haftanın birçok günü beraber geçirdiklerini, radikal anlamda sohbetler yaptıkları, Salih KUNTER?in bu sohbetlerle iki avukatı da etki altına aldığı ve yönlendirdiği, bu toplantılardan sonra Alparslan ARSLAN?ın yaşam şeklinin değiştiği,  yoğun din düşüncesi içine girdiği anlaşılmaktadır.

Alparslan ARSLAN hâkimlik sorgusunda da emniyet ve savcılık ifadelerinin doğru olduğunu belirterek;

  • Cumhuriyet gazetesinin bombalanması eylemini yayınlanan domuz karikatürü nedeni ile yaptığını, bunun Müslüman Türk devletinin refleksi olduğunu,  kendi kutsalına karşı yapılan bir refleks oluğunu,
  • Bombaların ve silahların alımında aracılık yapan kişilerin isimlerini söylemek istemediğini, bu kişilerin eylemlerden bilgisinin bulunmadığını,
  • Muzaffer TEKİN?le tanışıklığı olmakla birlikte samimiyeti olmadığını, toplam 3?4 kez görüştüğünü, eylemleri kendi refleksi olarak gerçekleştirdiğini,
  • Soruşturmada isimleri geçen M. Zekeriya ÖZTÜRK, Hüseyin GÖRÜM, Zeki Yurdakul ÇAĞMAN ile ilgili olarak bu kişilerin neeylemlerle nede kendisi ile özel bir ilişkileri olmadığını söylemiştir.

Her nedense iddianame savcıları Alparslan ARSLAN?ın bu ölçüde ayrıntılı ifadelerine ve anlatımlarına yer vermekten kaçınmıştır. Çünkü Alparslan ARSLAN?ın ifadeleri, savcıların anlatımlarını tamamen yalanlamakta, bir senaryo yazıldığını açıkça ifade etmektedir. Savcılar ilgisiz beyanlardan cımbızla çektikleri sözcükleri bir araya getirerek kâğıttan bir şato kurma yoluna gitmişlerdir.

Danıştay dosyasındaki ifadeler savcılar tarafından yeterince işlenmemiştir. Çünkü bu ifadeler masa başında yarattıkları hayali suçların işlendiğini ispat etmekten son derece uzaktır. Bu sebeple savunmalarımızda özellikle bu ifadelere geniş bir şekilde yer vermekte fayda görmekteyim.

İsmail SAĞIR?ın mahkemede verdiği ilk ifadesinde; ?Danıştay olayından, Osman YILDIRIM?ın haberinin olduğunu düşündüğünü çünkü Osman ve Alparslan?ın çok konuştuklarını, altı yıllık arkadaşlıkları olduğunu söylüyorlardı? demiştir.

Tekin IRŞİ?demahkemedeki sorgusunda, Osman YILDIRIM?ın Cumhuriyet gazetesine yapılan saldırıyı hangi düşünce ile yaptığını ortaya çıkarmıştır. İfadesinde; Osman kendisine bombayı atınca bunun meyvesini, hem bu dünyada hem de öbür dünyada yiyeceksin dediğini, ancak işin doğrusu olarak somut bir para konuşulmadığını belirtmiştir.

Aykut Metin Şükre ise emniyette verdiği 28.06.2006 tarihli ifadesinde, iki adet Glock marka silahı Selçuk ÖZKAN ve Kenan isimli kişilerden aldığını, siyah poşet içinde kendisine parkta teslim edildiğini, 15-20 dakika sonra Alparslan ARSLAN?ın arabasıyla geldiğini ve siyah poşeti, çantasının içine koyduğunu beyan etmiştir.

Burada Süleyman ESEN?in ifadesi önem kazanmaktadır. Emniyette verdiği ifade de;

  • Alparslan ARSLAN?ın ithamlarını kabul etmediğini,
  • Salih KUNTER?le 1,5 yıl önce Gültepe?de bir camide tanıştığını, Alparslan ARSLAN ile birlikte ziyarete gittiklerini,
  • Osman YILDIRIM?la yaptığı 11 telefon görüşmesini kendisinin yapmadığını, kendi telefonundan Alparslan ARSLAN?ın görüştüğünü,
  • Salih KUNTER?i gözaltına alındığı gün hastaneye götürdüğünü, tahlil sonuçlarını almak için sağlık karnesini de yanında götürdüğünü belirtmiştir.

Süleyman ESEN?in, Osman YILDIRIM?la yaptığı görüşmeler dikkat çekicidir. Her ne kadar görüşmelerin Alparslan ARSLAN tarafında yapıldığı iddia edilmekle birlikte, söz konusu görüşmelerin hangi baz istasyonundan yapıldığı ve ayrıca Alparslan ARSLAN?ın söz konusu gün, saat ve dakikada kendi telefonu ile görüşme yapıp yapmadığı, yapmış ise hangi baz istasyonlarından yapıldığı hususu araştırıldığı

İşin ilginç tarafı bir avukatın işini gücünü bırakarak Salih KUNTER?i hastaneye götürmekte, tahlil sonuçlarını takip etmekte ve sağlık karnesi ile her türlü işleri yapmaktadır. Bu durum Salih KUNTER ile Süleyman ESEN arasında çok yakın ve samimi ilişkilerin varlığını ortaya koymaktadır. Nitekim bu samimiyet Salih KUNTER?in ifadelerinde de ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Salih KUNTER emniyet ifadesinde;

  • Alparslan ARSLAN?ın ilk defa iki yıl önce kendisine arkadaşları Teoman ve Süleyman ile birlikte diğer arkadaşlarından duyarak tek başına geldiğini Irak?a gidip şehit olmak istediğini söylediğini,
  • Danıştay eyleminden birkaç gün öncede gelip yere oturduğunu, Ankara?ya gideceğini ne için gideceği sorusuna cevap vermediğini, ertesi gün gelince tekrar işinin ne olduğunu sorduğunu,  yine cevap vermediğini ve arkadaşlarını bunda bir şey var diyerek uyardığını,
  • Av. Süleyman ESEN?i 2?2,5 yıl önce tanıdığını, hemen her gün yanına geldiğini, ev işlerindeyardımcı olduğunu, hastanede refakatçi olarak kaldığını,
  • Alparslan ARSLAN?ın kendisine bir televizyon aldığını belirtmiştir.

Alparslan ARSLAN, Salih KUNTER ve Süleyman ESEN arasında ilginç ve tuhaf ilişkiler mevcuttur. Salih KUNTER?in yanına sadece bu ikili değil okuldan sınıf arkadaşı olan Teoman ve diğer avukatlarda gitmektedir. Gidenlerin ortaközelliği aralarındaki ilişkilerin Hukuk Fakültesinde öğrencilik dönemine dayanması, okul boyunca ve sonrasında aynı evleri paylaşmaları ve İslami görüş yanlısı olmalarıdır. Haftada beş gün dergâh haline gelen evde toplanmaları ve dini sohbetler yapmaları zaman içinde gelişen dini motifli toplumsal olaylara farklı tepkilerin geliştirilmesinin de yolunu açmıştır. Bir avukat rahatlıkla Irak?a giderek şehit olabileceğini ifade edebilmektedir. Avukatlık mesleğini icra eden kişilerin 70 yaşını aşmış bir hocanın evine beş günboyunca gitmeleri, ev işlerini yapmaları, hastanede refakat etmeleri bu kişilerin hücreleşme eğilimine girdiklerini göstermektedir. Böyle sağlıksız bir yapı ve ilişkiler mutlaka olumsuz sonuçları da beraberinde getirecektir. Nitekim her iki suçta bu ilişkilerin ürünüdür.

6-) Salih KUNTER emniyet ifadesinde, Alparslan ARSLAN?ın kendisine tek başına geldiğini ifade ederken, Süleyman ESEN?i koruma ihtiyacını hissettiğini açığa çıkarmaktadır.

Danıştay cinayetinden önce Alparslan ARSLAN?ın sıklıkla Salih KUNTER?in yanına gitmesi Irak?a giderek şehit olmak istediğinden bahsetmesi, Danıştay baskınını da hangi duygular içerisinde işlediğini göstermektedir. Salih KUNTER, Alparslan ARSLAN için arkadaşlarını uyarması, sahip çıkın dediğini beyan etmesi, Alparslan ARSLAN?ın arkadaş gurubu ile çok yakın bir ilişki içinde olduğunu, bu arkadaş gurubunun evine sürekli gelen müdavim bir gurup olduğunu ortaya koymaktadır.

Salih KUNTER; 2,5 yıldan bu yana Süleyman ESEN?i tanıdığını, hemen her gün bu avukatın evine geldiğini ev işlerindeyardımcı olduğunu, hastanede refakatçi olarak kaldığını belirtmiştir. Nitekim Süleyman ESEN yakalandığında, yanında Salih KUNTER?in emeklilik karnesi olup, yaptırmış olduğu tıbbi laboratuar testlerini takip ettiğini ifade etmiştir. Süleyman ESEN 40 yaşında bir avukattır. 2,5 Yıl boyunca 86 yaşında bir tarikat şeyhinin evine her gün gidip ev işlerine kadar bütün işlerini bir hizmetli gibi yapması anormal bir ilişkinin varlığını ortaya koymaktadır. Bu ilişki tamamen mürit-şeyh ilişkisidir. Bu tür ilişkinin temelinde tabiiyet ve bağımlılık söz konusudur. Etkilenme son derece yoğun ve tek taraflıdır. Başörtüsü konusunun yapılan tarikat sohbetlerinde işlenip, Alparslan ARSLAN?ın suç ortamına sürüklenmesi son derece tabidir. Gösterdiği karakter özellikleri bu tür suçları işlemeye eğilimli olduğuna da işaret etmektedir.

Alparslan ARSLAN?ın Danıştay baskınında önce hemen her gün Salih KUNTER?in evinde olması, Esra Feride GÖKÇİMEN?in beyanlarının da doğru olmadığını ortaya koymaktadır. Çünkü bu kişi Alparslan ARSLAN?ın baskından çok kısa bir süre önce kalabalık bir gurupla Semih Tufan GÜLALTAY?ın yanına geldiğini ifadeetmiştir. Danıştay dosyasındaki tüm anlatımlar özellikle Salih KUNTER?in, Alparslan ARSLAN?ın, Süleyman ESEN?in beyanları E.Feride GÖKÇİMEN?in beyanlarını doğrulamamaktadır. Tam aksine Alparslan ARSLAN?ın Danıştay baskınından önce dini duygularını en yoğun bir şekilde yaşamakta ve buna uygun bir ortam içerisinde bulunmaktadır. Alparslan ARSLAN?ın Salih KUNTER ile ilişkileri pahalı bir hediye sayılabilecek televizyon alabilecek derecelere kadar varmıştır.

7-) Necati UYSAL savcılık ifade tutanağında Alparslan ARSLAN?ın fikri yapısını en iyi anlatan beyanlarda bulunmuştur;

Alparslan ARSLAN ülkücü görüşe sahip iken, 1997?1998 yıllarında bu görüşten uzaklaştığını, ülkücü görüşe mensup camiadan koptuğunu, son dönemlerde daha dindar bir hale geldiğini ifade etmiştir.

😎 Süleyman ESEN 29.06.2006 tarihli hâkimlik sorgusunda Salih KUNTER?le dini konularda konuşmalar yaptığını, bu konuşmaların Kuran?a dayalı olduğunu, Alparslan ARSLAN?ı Salih KUNTER?e kendisinin götürüp tanıştırdığını, Alparslan ARSLAN?ın bazen kendisi ile bazen de tek başına Salih KUNTER?in evine gidip geldiğini,  Alparslan ARSLAN?ın Salih KUNTER?e para verdiğini ve hediye olarak televizyon aldığını belirtmiştir.  Salih KUNTER?de sorgudaki ifadesinde Alparslan ARSLAN?ın eve gelirken giyecek bir şeyler getirdiğinin olduğunu, Alparslan ARSLAN?ın kendisinin dini sohbetlerinden istifade ettiğini, dini konuşmalara katıldığını, Cumhuriyet gazetesine saldırıdan sonra Alparslan ARSLAN?ın kendisinin evine geldiğini, Ankara?ya gideceğini beyan ettiğini, gelen kişiler arasında Alparslan ARSLAN?ın ve Süleyman ESEN?in dışında başka kişilerinde olduğunu söylemiştir. Süleyman ESEN sorgudaki beyanında Salih KUNTER?i 4-5 defa özel doktora ve hastaneye götürdüğünü, haftanın 3-4 günü sohbet etmek amacı ile evine gittiğini, eve gittiğinde o semtin cemaatinin de evde olduğunu ifade etmiştir.

Birçok avukatın, cami cemaatinin bir evde haftanın hemen her günü dini sohbetler yapması elbette ki fikri aşamanın da yaşanmasını sağlayabilecektir. Avukatların ve toplumun muhtelif kesimlerinin bu şekilde toplantıları, Salih KUNTER?in bir tarikat oluşumu içerisinde olduğunu ve bu kişilere örgütler ve talimatlar verdiği anlaşılmaktadır.

Bu ortam içerisinde Alparslan ARSLAN?ın gerek Cumhuriyet gazetesinin bombalanmasından gerekse Danıştay baskınından önce nasıl bir etkileşim içerisinde bulunduğu ortaya çıkmaktadır.

Cumhuriyet gazetesinin bombalanması ile Danıştay baskını arasında sadece altı gün vardır.  Bu altı günlük süre içerisinde Salih KUNTER?in ve Alparslan ARSLAN?ın beyanlarından, hemen her gün Salih KUNTER?in evinde olduğu türban meselesini yaşamının önemli bir parçası haline getirdiği bunu savunmanın dini kurtarma derecesinde gördüğü, dini duygu ve düşünceleri için canını verebilecek bir yapıda olduğu bir başka müslüman ülkede, müslümanların gördüğü zulümle mücadele ederek, şehitliği dahi göze alabileceği anlaşılmaktadır.  Kendisini cihat için bayrak açan bir mücahit olarak görmektedir.

Oysa dosyada, gazetenin bombalanmasından ya da Danıştay baskınından önce sözde Ergenekon örgütü yöneticileri ile telefonda ya da yüz yüze bir görüşme içerisinde olduğunu gösteren ciddi hiçbir delil yoktur. Osman YILDIRIM?ın atfı cürümleri inandırıcı olmaktan uzaktır.

9-) Osman YILDIRIM?ın başından itibaren Danıştay baskınında Alparslan ARSLAN ile birlikte olduğunu en iyi gösteren beyanlar Erhan TİMUROĞLU?nun ifadeleridir.

Nitekim bu kişi gazetenin bombalanmasından sonra Alparslan ARSLAN?ın, Osman YILDIRIM, İsmail Sağır ve kendisi ile birlikte Alparslan ARSLAN?a ait beyaz bir Opel marka arabaya binerek Ankara?ya hareket ettiklerini, hareketten önce Ümraniye?deki Artvinliler Derneğinin önünde Alparslan ARSLAN?ın Ankara?ya gidileceğini Danıştay?ı vurup geleceklerini söyleyince kendilerinin de itiraz etmeden kabul edip birlikte yola çıktıklarını beyan etmişlerdir.

Nitekim Alparslan ARSLAN?ın, domuza türban giydirme karikatüründen ötürü Cumhuriyet Gazetesinin halen özür dilemediğini bu sebeple cezalandırmak istediğini, bizim Osmanlının torunları ve Allah?ın askerleri olduğumuzu, kaybedilen toprakları yeniden geriye toplayacaklarını söylediğini, gazeteye bomba atarken ?Allah-u Ekber? diyerek bağırdığını, kaçarken tekbir getirip; ?Başörtüsü domuzun kafasına değil, insanın kafasına takılır? diyerek bağırdığını ifade etmiştir.

Osman YILDIRIM?ın köylüsü Nusret ARAS emniyet ve savcılık ifadesinde, Osman YILDIRIM?ın lobide oturduğunu, önünde birgazete olduğunu, gazetedeki resimde ise bir domuz resmi ve üzerinde de başörtüsü olduğunu, Osman YILDIRIM?ın fotoğrafı göstererek ? Böyle o?çocukları yüzünden Türkiye karışacak? dediğini ifade etmiştir. Özellikle bu tanığın beyanı Osman YILDIRIM?ın Danıştay cinayetinde Alparslan ARSLAN ile birlikte olduğunun önemli bir kanıtı olarak ortaya çıkmaktadır.

Alparslan ARSLAN ile birlikte aynı evde kalan Orhan KADI isimli arkadaşı emniyet ve savcılık ifadesinde; ?Alparslan?ı ibadetini yapan iyi bir insan olarak tanıyorum. Cumhuriyet gazetesindeki karikatürle ilgili olarak Alparslan ARSLAN?ın kendisine böyle bir karikatür yayınlandı haberin var mı? diye sorduğunu, kendisinin de yok dediğini belirterek kendisinin kişilik olarak içine kapanık ve sert bir mizacı vardır. Bizim ağabeyimiz pozisyonunda olduğu için eleştiri yapmazdık? demiştir.

Alparslan ARSLAN?ın yakın çevresinde bulunan kişilerin ifadelerinden her iki olayında dini motifli olarak işlendiği, Alparslan ARSLAN?ın bu suçları kendisini dinin koruyucusu olarak görmesi nedeni ile işlediği ve bulunduğu ortamın kendisini hızla bu noktaya getirdiği mizacının buna elverişli olduğu anlaşılmaktadır. Alparslan ARSLAN?ın bu bağlamda bulunduğu dini ortamlar dikkate alındığında etkileyebilecek çevrenin ulusalcı yapıda olan kişilerden oluşmadığı anlaşılmaktadır.

10-) Sözde Ergenekon örgütü soruşturmasında benim, (Muzaffer TEKİN?in) büromda çıkan içi boş iki adet kalemlik olarak kullanılan el bombası dökümleri bana Danıştay soruşturmasının emniyet ifadem sırasında da sorulmuş, bu el bombalarının fünye ve tahrip maddelerinin iptal edildiğini, yalnızca süs malzemesi olarak kullanıldığını, emekli olurken hatıra olarak aldığımı ifade etmeme rağmen iddianamede bu süs bombalarına sözde örgütün silahı olarak yer verilmesine anlam vermek mümkün değildir.

Burada önemli bir konuda şahsıma Muzaffer TEKİN?e iddianamede ayrılan bölümde Engin BAĞBARS?ı geniş bir şekilde işlenmesine karşılık, Danıştay soruşturmasında da savcılık ifadem sırasında bu kişinin beyanlarından bahsedilerek tanıyıp tanımadığım sorulmuş, bende bu kişiyi ve Gökhan BAŞOĞLU?nu tanımadığımı belirtmiştim.

Maalesef savcılık cezaevlerinde bu tür soruşturmalarda kendisini göstermek, isminden bahsettirmek ve vaat edilen mükâfatlardan istifade etmek amacı ile ortaya ne kadar şarlatan çıkmışsa, bunların hepsinin ifadelerine yer vererek iddianameyi ciddi bir hukuk belgesi olmaktan uzaklaştırmıştır.

11-) Zeki Yurdakul ÇAĞMAN ile Mahmut ÖZTÜRK arasında geçen telefon konuşması, Zeki Yurdakul ÇAĞMAN?ın Danıştay soruşturmasında 27.05.2006 tarihli emniyet ifadesinde de geçmiş 6.sayfa bu konuşma için;

?Benim konuşmamda bizden yukarısı diye kast ettiğim Danıştay eylemini gerçekleştiren ve bizlerle hiçbir ilgisi olmayan kişilerdir. Aydınlanma konusu ise bizim bu olayla olan ilişkilerimizin ortaya çıkması ve suçsuz olduğumuzun anlaşılması anlamındadır? demiştir.

Ne anlama geldiği son derece açık konuşmadan medet uman savcıların bu konuşmaya iddianamede uzun uzun yer vermeleri ne kadar arz içerisine düştüklerini göstermektedir.

12-) İddianame savcıları Alparslan ARSLAN ile bu davada yargılanan sanıklar arasında ki hayali suç ilişkisini ispat etmek için çaresizlikten bu yola müracaat ettikleri anlaşılmaktadır.

Alparslan ARSLAN avukattır. Bu avukatın davalar ve icra takipleri nedeni ile tanıdığı ve iş ilişkisine girdiği kişilerin son derece geniş olması makul bir husustur. Nitekim Alparslan ARSLAN?ı tanıdığı iddia edilen bu davanın sanıklarından Hüseyin GÖRÜM Danıştay soruşturmasındaverdiği ifadede son derece samimi olarak;

?Alparslan ARSLAN 2001 yılında avukat olarak evime icra konusu ile geldi. Evimden eşyayı kaldırdı. Bu olay neticesinde tanıştık ve bizim dürüstlüğümüzü anladı. Bu tarihten sonra zaman zaman işyerime gelirdi. Son bir yıldır Alparslan ARSLAN?ı görmüyorum.  Bu güne kadar Alparslan ARSLAN?la tahminen 6-7 defa görüştüm. İçine kapanık biridir? demiştir.

Gerek ben,(M.T.) gerekse benim ifademden etkilendiği anlaşılan M. Zekeriya ÖZTÜRK, Alparslan ARSLAN?ı VKGBH?ın toplantısında görmüş olabileceğimizi samimi ve tereddütlü bir şekilde ifade ederken, bu toplantıyı düzenleyen ve orada kimlerin olduğunu en iyi bilebilecek durumda olan Hüseyin GÖRÜM, VKGBH?nin toplantısında Alparslan ARSLAN isimli şahsın olmadığını net olarak ifade etmiş olsa idi hatırlayabileceğini belirtmiştir.

Nitekim bu kişinin delil olarak dayandığı toplantıyı görüntüleyen kamera kayıtlarından Alparslan ARSLAN?ın o toplantıda olmadığı ortaya çıkmıştır.

13-) M.Zekeriya ÖZTÜRK?ün Doğu PERİNÇEK ve İşçi Partisi ile ilgili olarak Ergenekon soruşturmasındaki ifadesi ile Danıştay soruşturmasındaki ifadesi gerçeğin tespiti ya da bu olaya tanıklıktan ziyade, önyargılı matbu bir görüşü ifade edecek tarzda olması son derece anlamlı olup, bu operasyonun bir kanadının İşçi Partisi üzerine gitmesinin gerekçeleri konusunda bir fikirde vermektedir.

Nitekim, kişi ifadesinde;

?Av. Alparslan ARSLAN?ın siyasi görüşü Doğu PERİNÇEK?in son dönem politik açılımlarına ters düşmemekte olup, Alparslan ARSLAN?ın ve benzeri şahısların PERİNÇEK için profilleri ve eylemsel yapıları tercih sebebidir. Çünkü PERİNÇEK sıraladığımız istek ve amaçlarına ulaşmak için her yolu deneyebilecek bir yapıdadır? diyerek kişisel çatışmalarına değişik boyutlar kazandırmak amacı ile özel bir çaba içerisine girdiği anlaşılmaktadır.

Bu kişinin Hüseyin GÖRÜM ile Alparslan ARSLAN arasındaki ilişkileri de aynı boyutta değerlendirmeye kalkması karşısında yorumlar yaparak görmediği hususları dahi zanlarla soruşturma dosyasına taşıma gayretlerini iyi niyetle karşılamak mümkün değildir.

14-) Her nedense iddianame savcıları Danıştay dosyasına bir bütünlük içerisinde bakmaktan imtina etmişler, işlerine gelen bölümleri parça parça alarak kendi tezlerine dayanarak yapmak istemişlerdir. Ancak seçilen bu zorlama yol, inandırıcılıklarının kaybolmasına da sebebiyet vermiştir.

Erhan TİMUROĞLU?nun Danıştay soruşturmasındaki ifadeleri olayı büyük ölçüde aydınlatırken, iddianamenin 413. sayfasında çok ilgisiz kısımlarından küçük üç cümlenin aktarılması aslında gerçekleri gizlemek amacı ile İstanbul savcılarının maksatlı bir karartma uyguladıklarını ortaya koymaktadır.

Oysa bu kişi 24.5.2006 tarihli emniyet ifadesinde;

?Osman YILDIRIM???. Yaklaşık 1,5 saat sonra bara bizim yanımıza geldi. Bara geldiğinde küçük bir naylon poşet vardı. Burada bana taş atma işinin, Cumhuriyet gazetesine el bombası atma işinin olduğunu söyledi. Bende kendisine neden atacağımızı sorduğumda; ?Anamızın, bacımızın taktığı başörtüsünü domuza giydirerek bizimle alay ediyorlar, bende bomba atıp özür dilemelerini bekliyorum.?

?Tam gazete binasının önünden geçerken Alparslan ARSLAN montunun cebinden çıkardığı el bombasını Allah-u Ekber diyerek gazetenin bahçesine attı. Kaçışımız sırasında Alparslan ARSLAN insanın başına taktığı başörtüsü domuzun başına geçirilemez diye bağırdı?

?Aracı, Av. Alparslan ARSLAN kullanıyordu. Yanında Osman YILDIRIM, arka koltukta ise ben ve İsmail SAĞIR bulunuyorduk. Yolda giderken Ankara?da yapılacak iş hakkında konuşmaya başladık. Alparslan ARSLAN, bize Danıştay başkanının öldürüleceğini ve bunun sebebinin ise başörtüsü kararını onaması olduğunu söyledi.?

?15.05.2006 günü saat 22:00 sıralarında Ankara?ya indik?.. Osman YILDIRIM?ın çocukluk arkadaşı olan ve ismini bilmediğim bir şahıs ile buluştuk. Bu şahıs bizi yemeğe götürdü. Yemekte Osman YILDIRIM?ın arkadaşı, Osman YILDIRIM?a Ankara?ya ne için geldiğimizi sordu. O da Ankara?da dava dosyalarının olduğunu, avukatı Alparslan ARSLAN ile birlikte bu işleri takip edeceğini söyledi. Bizi Ulus semtinde bulunan Selvi Otel?e götürdü. Otelde ben ve İsmail Sağır birlikte, Av. Alparslan ARSLAN ile Osman YILDIRIM ise birlikte kaldılar.?

?Alparslan ARSLAN arabadan inmeden önce çantasından çıkardığı üç adet tabancayı aracın torpidosuna bıraktı.  Silahların ikisi naylon muhafazası içerisinde, birisi ise çıplaktı. Bu arada Vakit gazetesinin haber yaptığı iste o üyeler başlıklı gazete kupür fotokopileri ise arabanın el freninin yanında duruyordu.?

?Alparslan ARSLAN buradan Osman YILDIRIM?ı aradı ve bulunduğumuz yere çağırdı. Yaklaşık bir saat kadar sonra Osman YILDIRIM bulunduğumuz yere geldi. Arabaya yanımıza oturdu. Alparslan ARSLAN ile neden geç kaldığı konusunda tartışmaya başladılar. Osman YILDIRIM kendisine yapılan bu eylemlerden dolayı bu çocukların eşkâllerinin belirlendiğini, cezaevine girmeleri halinde para konusunda kimlerin yardımcı olacağını söylediğinde, Alparslan ARSLAN?da kendisine ölürsek beraber ölürüz şeklinde karşılık verdi.?

?Ben (Erhan TİMUROĞLU) 22.00 sıralarında Osman YILDIRIM ile Alparslan ARSLAN?ın kaldıkları odaya gittim. Ancak Alparslan ARSLAN yoktu. Burada Osman YILDIRIM?a abi bu işin sonu ne olacak diye sorduğumda rahat olmamızı ve herhangi bir şey olmayacağını söyledi.?

Erhan TİMUROĞLU?nun ifadelerinden Osman YILDIRIM?ın Danıştay baskınından haberi olmadığına ilişkin beyanlarının doğru olmadığı anlaşılmaktadır. Osman YILDIRIM ile Alparslan ARSLAN, Danıştay cinayetini birlikte planladıkları ve Ankara?ya bu cinayetin işlenmesi maksadı ile gelindiği ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple Osman YILDIRIM?ın gerek gizli tanık olarak gerekse açık tanık olarak verdiği beş ifadenin hiç birisinin gerçeği yansıtmadığı, Danıştay baskınından ceza almasının önlenmesi için savcılarla birlikte çalışma yaptığı ve atfı cürümde bulunduğu net bir şekilde vuzuha kavuşmaktadır.

Kaldı ki kendi ifadesinde kendi arabasını da Ankara?ya aldığını ifade ederken, Erhan TİMUROĞLU?nun ifadesinde Ankara?ya birlikte tek araba ile geldikleri anlaşılmaktadır.

Osman YILDIRIM?ın başından itibaren sürekli ifade değiştirmesi, gün aşırı verdiği ifadelerde uzlaşmaz çelişkilerin bulunması, Danıştay davasında mahkeme ifadesinde Cumhuriyet gazetesine yapılan saldırıya hiçbir şekilde katılmadığını ve bilmediğini ifade ederken, Ergenekon soruşturması için verdiği ifadelerde sadece Cumhuriyet gazetesinin bombalanmasına katıldığını ifade etmesi ve bu ifadeyi daha önce Danıştay soruşturmasının emniyet ve savcılık ifadelerindeverirken, istikbalde Yargıtay?ın bozma ihtimaline binaen Danıştay baskınından ötürü verilen cezalardan kurtarma vaadinde bulunulduğu ve ifadelerin kendi yönünden bu şekilde dizayn edildiği ortaya çıkmaktadır.

Böyle bir tanığın ifadeleri üzerine, gazetenin bombalanması ve Danıştay cinayetini sözde azmettiriciler üzerine yıkmaya çalışmak bir hukuk cinayeti işlemekten başka bir şey değildir. Savcılar burada hukukçu kimliğinden uzaklaşmışlar çirkin siyasetin bir parçası haline gelmişlerdir. Kendilerinin bu durumuna Türk adaletinin hangi noktalara getirildiği bağlamında üzüldüğümü ifade etmek isterim.

Bu ifadelerden anlaşılacağı üzere, iddianamede Alparslan ARSLAN ile şahsım arasında olmayan suç bağı zorla yaratılmaya çalışılmaktadır

Zira, Alparslan ARSLAN;

  • Veli KÜÇÜK?ü basından tanıdığını, babası İdris ARSLAN?ın Danıştay saldırısından sonra beyanda bulunduğu gibi Veli KÜÇÜK ile tanışmadığını,
  • Fikri KARADAĞ?ı birkaç kez Muzaffer TEKİN?in ofisinde gördüğünü
  • Muzaffer TEKİN?in ofisine 4-5 kez gittiğini,
  • Cumhuriyet gazetesine saldırı ile ilgili olarak Osman YILDIRIM?a 500.000 dolar alacaklarına ilişkin değerlendirmenin doğru olmadığını,
  • Veli KÜÇÜK?ün açıklamasından haberdar olmadığını ve kendisine ifade değiştirmek amacı ile böyle bir mesajın verildiğine ilişkin değerlendirmenin doğru olmadığını,
  • Veli KÜÇÜK ile bir FOTOĞRAF ÇEKTİRMEDİĞİNİ ifade etmiştir.

Osman YILDIRIM?IN Çelişkileri;

1-) 1993 yılından beri Veli KÜÇÜK?ü tanıdığını söylüyor. Alparslan ARSLAN ile 2004 yılından beri çok samimi görüşüyor. Alparslan, Veli KÜÇÜK?ü tanımadığını söylüyor. Bu önemli bir çelişki! Çünkü tanımış olsa idi mutlaka Danıştay davasında isminden bahsederdi. Muzaffer TEKİN ve Oktay YILDIRIM?ın ismini geçirmeme sebebi olarak sözde 500.000 dolar alacağını mazeret olarak gösterirken, Veli KÜÇÜK ismini anmamasının gerekçesini söylememiştir.

2-) Osman YILDIRIM, Alparslan ARSLAN ile Veli KÜÇÜK?ün, Kâtibim adlı çay bahçesinde buluştuklarında, zaman zaman kendisinin de birlikte olduğunu ifade etmesine rağmen, Alparslan ARSLAN, Veli KÜÇÜK?ü sadece basından tanıdığını beyan etmiştir. Buradaki ifadelerden Alparslan ARSLAN?ın ki daha sağlıklıdır. Zira, Danıştay saldırısından sonra da Veli KÜÇÜK?ü tanımadığını ifade etmiştir.

3-) Osman YILDIRIM?a verdirilen ifadeleri adeta daha önce çizilen mizansene uydurulmuştur. Çünkü Osman YILDIRIM?ın ifade verdiği dönemde,  Veli KÜÇÜK ile çekilen bir fotoğrafta bulunan kişinin Alparslan ARSLAN olmadığı meselesi aydınlanmamıştı. Ancak savcı, Alparslan ARSLAN?ın pasaport kayıtlarından 2004 yılında İsveç?e gitmediğini biliyordu. Burada tek bir ihtimal vardı. Osman YILDIRIM?a Alparslan ARSLAN kaçakta olsa yurt dışına çıkış yaptığını söyletmekti. Nitekim Osman YILDIRIM ifadesinde 2004 yılında Alparslan ARSLAN?ın çıkış yalanını bu şekilde uydurmuştur.

ANCAK BU FOTOĞRAFTAKİ KİŞİNİN ALPARSLAN ARSLAN OLMADIĞI ORTAYA ÇIKINCA SAVCI AYLARCA YAYINI YAPILAN BU FOTOĞRAFI İDDİANAMEYE KOYMAKTAN DAHİ İMTİNA ETMİŞTİR.

4-) Osman YILDIRIM?ın sözde yapılan toplantıda Osman GÜRBÜZ?ün Necip HABLEMİTOĞLU?nu öldürmesi konusunda 1 milyon dolarlık teklifini reddediyor olması da bir garabettir. Çünkü 2002 yılında 1 milyon doları kabul etmeyen Osman YILDIRIM, 2006 yılında 500.000 doları kabul ederek gazeteyi bombalama işini kabul ediyor. Buradaki beyanda normal hayat kurallarına uygun düşmemektedir.

5-) 1 milyon dolar gibi büyük rakamlardan bahsediyor ancak bu paranın kime ait olduğu, nereden temin edildiği veya edileceği, bu milyon doları teklif edenin, net olarak kim olduğu ifadeden anlaşılmıyor.

6-) Osman YILDIRIM iddianameden anlaşıldığı kadarı ile tetikçidir. Ancak tetikçi çok rahatlıkla SÖZDE ÖRGÜTÜN, SÖZDE LİDERİ ile tanışmakta, toplantılar yapmakta, doğrudan bu sözde liderler tarafından kendisine suikastlar önerilmektedir. Oysa iddianamenin her tarafında, SÖZDE ÖRGÜTÜN gizliliğinden bahsedilmekte, hiyerarşide yöneticilerle üyelerin birbirini tanımadığından bahsedilmektedir. Savcılar bu çelişmeyi nasıl izah edeceklerdir?

7-) Yine, iddianamede Osman GÜRBÜZ?e biçilen rol tetikçiliktir. Ancak işin ilginç tarafı sözde tetikçi Osman GÜRBÜZ, sözde diğer tetikçi Osman YILDIRIM?a para karşılığında suikast teklif ediyor. Bu nasıl hiyerarşik emir komuta zinciri ise Osman YILDIRIM rahatlıkla sözde liderin teklifini reddediyor ve dostlukları, sözde örgüt ilişkileri 2006 yılına kadar devam ediyor.

Hani bu örgütte emri yerine getirmeyen infaz edilirdi?

Sözde tetikçi ile sözde örgüt liderleri aynı toplantıya katılıyor ve sözde lider, tetikçiyle son derece samimi bir şekilde sanki daha önce suikastlar yapmışçasına bu görevde ona düşüyor diyerek görevi ona veriyor.

Burada da gizlilik kuralı lider-tetikçi tanımazlık kuralı rafa kalkıyor!

😎 Osman YILDIRIM sözde lider grubu 1993 yılından itibaren tanıyor ama kendisine hiç görev verilmiyor. 2002 yılında görev veriliyor, o da büyük bir özgürlük içinde görevi red ediyor.

Savcıya sormak gerek, terör örgütlerinde bu kadar geniş özgürlük var mı dır ?

9-) Osman YILDIRIM, birçok toplantıda Eser TÜRKYILMAZ?ın olduğunu ifade ediyor. HABLEMİTOĞLU cinayeti konuşulurken, Osman GÜRBÜZ bu konuda beyanda bulunurken bu kişi, Eser TÜRKYILMAZ yanında bulunuyor. Ancak soruşturma dosyasında ne şüpheli sıfatı ile ifadesi alınıyor ne de tanık sıfatı ile dinleniyor.

10-) Osman YILDIRIM, benim (M.T.), Alparslan ARSLAN ve Oktay YILDIRIM?ında yer aldığı 10-15 kişilik bir grubun Alparslan ARSLAN?ın bekâr arkadaşlarının kaldığı dubleks evde, üç el bombasının benim tarafımdan yan odadan, orada bulunan korumam gibi duran bir şahsa getirttiğimi belirtmiştir. Savcıya Osman YILDIRIM?ın düzmece ifadesi yetmiyor daha ileri boyutlara taşıyarak, bu beyanı tahrif ederek, ?yanında koruması gibi duran ?cümlesini ,”koruması olarak gezen” cümlesine dönüştürebilmektedir. Bir savcı bunu nasıl yapabilir, değerli mahkeme heyetinin takdirine bırakıyoruz.

Yanımda gezen korumam olduğu iddia edilen şahıs ile bir tek telefon konuşmamı acaba savcı bey delillendirebilir mi? Yanımda gezdiğine göre günde en az 1-2 kez telefon ile görüşmem gerekmez miydi? Niçin yok? Çünkü bu güne kadar kimseyi korumam amacı ile yanımda gezdirmedim.

11-) Osman YILDIRIM?ın ikinci bombanın atılmasından sonra Alparslan ARSLAN?ı vazgeçirmek için ikna etmeye çalıştığı iddiası da gerçek dışıdır. Tekin IRŞİ ifadesinde ikinci bombanın atılmasından üç gün sonra Coco Bar?da Erhan ve İsmail ile birlikte otururken, Osman?ın Erhan?ı aradığını, Erhan ve İsmail?in Mecidiyeköy?de Osman?la buluştuklarını, Osman?ın orada kendilerini beklediğini;

İkinci bombanın atılıp patlamaması nedeni ile Osman?ın İsmail?e çıkıştığını belirtmiştir. Bu beyanlarda da Osman YILDIRIM?ın gazeteyi bombalamak için ne kadar ısrarlı ve istekli olduğu anlaşılmaktadır.

12-) Benim (M.T.) 500.000 dolar vaadim doğru olsa idi, bombaların atıldığı tarih 2006 Mayıs ayıdır. Duruşmalar 19 ay sürmüştür. Bu süre içinde mutlaka Osman YILDIRIM?a ödeme yapılmış olması gerekirdi. Parayı almadığını ileri sürerek, duruşmalarda olayı anlatmadığını ileri sürmesi, inandırıcı değildir. Nitekim Danıştay olayında Ankara?ya gidiş sebebinin parayı almak için olduğunu belirtmiştir.(idd. s.460)

13-) Bombaların teslim edildiği mekân önem arz etmektedir. Eğer beyanlarda biraz ciddilik var ise bunun tespitini yapmak çok kolaydır. Savcılar nasıl Ankara?ya ifade almaya gitmişlerse, Osman YILDIRIM?ı yer göstermek için İstanbul?a getirtip nerede buluştuğunu, hangi eve gidildiğini tespit etmeleri gerekirdi. Yine bekâr arkadaşlarının kaldığı evden bahsedilmiştir. Bu durumda o evde, o tarihte Alparslan ARSLAN?ın bekâr arkadaşlarını bulmak son derece kolaydır. Bu Alparslan ARSLAN?dan sorulacağı gibi, söz konusu dubleks evin bağlı olduğu yönetimden ya da muhtarlıktan kimlerin kaldığı rahatlıkla tespit edilerek, böyle bir toplantının söz konusu yerde yapılıp yapılmadığı sorulabilir, yine toplantıya katılan isimlerin fotoğraflarından teşhisi yapılabilir. Bütün bunların yapılmayışı soruşturmanın son derece yüzeysel ve eksik yürütüldüğünü, çalakalem alınan atfı cürüm içeren beyanlarla onlarca kişinin mağdur edildiğini ortaya koymaktadır.

14-) Söz konusu toplantının yapıldığı yer her nedense orada bulunduğu iddia edilen sanıklara sorulmamıştır. Osman YILDIRIM?ın beyanından sonra, orada bulunan sanıkların ifadesine yeniden müracaat edilerek gerçek ortaya çıkarılabilirdi.

Osman YILDIRIM?ın söz konusu teşhisi bir fotoğraftan yaptığı iddia edilmektedir. Bu durumda fotoğraftaki yer ile Osman YILDIRIM?ın bahsettiği yer karşılaştırılarak fotoğrafın orada çekilip çekilmediği tespit edilebilirdi.

SÖZ KONUSU FOTOĞRAFTA NEDEN OSMAN YILDIRIM?IN, ALPARSLAN ARSLAN?IN VELİ KÜÇÜK?ÜN, ALPARSLAN ARSLAN?IN BEKAR ARKADAŞLARININ YER ALMADIĞI SORULMAMIŞTIR ?

Çünkü fotoğrafın çekildiği yer Ataşehir olmayıp, Osman YILDIRIM, Veli KÜÇÜK, Alparslan ARSLAN ve arkadaşları o toplantıda yoktu. Nitekim Alparslan ARSLAN?da bu toplantı iddiasını reddetmiştir.

15-) Muzaffer TEKİN?in söz konusu bombaların herkesin huzurunda vermesi iddiası da son derece ilginçtir.

SÖZDE ÖRGÜTÜN EN ÖNEMLİ İLKESİ GİZLİLİKTİR. AMA BOMBALAR 15 KİŞİNİN HUZURUNDA VERİLMEKTE, PAZARLIK KALABALIK GRUBUN İÇİNDE YAPILMAKTA, SÖZDE ÖRGÜT LİDERİ İLE, SÖZDE TETİKÇİLER KARŞILAŞIP BİRBİRİNİ TANIMAKTADIRLAR. OYSA SAVCI İDDİANAMENİN HER YERİNDE LİDERLERİN TETİKÇİLERİ ASLA TANIMAYACAĞI KURALINDAN HAREKET ETMİŞTİR.

16-) İfadeye göre Osman ARSLAN?ı Ataşehir?e götüren Alparslan ARSLAN?dır. Cumhuriyet gazetesine üçüncü bombayı atan yine aynı kişidir. O zaman neden 500.000 doları Osman YILDIRIM alacaktı? Buna anlam vermek mümkün değil. Ankara?da parayı kimden alacaktır, nereden nasıl alacak diye sorulmamıştır. 2006 yılı Mayıs ayında ileri sürdüğü gerekçeye, iki yıl sonra yine dayanabilmekte ve bu gerekçenin inandırıcılığı maalesef savcı tarafından test edilmemektedir. Hukuki ifadesinde 500.000 doları taahhüt eden önce Veli KÜÇÜK, sonra ben, sonra yine Veli KÜÇÜK?tür. Her ikimizin de ikametgâhları İstanbul?dadır.

17-) Av. Mehmet Ener, Süleyman ESEN?in avukatıdır. Ancak Osman YILDIRIM?ın 4 avukatı olmasına rağmen her nedense tevsi tahkikat talebini bu avukata yaptırmaktadır. 2008 yılı Ocak ayından sonra kurulan organizasyonda bu kişinin son derece aktif rol aldığı anlaşılmaktadır. Nitekim bu şahsın cezaevinde sık sık Osman YILDIRIM ile görüşmesi de 2008 yılı Ocak ayından sonraya rastlamaktadır. Osman YILDIRIM?ın söz verilmemesi nedeni ile olayları anlatmadığı iddiası inandırıcı değildir.

18-) Osman YILDIRIM’ın 13.03.2008 tarihli ifadesinde İbrahim GENÇ ve Ziya AYCAN isimli şahısların isimleri sıkça geçtiği halde savcı tanık olarak dahi bu insanları dinlememiştir.

19-) Osman YILDIRIM?ın 01.04.2008 tarihli ifadesinde Ankara 11.Ceza Mahkemesi hâkimlerine hakaret edercesine suçlamasına iddianamede savcı tarafından yer verilmesi son derece anlamlıdır.

20-) Osman YILDIRIM 01.04.2008 tarihli ifadesinde Cumhuriyet gazetesinin bombalanması eyleminin üçüncüsüne katılamadığını ifade etmiştir.

Ancak bunun doğru olmadığı diğer sanık ifadeleri ile ortaya çıkmıştır. Bombalama sırasında Mecidiyeköy?de beklemekte olup bizzat bombalama eylemine katılan Erhan?ı ve İsmail?i olay mahalline çağıran kişidir. Yine Tekin IRŞİ?nin beyanlarına göre DANIŞTAY OLAYI?nı Alparslan?la birlikte planladıkları, silah temin ettiği ve temin edilen diğer silahlardan haberi olduğu ve eylemi bilerek Ankara?ya birlikte gittikleri sabittir.

BU SEBEPLE TANIĞIN BÜTÜN AMACI DANIŞTAY CİNAYETİNİN BÜTÜN SORUMLULUĞUNU ÜZERİNDEN ATARAK ETKİN PİŞMANLIK VE TANIK  KORUMA YASASIN?DAN İSTİFADE EDEREK CEZAEVİNDEN KURTULMAKTIR. NİTEKİM, ATFI CÜRÜM NİTELİĞİNDEKİ  BİRBİRİ İLE ÇELİŞKİLİ İFADELERİN TEMEL AMACI BUDUR!

21-) Osman YILDIRIM?ın 12.03.2008 tarihli ifadesi ile 01.04.2008 tarihli ifadesi birbiri ile uzlaşmaz çelişkiler taşımaktadır.

  • 12.03.2008 tarihli ifadesinde talimatı Muzaffer TEKİN?den aldığını söylerken, 01.04.2008 tarihli ifadesinde talimatı Veli KÜÇÜK?ten aldığını ifade etmiştir.
  • 12.03.2008 tarihli ifadesinde el bombalarını Muzaffer TEKİN?den aldığını söylerken, 01.04.2008 tarihli ifadesinde el bombalarını Veli KÜÇÜK?ten aldığını ifade etmiştir.
  • 12.03.2008 tarihli ifadesinde bombaların kendisine10-15 kişilik grubun önünde yan odadan getirilerek verildiğini söylerken, 01.04.2008 tarihli ifadesinde Veli KÜÇÜK?ün sadece kendisinin ve Alparslan ARSLAN?ın bulunduğu ortamda verdiğini ifade etmiştir.
  • 12.03.2008 tarihli ifadesinde Muzaffer TEKİN?den 500.000 dolar taahhüt aldığını ifade ederken, 01.04.2008 tarihli ifadesinde Veli KÜÇÜK?ten para alacağına ilişkin beyanda bulunmuştur.

22-) 17.04.2008 tarihli ifadesinde yukarıda belirttiği ifadelerin de dışına çıkarak bu defa;

  • Danıştay saldırısını Veli KÜÇÜK, Muzaffer TEKİN ve Yusuf Ziya ARPACIK?ın organize ettiği,
  • Bomba atma teklifinin Veli KÜÇÜK tarafından yapıldığını ve kendisine500.000 dolar teklif ettiğini bu teklif sırasındaki toplantıda Muzaffer TEKİN, M.Fikri KARADAĞ, M.Zekeriya ÖZTÜRK, Kuddusi OKKIR, Oktay YILDIRIM?ın bulunduğunu.
  • Bombaların teslim edildiği toplantıda Veli KÜÇÜK?ün olmadığını,

Veli KÜÇÜK, Muzaffer TEKİN ve Oktay YILDIRIM ile zaten geçmişe dayalı tanışıklığının olduğunu beyanı ile 12.03.2008 ve 01.04.2008 tarihli ifadeleri ile son derece çelişkili beyanlarda bulunmuştur.

OSMAN YILDIRIM ÜÇ BEYANINDA DA ÜÇ FARKLI ANLATIMDA BULUNMUŞTUR.

Beyanlarının hiçbir inandırıcılığı yoktur. Kendisi aynı suçun faili olması, kendisini kurtarmaya yönelik beyanlarda bulunması, etkin pişmanlık veya Tanık Koruma Yasasından istifade etmek istemesi, anlatımlarının tutarsızlığı ve her birisinin içinde uzlaşmaz çelişkiler taşıması, mantık ve akıl kurallarının dışına çıkması sebepleri ile bu beyanların ciddiye alınması mümkün değildir.

Bu beyanlara dayanılarak iki önemli ARAÇ SUÇUN, sözde örgütten tutuklu insanların üzerine yıkılmaya çalışılması ve iddianamenin hazırlanması hukukun inkârı anlamına gelmektedir.

Savcının Osman YILDIRIM?ın beyanlarından başka ciddi bir delili yoktur. Kaldı ki bu beyanlar ile birlikte iddianamede belirttiği tüm deliller Ankara 11. Ağır Ceza  Mahkemesi tarafından değerlendirilmiş ve söz konusu kişilerle, sözde örgüt arasında hiçbir bağlantı olmadığına karar verilmiştir. Buna rağmen aynı delillerin iddianameye konularak bu defa, ek failler yolu ile Ankara da ki davanın İstanbul?a taşınmasında başarılı olunmuştur.

Savcılık,Bomba Bilgi Merkezince gönderilen bilgiye göre Ümraniye?de bulunan MKE 169-5-85 kafile numaralı bomba ile Cumhuriyet gazetesine atılan patlamamış el bombasının üzerinde yazılı 173-9-85 numaralı el bombasının benzer olduğunun tespit edildiğini. Ümraniye?de ele geçirilen 27 adet el bombası ile Cumhuriyet gazetesine atılan el bombasının Oktay YILDIRIM ile maddi bağlantısının maddi delili bulunduğunu belirterek büyük bir hataya düşmüştür.

Çünkü bırakınız iki kafile numarası arasındaki benzerliği hiçbir bağlantı yoktur. Ümraniye?de ele geçirilen 27 adet el bombası 1985 yılının 5. ayında 15260 adet olarak üretilmiş olup, MKE tarafından K.K.K teslim edilmiştir. Kafile numarası 169 ?dur. Oysa Cumhuriyet gazetesine atılan bomba 1985 yılının 9. ayında üretilmiş olup, kafile numarası 173?tür.

KAFİLE NUMARALARINDA BENZERLİK OLMADIĞI GİBİ, ÜRETİM TARİHLERİ BİLE FARKLIDIR!

Kaldı ki kafile numaraları aynı olsa bile aynı kafileden bombaların kullanıldığı olayların aynı fail ya da failler tarafından işlendiği anlamına gelmez.Çünkü aynı kafileden binlerce bomba üretilmekte ve çeşitli kurumlara MKE tarafından dağıtılmaktadır. Bu sebeple aynı kafileden olan bombaların ülkenin birçok yerine ve kuruma dağıtılmış olmasından ötürü farklı kişi ya da kişilerce temin edilebilmektedir.

ÖZETLE, BURADA ŞU TESPİTİ NET OLARAK YAPABİLİRİZ Kİ ÜMRANİYE?DE ELE GEÇİRİLEN 27 ADET EL BOMBASI İLE CUMHURİYET GAZETESİNE ATILAN BOMBALAR ARASINDA HİÇBİR MADDİ BAĞLANTI BULUNMAMAKTADIR.

Savcı büyük bir hataya düşerek olmayan bağlantıyı bu hatalı delile dayandırmış olmakla iddianamedeki kurgusu düşmüş bulunmaktadır.

Savcının özellikle çelişkiye düştüğü noktalardan biri, Eskişehir bombalarını da işin içine katarak Cumhuriyet gazetesine atılan 3 bombayı da Ergenekon terör örgütüne ait olduğu anlaşılmakta olduğunu ifade etmesidir.

İddianamenin 408. sayfasından itibaren, Cumhuriyet gazetesine atılan 3 bombanın Muzaffer TEKİN ya da Veli KÜÇÜK tarafından, Oktay YILDIRIM?la irtibatlandırılan üç bombanın verildiği konusu işlenirken 430. sayfada Cumhuriyet gazetesine atılan iki bomba ile Fikret EMEK?te çıkan bir bombanın kafile numarasının aynı olduğundan yola çıkarak ikinci bir irtibatlandırma kurması aslında savcının da bu konuda açmaza düştüğünü ÜMRANİYE olmazsa ESKİŞEHİR?deki bombalarla irtibat kurulsun anlayışıyla hareket ettiğini göstermektedir.

Savcının düşüncesine göre gazeteye atılan iki bomba Fikret EMEK?ten gelmiş ise, Ümraniye?den alınan sözde üç bomba nereye atılmıştır?

Oysa Osman YILDIRIM ifadesinde üç adet bombayı önce Muzaffer TEKİN, sonra Veli KÜÇÜK ve sonra yine Muzaffer TEKİN?den, Oktay YILDIRIM?a ait olduğunu iddia etmekte iken sanki bu iddiasını unutmuş gibi 430. sayfa da kafile numarasından yola çıkarak Eskişehir bombaları ile irtibat kurması çelişkili olduğu gibi hiçbir inandırıcılığı olmayan ispatsız gayri ciddi savlar olarak ortada kalmaktadır.

Savcılar iddianamenin 422. sayfasında kafile numarası BENZER olan bombaları 445. sayfasında kafile numarası AYNI olan bombalar haline getirmişlerdir. Bu bir hukuk skandalıdır.

İbrahim ÖZCAN, Alparslan ARSLAN?ı Şile?de ya da Maltepe?de ki fabrikada görmediğini sadece benim büromda gördüğünü belirtmiştir. Ayrıca Rasim GÖRÜM ile görüştüğümü beyan etmiştir. Her iki beyanda yalandır!

Nitekim Rasim GÖRÜM?ün ifadesi incelendiğinde;

  • İstanbul?a 2-3 yıldır gelmediğini,
  • Beni(M.T.) tanımadığını,
  • Kendisine gösterilen Osman YILDIRIM?ın Ataşehir?de çekildiğini iddia ettiği fotoğrafın Şile?de bir gezi sırasında çekildiğini, Ataşehir?i dahi bilmediğini kimsenin kendisine bomba vermediğini,Cumhuriyet gazetesinin bombalanması konusunda Osman YILDIRIM?ın iddia ettiği hiçbir toplantıya katılmadığını net bir şekilde ifade etmiştir. Rasim GÖRÜM?ün beyanları dahi, Osman YILDIRIM?ın yalan beyanını çürütmektedir. Çünkü söz konusu fotoğrafın Ataşehir?de değil Şile?de çekildiği yer ve zamanda Osman YILDIRIM?ın ve Alparslan ARSLAN?ın olmadığı ortaya çıkmıştır. Fotoğrafın çekildiği yerin keşfi gerçeği ortaya çıkaracaktır.(s.442-443)

23-) Aynı fotoğraf karesinde yer almak insanların mutlaka birbirlerini tanımalarını gerektirmez. Rasim GÖRÜM, Hendekte taksicilik yapan 32 yaşında bir gençtir. İstanbul?a son olarak 2-3 yıl önce geldiğini ve Ataşehir?i bilmediğini beyan etmiştir.

24-) Benim(M.T.) ile ortak noktasının olması mümkün değildir. Tanımak, görmek anlamında değildir. Nitekim bu toplantıda benim(M.T.) ile Rasim GÖRÜM?ün aynı fotoğrafta yer alması Osman YILDIRIM?ın beyanlarının doğruluğunu göstermez. Fotoğrafı ele geçiren savcılık, elinin altındaki Osman YILDIRIM?dan istediği gibi ifade alabilmektedir. Nitekim söz konusu ifade fotoğrafın bulunmasından sonra alınmıştır. Telefon analizlerinde de Rasim GÖRÜM?ün dernek üyelerinden sadece Kahraman ŞAHİN ile görüştüğü bu görüşme sayısının 5 kez olduğu anlaşılmaktadır. 2-3 yıllık süreç içerisinde bu görüşme sayısından Rasim GÖRÜM?ün dernek ile bir bağlantısı olmadığı da ortaya çıkmaktadır.

Savcı, Rasim Görüm?ün Ataşehir?de gerçekleştirildiği iddia edilen toplantıya katıldığı hususuna karar verirken sadece, Osman YILDIRIM?ın çelişkili ve sürekli değişen beyanlarına dayanmıştır. Bunun dışında hiçbir delil yoktur. Söz konusu fotoğraf Şile?de bir gezi sırasında çekilmiştir. Fotoğrafta Alparslan ARSLAN, Osman YILDIRIM yoktur. Söz konusu fotoğraf Rasim Görüm?ün benim(M.T.), Oktay YILDIRIM ve Alparslan ARSLAN ile Ataşehir?de toplantı yaptığımızı göstermez. Tam tersine Şile?ye yapılmış bir gezinin varlığının delilidir.

Tek başına İbrahim ÖZCAN?ın, benim(M.T.) ile Rasim GÖRÜM?ün görüştüğü beyanı olayın doğruluğunu göstermez.

Bu beyanı ben kesinlikle red ettiğim gibi, Rasim GÖRÜM?de kabul etmemektedir. Kaldı ki telefon görüşmeleri ile de teyit edilememektedir. Diğer iki tanık, savcının iddiasının tersine Rasim GÖRÜM?ün İstanbul dışında yaşadığını ifade etmiştir.

Savcı, iddianamenin 445. sayfa 2. paragrafın son cümlesinde, yine tercih hakkını kullanarak joker kabul ettiği Osman YILDIRIM?ın ifadesinden, 12.03.2008 tarihli ifadesine öncelik vererek, bombaların benim(M.T.) tarafımdan verildiğini ve verilirken de Oktay YILDIRIM?ın da hazır bulunduğunu ileri sürerek mücerret suç isnadı olarak görmemiş, soruşturma kapsamına ve maddi deliller ile örtüştüğünden itibar edilmesi gerektiğine hükmetmiştir.

Savcılara soruyorum;bu iddia, soruşturmanın gerçek dışı hangi beyanları ile hangi maddi deliller ile örtüşmektedir?

  • Osman YILDIRIM?ın birbiri ile çelişen dört ifadesi ile mi?
  • Ümraniye bombaları ile Cumhuriyete atılan bombaların bırakınız kafile numarasından, benzer kafileden dahi olmayışı ile mi?
  • Rasim GÖRÜM?ün de yer aldığı, fotoğrafın Ataşehir?de değil de, Şile?de çekilmesi gerçeği ile mi? örtüşüyor. Savcıların önce samimi olarak bunlara cevap vermesi gerekir.

Türk hukuk tarihinin bu kadar çelişkiyi bünyesinde barındıran bir iddianameyi bugüne kadar görmediği kanaatindeyim.

Yine iddianamenin 445. sayfasında daha ilk paragrafta savcı hata yapıyor;

?Arkadaşı, Alparslan ARSLAN?ın ismini bilmediği bir kişi ile gelerek kendisini Ataşehir?de Migros?a yaklaşık 500 metre mesafede bulunan dubleks villalardan oluşan birsite içerisindeki villaya götürdüğünü ?.? yazarak, Alparslan ARSLAN?ın yanındaki biri ile Osman YILDIRIM?ı aldığını beyan ediyor.

Oysa iddianamenin 409. sayfasının son paragrafında;

???bir gün sonra akşam vakti Ataşehir semtindeki Migros?un önüne gittiğini kendisini buradan Alparslan ARSLAN?ın arabasıyla ismini bilmediği bir şahsın aldığını?.? diyerek, kendisinin Alparslan ARSLAN tarafından alınmadığını Osman YILDIRIM ifade etmiştir.

İşte, Türkiye?yi sarsan bu davanın iddianamesinden bir ciddiyetsizlik örneği daha? Bir büyük hata da söz konusu fotoğrafların, bombaların teslim edildiği iddia edilen Ataşehir?de değil, bir gezi için gidilen Şile konusunda yapılıyor.

Güya aramalarda elde edilen fotoğraflar Osman YILDIRIM?a gösteriliyor. Osman YILDIRIM?da bu fotoğrafları Ataşehir?de bombaların verildiği toplantıda bulunan kişileri tespit ediyor.

Oysa savcı; Osman YILDIRIM?a ?buyur şu bombaların sana teslim edildiği eve gidelim, bana şu evi göster? dese olay aydınlanacak. Aslında böyle bir teslim olayının olmadığı ortaya çıkacağı gibi, söz konusu fotoğrafında Ataşehir?de çekilmediği ortaya çıkacak.

Böyle bir keşfin yapılmaması maksatlıdır. Gerçeğin ortaya çıkmaması için yer göstermesi yapılmamıştır!!!

Savcı, Rasim GÖRÜM?ün son derece samimi beyanlarını iddianamenin 446. sayfasında belirttikten sonra, bu ifadeyi çürütmek imacı ile şu gerçekleri ileri sürüyor.

Savcı diyor ki;

?Cumhuriyet gazetesinin İstanbul?da ki binasına atılan el bombasının Ümraniye ilçesinde ele geçen kasa içerisindeki el bombaları ile aynı kafileden olması??.?

Bu ifade yanlıştır!

Yukarda izah edildiği gibi, iki bombanın kafile numaraları farklıdır. Bu yanlışı yapan ve iddianameyi bu yanlış üzerine tesis eden savcının hiçbir beyanı ciddiye alınamaz!

Savcı diyor ki;

?Söz konusu eylemin planlandığı toplantıda Oktay YILDIRIM?ın da bulunduğunu beyan etmesi?.? Osman YILDIRIM?ın bu ifadesini inandırıcı bulmak mümkün değildir. Savcı, Osman YILDIRIM?ın bu ifadesini neye dayanarak temel almaktadır. Bu atfı cürümü destekleyen tek bir delil var mıdır? Eğer söz konusu fotoğrafın o toplantıda çekildiği ileri sürülüyorsa o takdirde o fotoğrafın Ataşehir?de çekildiğinin ispatı gerekecektir. Oysa fotoğraf Şile?de çekilmiştir. Şile?de çekilen yere gidilerek keşif yapılabilir. Gerçek ortaya çıkabilir. Şile?de ki köyün adı Ahmetkaraca köyüdür.(fotoğraflar orada çekilmiştir)

Yok, fotoğrafa dayanılarak beyanda bulunulmuyorsa bu kadar çelişkili beyanda bulunan kişinin bu beyanının doğruluğunu teyit için mutlaka ciddi yan delile ihtiyaç olacaktır. Osman YILDIRIM?ın orada olduğunu  hiç kimse ifadesinde doğrulamamıştır. Bilakis inandırıcı ifadelerle aksi beyanlarda bulunmuşlardır.

Özellikle Alparslan ARSLAN böyle bir toplantının olmadığını belirterek suç ortağını yalanlayabiliyor. Buyursun savcı böyle bir toplantının yapıldığını mükâfat vaat edilen, Osman YILDIRIM?ın beyanından başka bir delil göstererek ispat edebilsin. Soyut iddialar ile ciddi suçlamalar yapılamaz. İddianame ciddi bir hukuk belgesidir. Siyasi komplo romanlarına bu belgede yer veremezsiniz!

İddianame siyasi hesapların aracı olarak da kullanılamaz. Gün olur siyasi ikbal hesabı yapanlar bu belgelerde, bu sefer şahsımın yer aldığı gibi senaryolar yazılarak değil ciddi bir şekilde yer alırlar.

Savcı Osman YILDIRIM?ın beyanında ki benim kendisine sözde el bombalarını verirken;

?Bunlar Cumhuriyet gazetesine atılacak. Rahat ol kimse ölmeyecek. O şekilde olsun? beyanına uygun şekilde gerçekleştiğinin anlaşılması cümlesini hangi delile dayanarak kullanmıştır; gerçekten şaşırtıcıdır. Savcı Osman YILDIRIM?ın bu düzmece beyanını mutlak gerçek olarak algılayıp, sanki inandırıcı delillerle ispat edilmiş gibi, olayda da kimsenin ölmemesi sebebi ile sonucun ve beyanın arasında uyum olduğunu ileri sürerek bundan netice çıkarmak akıl ve mantık kuralı ile bağdaşmayan yorum yapabilmektedir.

Yoruma göre;

*Osman YILDIRIM?ın beyanı mutlak doğrudur ve tartışılmaz.

*Bu beyana göre ben kimsenin ölmesini istememişimdir.

*Olayda kimse ölmemiştir.

*O halde bu olay benim talimatım ile gerçekleşmiştir.

Savcı, önermeyi doğru bulan bir beyin bulabilirse kendisine diyebileceğimiz bir şey yoktur. Aksi takdirde savcı hakkında sorgulanacak birçok husus vardır. Bu şahsın ifadelerini ciddiye alarak iddianamenin temeli yapmak, İKİ ARAÇ SUÇUN sözde ERGENEKON ÖRGÜTÜN?ce işlendiğinin delili olarak göstermek ya hukuku bilmemek anlamına gelir, ya da bu iddianamenin tamamen hukukun dışında yabancı amaçlara hizmet anlamına gelmektedir.

Üç savcının genç yaşta da olsa, hukuk fakültelerini bitirdiğini düşündüğünüzde, burada ikinci seçenek ağırlık kazanmakta, değerli mahkemenin önüne getirilen dava TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ?nin bir örneği olarak karşımıza çıkmaktadır.

Savcının bu ifadeleri değerlendirmekten, çelişkileri açıklamadan, aradan işine geldiği ifadeyi çekip kullanması diğerlerini yok kabul etmesi hukukun katlidir!

Mesleği savcılık olan birisi bunu yapamaz. Bir hukuk belgesi bu şekilde düzenlenemez. Bir tanığa ilişkin elinizde birbiri ile uzlaşamayan dört ifadesi var ise, bunlardan birini kullanıp, üçünü atamazsınız. Ancak alınan ifadeleri yorumlayarak akla, bilime, olayların akışına uygun şekilde davranmak zorundasınız. İddianamede mantık kuralları alt üst edilmiştir!

İddianamenin 444. sayfasında savcı ikinci bir tanıktan bahsetmekle birlikte, beyanına değindiği, ancak ismini vermediği tanık, muhtemelen Süleyman ESEN olmakla birlikte bu kişi Av. Hakkı KURTULUŞ?un Kâtibim çay bahçesine gittiğini ifade etmiştir. Süleyman ESEN ?in ifadesinden Alparslan ARSLAN ile Veli KÜÇÜK?ün bir çay bahçesine gittiği nasıl yorumlanabilir. Akıl ve izan bu satırları terk etmiştir.(s.444) Bu iddianamenin ciddiye alınarak, bir hukuk belgesi olarak asla kabul edilemeyeceği iddianamenin 443-444 ve 445. sayfaları okunduğunda anlaşılacaktır.

443. sayfada Osman YILDIRIM?ın 12.03.2008 tarihli ifadesi esas alınmış, bombaların benim(M.T.) tarafımdan verildiği ifadesi işlenmiştir.

444. sayfanın başında kıymetli hukuk bilgisine sahip savcılar, Osman YILDIRIM?ın ifadelerini, irdelenen konu ile ilgili olarak bütünlük içerisinde değerlendirme girişiminde bulunacaklarını beyan etmişlerdir. İlk paragrafında 12.03.2008 tarihli ifadeyi esas alarak bombaların Muzaffer TEKİN tarafından verildiğini işlemişler, arkasından ifade sahibi Osman YILDIRIM?a destek vermek amacı ile onun Cumhuriyet gazetesine üçüncü saldırıda bulunmadığı kanaatine vararak, istek ve arzusu doğrultusunda olayı yorumlamışlar ama diğer tanıklar Erhan ve İsmail?in ifadelerinde geçen;

*Üçüncü saldırıda Osman?ın Mecidiyeköy?e geldiğini,

*Burada Alparslan?la buluştuklarını,

*Üçüncü saldırı için Erhan ile İsmail?i çağırdığını,

*Burada konuşulduktan sonra, Osman?ın Mecidiyeköy de kaldığına ilişkin beyanları GÖRMEMEZLİKTEN gelmişlerdir.

Osman YILDIRIM?ın savcılar için yaptığı bu fedakârlığın karşısında savcılarda onu, üçüncü saldırıdan ve Danıştay saldırısında bulunduğunu görmemezlikten gelseler, her halde büyük kusur işlemiş olmayacaklardır.

Al gülüm ver gülüm oyunu tanık ve savcılar arasında açıktan oynanmaktadır. Karşılıklı fedakârlıklar ve jestler yapılarak organizasyon ortaklaşa yürütülmektedir.

444. sayfanın son paragrafında sanki bundan önceki paragrafta bombaları benim(M.T.) verdiğime ilişkin ifadesi hiç anlatılmamış gibi, bu defa işler Veli KÜÇÜK?e veriliyor. Ancak savcılar okudukları ifadeleri birbirine karıştırmış olsalar gerek 17.04.2008 tarihli ifadeyi de buraya dâhil ederek, Bomba teslim işini yeniden değiştirip teslim kararının ve taahhüdün Veli KÜÇÜK tarafından yapıldığını ama bomba teslim işinin yine bana(M.T.) kaldığını maalesef aynı paragraf içinde yapabilmişler, ancak çelişkileri görmezlikten gelebilmişlerdir.

Bir sonraki paragrafta yine durum değişmiş, Muzaffer TEKİN, gazeteye atılacak bombalar karşılığında 500.000 dolar verileceğini taahhüt ettiğinden Osman YILDIRIM duruşmalarda bombaların Muzaffer TEKİN tarafından verildiğini söylemediğini belirtmişlerdir.

Ben alt alta yapılan bu kasıtlı yazımların açıklamasını iddianame savcılarına sormuyorum. Çünkü onlar görevlerini layığı ile yerine getirmişlerdir. AKP, tarikat koalisyonu onları ayakta alkışlamaktadır.

Savcılar Esra Feride GÖKÇİMEN?in ifadelerini ek olarak sunmuşlardır.

Esra Feride GÖKÇİMEN?in beyanları son derece afakî ve tutarsız olup, dosya sanıklarından Semih Tufan GÜLALTAY?la ihtilaflarından ötürü bu kişiyi zor duruma düşürmek amacı ile verilen beyanlar olduğu anlaşılmaktadır.

Taraflar arasında siyasi parti yönetiminden kaynaklanan çekişmeler, ceza davası ihtilafları, bu kişiyi böyle bir ifade vermeye yönlendirmiş olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü bu şahsın ifadesinde ismi geçen ben(M.T.) Semih Tufan GÜLALTAY söz konusu iddiaları kabul etmediğimiz gibi,  Esra Feride GÖKÇİMEN?in atfı cürüm niteliğindeki bu beyanları doğrulayacak başkaca tali deliller de bulunmamaktadır. Nitekim Semih Tufan GÜLALTAY, bu ifadeleri çürütecek şekilde beyanlarda bulunmuş, ayrıca parti binasının Küçükyalı?da değil, Şişli?de olduğunu Alparslan ARSLAN ?ı tanımadığını ifade etmiştir.

Esra Feride GÖKÇİMEN, Eylül 2008 tarihinde görülmekte olan dava duruşmasında, daha önce verdiği ifadeleri yalanlamış, sadece eşinden bazı konuları duyduğunu beyan etmiştir.

Savcı kasıtlı bir yönlendirme daha yapmıştır. Semih Tufan GÜLALTAY?ın düzenlemesine ön ayak olduğu Azerbaycan?la ilgili açık hava toplantısı kesinlikle söz konusu değildir. Söz konusu toplantı Azerbaycan Türkleri tarafından her yıl geleneksel olarak düzenlenen toplantıdır. Bu toplantılara Azerbaycan konsolosluk yetkilileri de katılır. Son yıl bende bireysel olarak katılımcı olarak bulundum. Ancak bütün organizasyon Azerbaycan Derneği tarafından gerçekleştirilmiştir. Toplantının Semih Tufan GÜLALTAY?la bir ilişkisi yoktur! Bu güne kadar GÜLALTAY ile ilişkilerim beşeri düzeyde olmuştur ve 2004 yılından beri de görüşmedik.

Şirket Ortaklığı

İddianamenin en çok istismar edilen konulardan biri de şirket ortaklığıdır. En az yirmi yılı aşkın süredir, komşuluk ilişkim ve dostluğum nedeni ile Doğuş Faktoring?e finans şirketleri yönetim kurulu üyelerinde aranan üniversite diploması ile şeklen ortak oldum. Kısa bir süre sonra titizlik göstererek, ticaret sicilinde kendi rızam dışında kararların yayınlandığını ve bana ait olmayan imzaladığım metinleri görünce derhal ortaklıktan çıkmak için Kadıköy Asliye Ticaret Mahkemesine dava ikame ettim. Dava dosyası tetkik edildiğinde bu savunmanın gerçekliği ortaya çıkacaktır. Bu davanın fotokopisi dosyaya bir delil olarak sunulmuştur. SAVCI BU DOSYAYI DELİL OLARAK DEĞERLENDİRMEMİŞ. ADETA YOK FARZ EDEREK CMK 160 \ 2 MAD. AYKIRI DAVRANMIŞTIR.

Şirketin ortakları ticaret sicilinde bellidir. Bu sebeple resmi kayıtlara rağmen ortak ithal ve icat etmek doğru değildir. Kişilerin komşulukları ya da uzak veya yakın dostlukları nedeni ile cenazelerine katılmak, dini vazifelerini yerine getirmek örgütsel ilişkinin varlığı olarak kabul edilemez. Söz konusu cenazeye Sedat PEKER?in yakınlarının gelmesi de, Sedat PEKER?le benim aramda örgüt ilişkisinin olduğunu göstermez.

Osman YILDIRIM?ın çelişkili beyanlarına istinaden Fikri KARADAĞ?ın sözde bombaların teslim edildiği sırada orada bulunduğunun kabulü de mümkün değildir. Fikri KARADAĞ?ın bulunduğu fotoğraf Şile?de çekilmiştir. Fikri KARADAĞ ne Alparslan ARSLAN?ı ne de Osman YILDIRIM?ı tanımamaktadır. Toplantıyı kabul ettiğine ilişkin bir beyan yoktur.

Savcı, Ertuğrul YILMAZ, Ayhan PARLAK, Sedat PEKER, Fikri KARADAĞ ve benim(M.T.) arasındaki ilişkileri; cenazeye katılma Osman YILDIRIM?ın düzmece beyanları ve şekil ortaklığına dayanarak ileri sürmektedir. Oysa bu ilişkilerin ikisi de sosyal ve insani maksatla kurulduğu ve yapıldığı ortadadır.

Benim tamamen şekil ortaklığı yaptığım ve açmış olduğum ortaklıktan ayrılma davası ile ispat edilmiş olmakta bu şirketin avukatının Alparslan ARSLAN olduğunu bilmemden doğal ne olabilir ?….

Veli KÜÇÜK ?ün Saygı ÖZTÜRK?e verdiği röportajda benim ile ilişkisi sorulması üzerine beni Süleyman olarak bildiğini ifade etmesinin, Alparslan ARSLAN?a bir mesaj olarak gönderildiğini, bu nedenle Alparslan ARSLAN?ın bombalardan Süleyman ESEN?i sorumlu tuttuğunu ve ifade değiştirdiğinin savcı tarafından sorgulanması tam bir komedidir.

Bu faraziyenin geçerliliği halinde, Saygı ÖZTÜRK?ün de örgüt üyesi olarak kabul edilmesi gerekecektir. Saygı ÖZTÜRK?ün sorduğu sualleri Veli KÜÇÜK tespit etmemiştir, ya da bu suali soracaksın diye bir anlaşma olmamıştır. Yine bu programda Veli KÜÇÜK?ün olacağına ilişkin bilginin Alparslan ARSLAN?a aktarılması, Alparslan ARSLAN?ın o gün yayından haberdar olarak izlemesi ve programdan işaret olarak ifade değiştirmesi, bombaları temin ettiği kişinin Süleyman ESEN olduğunu belirtmesi, inanılmaz bir mizansendir. Bu tür faraziyelerle polisiye roman yazılabilir ama iddianamede bu tür olayları kullanmak ciddi bir meslek olan savcılık için asla uygun düşmez! İnandırıcılığı olamayan bir faraziyeye iddianamede yer vermek savcının delil olarak nelerden medet umduğunu göstermesi açısından son derece ilginçtir.

Veli KÜÇÜK, söz konusu röportajda benim intihar olayımı şahsi düşüncelerine göre değerlendirmiştir. Savcı bu anlatımı bile örgüt ilişkisi içerisinde başarısız kalan kişinin dışlanması olarak nitelendirmiştir. Ancak bu beyanda bulunmakla kendisi ile çelişkiye düşmektedir. Bana sözde örgüt?te biçilen rol aynen Veli KÜÇÜK?te olduğu gibi KÖPRÜ PERSONEL görevidir, yani yöneticiliktir. Eşit konumda bulunan iki sözde yöneticinin bu şekilde birbirini tavsiye etmesi asla mümkün olamaz. Kaldı ki bu fikre de olayları değerlendirerek değil, hiçbir sözde örgüt üyesinin kabul etmediği Ergenekon lobi belgesini değerlendirerek varmaktadır.

Veli KÜÇÜK eğer böyle bir yola müracaat etme ihtiyacı hissetmiş olsa idi, bunun için son derece anlamsız böyle bir yolu tercih edeceği yerde çok daha kolay yollara müracaat edebilirdi.  Alparslan ARSLAN?ın cezaevinde böyle bir programı takip edip izleyeceğinin, ya da haberi olacağının, verilmek istenen mesajın algılayacağının bir garantisi de yoktur. Bu yolla mesaj iletmeyi filmler de dahi gerçekçi bulmak mümkün değildir.

Alparslan ARSLAN ile Süleyman ESEN?in ilişkileri son derece detaylı ve derindir. Her ikisi de Salih KUNTER?in tarikat okulunun öğrencileridir. Sınıf arkadaşlıkları avukatlık yıllarında da devam etmiştir. Aralarında siyasi ve ideolojik bir bağ da mevcuttur. Alparslan ARSLAN?ın ifadeleri dikkatlice tetkik edildiğinde, atfı cürüm yoluna pek müracaat etmediği anlaşılmaktadır. Bazı ifade değişikliklerine gitse de, eylemini kabul etmiş, yapma gerekçelerini ilk günden son güne kadar değiştirmeden savunmuştur. Tarikat baskısı, ya da cezaevinde aralarında yapılan mutabakatlar sonucu, Süleyman ESEN?i devre dışı bırakmaya karar vermiş olabilirler. İlk akla gelen budur.

Kaldı ki, Alparslan ARSLAN?ın Süleyman ESEN?e atfı cürüm yapması birçok sebepten ötürü son derece zor ve tercih edilecek bir yol değildir.

Çünkü;

-Süleyman ESEN okul arkadaşıdır.

-Süleyman ESEN avukat olup, avukatlık yıllarında da dostlukları devam etmiştir.

-Alparslan ARSLAN?ı Salih KUNTER?in tarikat dergâhına götüren ve tanıştıran Süleyman ESEN?dir.

-Sık sık dergâhta toplantılar yapmaktadırlar.

-İdeolojik ve siyasi görüş birliktelikleri mevcuttur.

-Arkadaşları da ortak olup, dini bir grubun üyesidir.

Böyle bir yakın ve derin ilişkiler bağı olayın akabinde, bombaları temin ettiği Süleyman ESEN?in ismini vermeyi engelleyici bir mahiyettedir. Ancak olaydan 1,5 ay sonra gelişmeler Alparslan ARSLAN?ın istediği gibi gitmeyince, ya da sanıklar arasına ihtilaf girince bu kişinin ismini vermesi son derece makuldür. Ancak gerçeği anlattıktan sonra kendisine cezaevine gelen ya da ailesine yapılan manevi veya maddi tarikat baskısı sonucu ifadesini değiştirmesi de mümkündür.

Burada asıl unutulan bir ilişki bağı Fethullah GÜLEN?in yeğeni olarak ortaya çıkan Alparslan ARSLAN?ın ve Süleyman ESEN?in aynı arkadaş grubu içinde bulunan Kemalettin GÜLEN?in olaya dahil olmasıdır!

Kemalettin GÜLEN, Alparslan ARSLAN?ın yakın arkadaşıdır. Alparslan ARSLAN, Danıştay cinayeti olayını bu kişiye açmış ve bu kişi kendisine her türlü maddi ve manevi desteği vereceğini taahhüt etmiştir. Bu konuda verilen Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesindeki ifadeler arka planda tutulmuş, basında oto sansür uygulanmıştır.Alparslan ARSLAN?ın Glock marka silahların bedellerini nasıl temin ettiği konusunu çözümlemek için mutlaka Alparslan ARSLAN ileKemalettin GÜLEN arasındaki ilişkilerin hangi boyutlara vardığını tespit etmek gerekir. Nitekim bu ilişkiler ağını basında anlatan gazeteci Ahmet HAKAN bu kişi tarafından tehdit edilmiştir. Kemalettin GÜLEN hakkında tehdit suçundan kamu davası açılmıştır. Ancak Kemalettin GÜLEN?i, Danıştay cinayetinden irtibatlandırılmaktan özellikle kaçınılmıştır.Mahkemeden talebimizin Kemalettin GÜLEN?in bu konuda fikirlerine müracaat edilerek, Alparslan ARSLAN ile ilişkilerinin detaylı bir şekilde araştırılması olacaktır.

Alparslan ARSLAN?ın Kemalettin GÜLEN?le telefon rabıtaları, iş ilişkileri tarikat bağlantıları mutlaka incelenmeli, Kemalettin GÜLEN?in 2006 Nisan-Mayıs ayları dönemindeki telefon trafiği, bankalardaki hesap hareketleri mutlaka masaya yatırılmalıdır. Kemalettin GÜLEN?in Ankara?da alınan ifadeleri celbedilmeli, ifadesine müracaat edilmeli, Ahmet HAKAN ile olan ceza dosyası celbedilmeli ve Ahmet HAKAN?da tanık olarak dinlenip bildikleri sorulmalıdır.(s.451-52)

İddianamenin düzenlenmesinin temel amacı, Cumhuriyet gazetesinin bombalanması vemenfur Danıştay cinayeti üzerindeki tarikat bağlantılarını örterek, söz konusu menfur saldırıyı ulusalcıların, bağımsız milliyetçilerin ve vatanseverlerin üzerine yıkmaktır. Cinayetten hemen sonradönemin Devlet Bakanı, bugünün Adalet Bakanı M.Ali ŞAHİN ?in sürprizlerin çıkacağına ilişkin açıklamaları dönemin Terörle Mücadele Yüksek Kurulu Başkanlığı sıfatı ile MİT ve Emniyet gibi güvenlik kurumları ile sıkı ilişkiler içerisinde bulunan Abdullah GÜL?ün gazetecilerle yaptığı sohbetlerde, Ümraniye soruşturmasına dikkat edin, altından çok şey çıkacak açıklamaları 2002 yılında uygulamaya sokulan senaryonun olgunlaştırıldığı dönemlere rastlamaktadır. 2002 yılı Temmuz ayında MİT?e imzasız mektup ve CD?lerin gönderilmesi ile ERGENEKON SENARYO?sunun düğmesine basılmış beş ay sonra HABLEMİTOĞLU cinayeti işlenmiştir. Bu cinayetin üzerinde çok güçlü bir şekilde tarikat ayak izlerinin mevcut olduğu ortaya çıkmakla beraber, buna rağmen Başbakan?ın ?HABLEMİTOĞLU cinayeti diğerleri arasında başkadır ve cinayeti çözmek zordur? mealindeki açıklamaları aslında güvenlik kurumlarına verilen ince bir ayar olup, kimse gereğince üzerine gitmemiştir.

Sözde Ergenekon örgütüne yüklenmek istenen tüm cinayet ve olayların tamamı AKP iktidarı döneminde işlenmiş olup, cinayetlerin işleniş şekilleri birbirine benzemekte olup, birçoğunda tarikat izlerine rastlanmıştır. İktidar tarikat basını bu konuda büyük ölçüde bilgi kirliliği yaratmak için ortak bir politika yürüterek ulusalcıların ve vatanseverlerin üzerine gitmiştir.

Yukarıda açıkladığınız tarikat bağlantılarını İKİ ARAÇ SUÇTA ortadan kaldırmak ve olayı vatanseverlerin üzerine yıkmak, savcıların temel amaçları arasında yer almıştır. İktidarla savcıların amaç birliktelikleri inkâr edilemez şekilde iddianamenin hemen her sayfasında haykırmaktadır.

Danıştay sanıklarının dini hassasiyetlerinin olmadığını iddia ederek bu konuyu son derece taraflı bir şekilde ve çarpıtarak almak, aslında Danıştay Cinayetinden TARİKATIN BERAATINIsağlamaya yönelik bir çabadır.

Alparslan ARSLAN?ın babasının olayın akabinde verdiği beyanın, etki altında bırakılarak ve yönlendirilerek yapıldığı kanaatindeyim. Kaldı ki bu beyanın altında cinayet sonrasında kendisi ve ailesi üzerinde oluşacak olumsuz tesirlerden kurtulma gayreti de yatmaktadır. Baskından sonra bütün ülke ayağa kalkmış, cinayeti işleyenleri vearkasındaki güçleri lanetlemektedir. Bu ortamda babasının ilk yapacağı, bu baskı ortamından en az zararla sıyrılmaktır. Kaldı kibu beyanattan tarikat memnun kalacak, kendi üzerindeki şüphelerin yoğunlaşmasını engelleyerek, işlenilen cinayeti böylelikle vatanseverlerin üzerine yıkma olasılığı artacaktır.

Alparslan ARSLAN?ın siyasi yapısının ortaya konması için babasının olay sonrasında her türlü etkilemeye açık beyanlarından ziyade kendisinin yaşantısına bakmakta fayda vardır. Öncelikle bu konudaki ilk önemli delil kendi açıklamalarıdır. Kendisi bu olayı yaparken din kurallarını koruma gayretiyle hareket ettiğini açıkça defalarca deklare etmiştir. Diğer sanıklarında ilk beyanları aynı doğrultudadır.

Alparslan ARSLAN?ın arkadaşlarının beyanları da aynı doğrultudadır. Radikal dinci bir çizgi takip etmektedir!

Süleyman ESEN?in avukatı Mehmet ENER aynı çevreden, aynı ideolojik yapıda olup 2008 Ocak ayından itibaren Osman YILDIRIM?ı beyanları ile yönlendiren ve tarikat zihniyetini, aklama konusunda önemli bir faaliyet sürdürmeye başlamıştır.

Süleyman ESEN son derece akıllı bir strateji uygulayarak bir yandan avukatı vasıtası ile Osman YILDIRIM?ı yönlendirmekte, diğer taraftan da Alparslan ARSLAN üzerindeki etkisini kullanarak, Alparslan ARSLAN?ın kendi lehine ifade değiştirmesini sağlamıştır. Süleyman ESEN?in Salih KUNTER?le samimi ilişkileri olup, tarikat dergâhına birçok insanı kazandıran kişidir. Salih KUNTER?in yaşlılığı nedeni ile otoritesini Süleyman ESEN kullanmaktadır. Türban davasından sonra olayın planlanmasının bu dergâhta, Salih KUNTER?in müritlerince yapıldığı açıkça ortaya çıkmaktadır.

Savcılar Süleyman ESEN?e her nedense Alparslan ARSLAN ile Salih KUNTER?in dergâhta yaptıkları çalışmaları, hangi sıklıkla gittikleri, yaptıkları sohbetlerin mahiyetlerini, yaşlı olanSalih KUNTER?in üzerlerindeki etkilerinin ne yönde olduğu konularında soru sormaktan imtina etmişlerdir. Süleyman ESEN?in Alparslan ARSLAN?ın bu cinayeti türban için yaptığını söylemesi, kendisinin ve sahibi bulunduğu irticacı gurubun sorumluluğunu doğuracağından, elbette ki mümkün değildir.

Osman YILDIRIM, Alparslan ARSLAN?ın müvekkili ve bilahare yakın ilişkiye girdiği kişidir. Osman YILDIRIM?ın siyasi düşüncesi önemli değildir. Çünkü burada beyin ve lider Alparslan ARSLAN?dır. Diğer kişilerin bu eylemi hangi amaçla yaptıkları da önemli değildir. Ancak irticacı gruplar arasında mafya, çete ilişkileri ile meşgul olan güçlerde mevcuttur. Yaptıkları ile söyledikleri çok farklıdır. Görüntüde her şeyi din adına yaparlar ve onlar için bütün günahlar mubahtır. Nitekim bu kişinin ifadelerindeki dini görüşlerine, duruşmalardaki irticacı söylemlerine hiç yer verilmemiştir. İki kişinin kendi aralarında hata payının yüksek olma ihtimali yüksek olan konuşmalarına yer verilirken, esas obje konumundaki Osman YILDIRIM?ın olayın oluşundan itibaren takındığı tavır, beyan ve söylemleri savcı için önem arz etmemektedir.

İsmail SAĞIR?ın Erhan TİMUROĞLU?nun ve Tekin IRŞİ?nin bu olayda Alparslan ASLAN ve Osman YILDIRIM tarafından kullanıldıkları anlaşılmaktadır.

Danıştay eyleminin irticai amaçla yapıldığını söylemek için bütün faillerin siyasi yapısının radikal İslamcı olması şart değildir,  önemli olan işi yaptıran veazmettiren lider konumundaki kişilerin bu eylemi hangi amaçla yaptıkları hususudur.

Nitekim, beyanlardan Alparslan ARSLAN veOsman YILDIRIM dışındaki sanıkların az miktarda olsa  para aldıkları anlaşılmaktadır. Ancak para almayan Osman YILDIRIM?dır.

Bu kişi Alparslan ARSLAN?ın sonradan edindiği bu tür işlere yatkın, irticacı zihniyeti taşıyan mafya eğilimleri olan bir kişidir. Alparslan ARSLAN tarafından seçilmesinin sebebi budur. Sadece Alparslan ARSLAN?ın bu kişilere Osman YILDIRIM?ın da para vaat ettiği 455.sayfada Erhan TİMUROĞLU?nun ifadesinden anlaşılmaktadır. Kaldı ki Tekin IRŞİ ifadesinde Osman YILDIRIM kendisine; ? Bu işin meyvelerini hem bu dünyada, hem öbür dünyada yiyeceksiniz ? dediğini ifade etmektedir.

Cumhuriyet gazetesinin bombalanmasında da yine Tekin IRŞİ?nin ifadesinde; Osman YILDIRIM?ın domuzun başına türban resmi çizilmesi nedeni ile bir ders ve mesaj vermek amacı ile gazeteye bomba atacaklarını ve karşılığının da alınacağını belirtmiştir.

İsmail SAĞIR?ın ifadesinde; Alparslan ARSLAN?ın Ankara?da adam öldüreceklerini açıkladığını, bu sırada Osman YILDIRIM neden Tekin IRŞİ?nin gelmediğini, Alparslan ARSLAN?a sorduğunu belirtmiştir. Bu ifadeden de Osman YILDIRIM?ın Danıştay Cinayeti içinde yer aldığı net olarak anlaşılmaktadır. Osman YILDIRIM 20.05.2006 tarihli ifadesinde; ??..vaat almadığını ve böyle bir beklenti içine girmediğini, söz konusu karikatürün mukaddes değerlere saldırı olarak kabul ettiğini, eylemlerde yer alıp Alparslan ARSLAN?ın gazeteye yönelik bombalama eylemleri için kendisinden istediği eleman temini konusunu bu nedenle üstlendiğini?.? açıklamıştır. Bu ifadeden de Osman YILDIRIM?ın para maksatlı yapmadığı, tamamen irticacı destek olmak amacıyla bilerek ve bilinçli hareket ettiği anlaşılmaktadır.

Alparslan ARSLAN?ın Ankara?da bulunduğu dönem ile ilgili ifadesinde;

???..Osman YILDIRIM beni telefonla aradı ve buluşmak istediğini söyledi, bende bulunduğum yeri tarif ettim. Yaklaşık iki saat sonra geldi. Ben biraz kızdım. Bana küstü, neden hiçbir şeyden haberim yok dedi. Bende kendisine senden bir şey olmaz dedim. Daha sonra kendisi İstanbul?a dönmek istedi, sonra çocuklar Osman YILDIRIM?ı ikna ettiler arabaya bindi birlikte otele döndük ?.? diyerek aslında Osman YILDIRIM?ın Danıştay olayında olduğunu ve birlikte planladıklarını, plan değişikliklerinin kendisine bildirilmemesinden ötürü tepki gösterdiğini ve yine planının devamı konusunda arkadaşlarınca ikna edildiği anlaşılmaktadır.

İddianamenin 460.sayfasında Osman YILDIRIM Ankara?ya gitmesinin sebebini gazetenin bombalanması sebebi ile para almak için olarak ifade etmiştir. İfadesinde 500.000 doları taahhüt eden, ilkinde Veli KÜÇÜK, sonra ben, sonra yine Veli KÜÇÜK?tür. Ancak her ikimizde İstanbul?da oturmakta olup, Ankara?da iş ve ikametgâhımız bulunmayan kişileriz.

Nitekim parayı Ankara?da kimden ve nereden alacağını açıklamadan üstü kapalı geçmesi bu konuda gerçeğe aykırı beyanda bulunduğunu göstermektedir.

Osman YILDIRIM, 20.05.2006 tarihli ifadesinde gazetenin bombalanması olayında vaat olmadığını ve beklenti içinde olmadığını belirtirken, bu dava nedeni ile verdiği ifadelerde çelişkili bir biçimde kendisine 500.000 dolar vaat edildiğini ifade etmiştir. Yine bombaları atan Tekin IRŞİ ile İsmail SAĞIR?ın ifadelerine göre Osman YILDIRIM?ın yerine Alparslan ARSLAN?dan para istemeleri üçüncü bombayı Alparslan ARSLAN?ın atması aslında Osman YILDIRIM?ın bu konuda Veli KÜÇÜK ya da benimle bir anlaşma yapmadığını, taahhüt almadığını açıkça göstermektedir.

Bombayı Alparslan ARSLAN attığına göre, Osman YILDIRIM?la anlaşılmasının bir manasını da görmemekteyiz.

Savcının iddianamesinin 461.sayfasının 1.paragrafında Osman YILDIRIM?ında bu eylemlere para vaadi ilekatıldığı iddiasını kabul etmemekteyim. Savcının Osman YILDIRIM konusundaki iddiası temelsiz olup, kendisinin yer verdiği beyanlarla ters düşmektedir. Osman YILDIRIM?ın Alparslan ARSLAN?dan para talebinde bulunduğu tek bir konuşma yoktur. SAĞIR, IRŞİ ve TİMUROĞLU?nun ifadelerinde de Osman YILDIRIM?ın Alparslan ARSLAN?dan para talebinde bulunduğuna ilişkin tek bir sözcük geçmemektedir.

Osman YILDIRIM kendi beyanında bu işe mukaddes değerlerin korunmasına yardımcı olmak amacı ile girdiğini, bir vaat olmadığını belirtmesine rağmen Osman YILDIRIM?ın bu beyanlarının yok farz edilmesi ezberlenmiş bir dersin gereğini yapma olarak görmekteyiz.

Alparslan ARSLAN?ın babasının v eannesinin banka hesaplarındaki artışlar her nedense kendilerinin ifadeleri alınarak sorulmamıştır. Nitekim bu kişi televizyonlara çıkarak söz konusu paraların kaynaklarını belgelerle net bir şekilde ispat etmiştir. Kaynak olarak ev araba satımlarını tarihleri ile teyit ederek ortaya koymuştur.

Osman YILDIRIM?ın banka hesabındaki artışlar olağanüstü değildir. Kendi beyanlarından senet işleri yaptığı anlaşıldığından muhtemelen bu senet miktarlarından kaynaklanan para yatırma söz konusudur. Osman YILDIRIM?ın akrabası Mehmet YILDIRIM?ın kendi hesabına 8.000 TL yatmasının ilgi çekici olarak karşılanmasını anlamak mümkün değildir.

Ayhan PARLAK dosyanın sanığı konumunda olmayıp iş adamı olduğu söylenmektedir. Bu kişinin ticari nitelikteki mevduat artışını olayla alakalandırmak doğru olmadığı, gibi Alparslan ARSLAN?ın ya da Osman YILDIRIM?ın hesabına yatırdığı bir para da mevcut değildir.

Savcının iddianamesinin 462.sayfasının 4. paragrafında Süleyman ESEN?in Alparslan ARSLAN?ın beyanı ile dâhil olduğu kanaatini açıklaması ve açık bir tavır olması son derece manalıdır.

Süleyman ESEN, Salih KUNTER?in sağ kolu olup, tarikatçılık çizgisinde bayağı mesafe almış kişidir. Bu soruşturmada savcılara imkân nispetinde yardım etmekte, istedikleri ifadeleri vermektedir. Bu kişinin avukatı da, Osman YILDIRIM ile savcılar arsında KÖPRÜ vazifesi görmektedir. Savcıların tarikatlarla yardımlaşarak soruşturmayı olgunlaştırmaları son derece dikkat çekicidir.

Alparslan ARSLAN?ın talimatı ile babasının SAĞIR, IRŞİ ve TİMUROĞLU?nun hesaplarına para yatırması son derece tabidir. Çünkü bu kişiler para karşılığı bu işe girmişlerse cezaevlerinde bakılmaları bu tür işlerin geleneğine uygundur.

Alparslan ARSLAN?ın bu olayı işledikten sonra yakında cezaevinden çıkacağı konusundaki beyanları eğer var ise bu beyanları tarikat ortamında söylenmesi son derece tabidir. Çünkü bu kişilerin beyinleri yıkanarak aynen Osman YILDIRIM?ın beyan ettiği gibi hem bu dünyayı, hem de öbür dünyayı kazanacakları konusunda vaatler verilmektedir. Bu kişiler için laik devletin mahkemelerinin yapacağı yargılamalar önemli değildir. Yargıya saygı göstermedikleri gibi en ağır hareketler irticacı takım tarafındanyapılmaktadır. Danıştay davasındaki beyanlar günlerce basında yer almış, hafızalarımızdan hala silinmemiştir. Tarikatlar beyin yıkama faaliyetlerini en mükemmel yapan merkezler halindedir. Din adına ölmek veya öldürmek bu kişiler için mesele değildir. İrtica adına yapılan cinayet faillerine her alanda bir takım sözlerin verilmesi de son derece tabidir.

Çünkü bu zihniyete göre her kötülüğün anası LAİK DEVLET yıkılacak, yerine ILIMLI İSLAM REJİMİ kurulacaktır.

Böyle bir sistemde elbette ki din adına cinayet işleyenlerin cezaevlerinde tutulmalarına rıza gösterilmesi mümkün olmaz. Alparslan ARSLAN?ın gizli tanık tarafından söylendiği iddia edilen;

?Yönetim değişecek, dört beş yıl sonra devlet temizlik yapacak? sözlerini BOP çerçevesinde İSLAM FEDERASYONU?na dönüştürme olarak algılamak gerekir. Savcı bu sözlerden sözde Ergenekon?un yapacağını iddia ettiği darbeleri kast ediyorsa fazlası ileyanılıyor. Çünkü yargılanan sanıklar arasındaki LAİK, CUMHURİYETÇİ, ÜNİTER ve ATATÜRKÇÜ yapıda bulunan kişiler ile Alparslan ARSLAN?ın sahip olduğu zihniyeti bir araya getirmek mümkün değildir.

Savcı, sözde Ergenekon örgütü üyelerinin legal faaliyetler çerçevesinde demokratik tepki görüntüsü ve kamuoyu oluşturmak amacı ile yönetim aleyhine toplum hareketlerinin organize edilmesini veya içerisinde yer alınmasını suç olarak değerlendirmiştir. Bu doğru bir tespit değildir. Yasa kişinin genel olarak saiki ile ilgilenmez. Yasal bir yürüyüşe katılan kişi, yasal sınırlar içerisinde bir örgüt üyesi olsa bile yasal olarak katıldığı organizasyondan ötürü suçlanamaz.

Bu organizasyonun hükümet aleyhine olması elbette ki son derece normaldir. Tepki gösterileri umumiyetle iktidarı etkilemek amacı ile yapılır.

Savcının iktidar aleyhine gösteriyi sakıncalı gösterme anlayışı kendisinin bulunduğu cepheyi ve bakış açısını ortaya koymaktadır.

Sanıkların olmadığı halde hiyerarşinin dışına çıkabileceğini umduğu bir grubun yönetime müdahalesinin temini için teşvikte bulunduğunu iddia etmekle birlikte, ülkede kargaşa yaratmak amacı ile provokatif eylemleri organize etmekle suçlamıştır.

Öncelikle ortada hiyerarşi dışına çıkacak birgrup olmadığı halde sanıkların böyle bir grubun olduğunu hatalı olarak bilmeleri, suçun unsurlarında hataya düşüldüğünü göstermektedir ki burada da cezasızlık söz konusudur.

İkincisi, cebir ve şiddet kullanılmayan teşvikler TCK 312. mad. kapsamında suç teşkil etmez.

Üçüncüsü, ülkede kargaşa yaratan provokatif bir eylem suç teşkil ediyorsa o takdirde elbette ki bu suçu işleyen, ya da işleyenler cezalandırılacaktır. Ancak burada cezanın bireyselliği söz konusudur ve kim suç işlemiş ise cezalandırılacak kişi odur. Bir kişinin eyleminden başkasının cezalandırılması TCK mad.20 aykırıdır. Ortada örgüt olmadığı gibi, örgüt adına yapılan provokatif bir eylem de yoktur.

Sözde Ergenekon örgütü üyelerinin VKGBH ile üyelik bağlantıları olduğu söylenemez. Bir kısım sanıklar söz konusu derneğin kuruluş aşamasında bazı toplantılarına iştirak etmişler ise de bu katılımları süreklilik arz etmemiş ve bilahare kopmuşlardır.

İddianamede, VKGBH derneğine üye olan hiçbir sanığın olmadığı anlaşılmaktadır. Alparslan ARSLAN ile VKGBH arasında duraksamaya yer vermeyecek şekilde bir ilişkinin olduğunu bu iddianamede savunmak mümkün değildir. Kişinin üzerinde söz konusu dernek kartını çıkması, ya da söz konusu dernek üyelerinden bir kaçı ile görüşmek bu ilişkinin varlığını ortaya koymaz. Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesinin çıkaramadığı ilişkiyi savcı ciddi bir delil ortaya koymadan, eski delilleri değerlendirerek mahkemeden farklı bir yoruma ulaşmıştır. Bu yorumun ne kadar maksatlı yapıldığı ortadadır. Savcıların bütün gayesi Danıştay Cinayeti ile tarikat bağlantısını keserek, vatansever insanlar ile ilişkili olduğunu göstermektir.

Savcı iddianamenin 464. sayfasında Alparslan ARSLAN?ın sözde örgütün kendisine verdiği görev doğrultusunda ülkede karışıklık ve halk ayaklanması yaratarak, yönetimi zafiyet içerisine sokup askeri bir müdahalenin yapılmasına teşvik eden bir planın parçası olduğunu bildiğini iddia etmektedir.

Bunun için Alparslan ARSLAN?ın diğer suç ortaklarına  ?Biz yakında çıkacağız, yargılama önemli değil, devlet temizlik yapacak? sözlerini savcı bir askeri darbe olarak algılamaktadır. Oysa tam tersine Türkiye, askeri darbe tehlikesinden uzaklaşalı on yıllar olmuştur. Ordunun üst komuta heyeti dahi böyle inancı taşımadıkları gibi, bu tür fikirleri şiddetle reddetmektedirler.

Toplumun her kesiminde ?en kötü sivil yönetim, en iyi askeri yönetimden evladır? anlayışı yerleşmiştir. Bu sebeple ülkede darbe tehlikesinden ziyade irticai yönetim ve rejim değişikliği söz konusudur.

İrticai yapılanma devletin en üst kesimlerine kadar uzanmış ve kadrolaşmasını büyük ölçüde tamamlamaktadır. Ilımlı İslam rejimi gelişmesini sadece iç dinamiklerden değil, büyük ölçüde dış dinamiklerden gördüğü desteklerle sürdürmektedir.

ABD?nin, Türkiye?ye öngördüğü örnek rejim, ILIMLI BİR İSLAM REJİMİDİR. Zaman zaman Türkiye?nin önderliğinde büyük İslam federasyonu tartışmaları karşıtlı olarak gündeme sokulmaktadır. ABD?nin elinin altında tarikat liderini tutması ve yönlendirmesi son derece anlamlıdır.

Ülkenin eğitimi büyük ölçüde kuran kurslarından başlayarak ilköğretim, lise, üniversiteli çocukların ve gençlerin yurt ihtiyaçları, dershaneler, Anadolu da ki üniversiteler, özel kolejler yolu ile tarikat bünyesine alınmaktadır. Yargıdaki kadrolaşmalar dikkati çekecek seviyelere gelmiştir. Bu şartlar altında bir askeri darbe tehlikesinden ziyade irticai bir rejim tehlikesi mevcuttur. Alparslan ARSLAN?ın bahsettiği rejim değişikliği de budur.

Alparslan ARSLAN?ın Salih KUNTER?le ilişkileri, duruşmada ondan saygıyla bahsetmesi, Fethullah GÜLEN?e yaptığı sevgi ve saygı gösterileri kimlerle bağlantılı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu kişinin TSK içerisinde bağlantısı olduğuna ilişkin tek bir delil ortaya konamamıştır. Veli KÜÇÜK?le çektirdiği iddia edilen fotoğrafın gerçek olmadığı ortaya çıkmıştır. Benimle olan görüşmeleri de çok sınırlı olup, olay tarihinden geriye dönük, son 1-1,5 yıl da şahsen hiç görüşme olmamıştır.

Alparslan ARSLAN?a TSK içerisinden ya da sözde örgütün talimat verdiğine ilişkin tek bir delil, iz, emare yok iken bu kişinin darbe teşviki amacı ile ve darbe planın bir parçası olarak hareket ettiğini söylemek mücerret bir iddiadan öteye gitmemektedir. Savcılar kendi söylediklerine dahi inanmadıkları için iddianame içinde sürekli çelişkiye düşmektedirler.

Her nedense darbe tehlikesini sürekli işleyen savcılar, irticai rejim tehlikesinden hiç bahsetmemektedirler. Bu tavırlarını normal karşılamaktayız, çünkü bu iddianame gelişen ve ciddi şekilde tehdit haline gelen irticai rejim tehlikesinin görünmemesini sağlayan ve daha da gelişiminin yolunu açan bir örtü mahiyetindedir.

Alparslan ARSLAN?ın babasının olaydan hemen sonra 18.05.2006 tarihli Milliyet gazetesinde yer alan açıklamasında ? namazında, niyazındadır ? beyanı, gerek savcıların, gerekse Süleyman ESEN?in beyanları ile çelişmektedir. Savcılar ve Süleyman ESEN, Alparslan ARSLAN?ı lümpen bir kişilik yapısında göstermek için özel çaba harcamışlardır. Oysa babasının ve kendisinin beyanları, Alparslan ARSLAN?ın kişiliğini yeterince ortaya koymaktadır. Süleyman ESEN?le birlikte tarikat ilişkileri, Salih KUNTER?le yapılan ayin ve sohbet toplantıları görmezlikten gelinmektedir.

Savcının, iddianamenin 467. sayfasındaki tespiti de son derece ilginçtir. Olaydan hemen sonra benim ve Veli KÜÇÜK isimlerini soruşturmada geçirten kimlerdir. Ortada ciddi birdelil olmadığı halde 2002 yılı Temmuz ayında MİT?e gönderilen imzasız mektup ve CD?lerle başlayan kuluçka dönemi sona ermiş, doğum düğmeye basılarak başlamıştır. Bir kısım ulusalcı kesimler iktidarın dış destekli hazırladığı senaryonun farkında olduklarından yönlendirme hayretlerini teşhir etme çalışmaları da dezenformasyon olarak nitelendirilmiştir. Bu kelime sihirli bir değnek gibidir. Yazılan senaryoların üzerine gidilip, gerçekleri ortaya çıkaran her kişi ve kurumun dezenformasyon yaptığı iddia edilerek sesi kesilmek istenmektedir. Savcılarda bu iddianamede bu yola fazlası ile başvurmuşlardır. İsmi, ulusal olarak nitelendirilen bir çok provokatör ajanslar ve oluşumlar kurularak, vatanseverler karalanma yoluna gidilmektedir.

Cumhuriyet gazetesine ve Danıştay?a yapılan saldırılar adeta geliyorum diye bağırarak gelmiştir. Gazete, altı gün içerisinde, kendisini saklayıcı hiçbir tedbiri almayan ve son derece amatörce davranan bir çete tarafından üç defa bombalanmakta ama Emniyet ya da MİT bu konuda hiçbir istihbarat çalışması yapmayarak bombaları adeta seyrederek yolunu açmıştır.

Alparslan ARSLAN ve Osman YILDIRIM?ın bu işin yapılması için bulduğu kişiler bombaları atmadan önce gazetenin çevresinde yoğun telefon görüşmesi yapmaktadırlar. İlk bombanın atıldığı gün, gazetenin çevresindeki baz istasyon kayıtları incelenmiş olsa idi bu çetenin yakalanması derhal mümkün olacaktır. Bizlerin aklına gelenin, emniyetin aklına gelmemesi imkânsızdır.

Bu tespiti bir kenara bırakalım, her yere bir polis diken emniyet ilk bombadan sonra Cumhuriyet gazetesinin önüne sivil bir polis koymuş olsa idi ikinci saldırıda bu kişilerin yakalanması mümkün olacaktır.

Söz konusu çete öyle pervasız davranmaktadır ki, iki araba ile beş kişi yola çıkmakta, çıkarken her türlü silah donanımını tedarik etmekte, bunun için aralarında birçok telefon görüşmeleri yapmakta, ama emniyet bu kişiler hakkında en küçük bir teknik takip yapmamaktadır.

23 yıl cezaevinde yattığını söyleyen Osman YILDIRIM bu ilişkilerin göbeğinde faaliyetlerini sürdürürken en basit bir takibe maruz kalmamaktadır. Yine Türkiye?nin en büyük kentinde otoyoldan silah dolu iki araç ülkenin başkentine rahatlıkla girip çete üyeleri Danıştay gibi yüksek yargı organlarının binalarında istedikleri gibi cirit atabilmektedir. 200 bin kişilik emniyet kadrosu ve geniş istihbarat ağına sahip olduğu iddia edilen MİT olayı sadece seyirci kalmaktadır.

MİT?e şu soru yöneltilebilir. Hani kuruma gönderilen bilgilerden, kitapçık yapıp, Başbakan?a ve Genelkurmay Başkanına göndermiş, sonra yine bilgi notlarını 2,5 yıl sonra aynı makamlara iletmiştiniz. Gazetenin bombalanmasından sonra koruyucu ve önleyici önlemlerin alınması için başta emniyeti ve diğer ilgilileri neden uyarma gereği duymadınız? Kitapçık ve bilgi notunu 2003 ve 2006 yılında alan Başbakan mademki sözde örgütün varlığından haberdar olmuştur neden bir saldırı ve cinayeti beklemeden harekete geçip, İçişleri ve Adalet Bakanlarına talimat verip soruşturma ve takip başlatılmamıştır. Savcılığa gönderdiği yazısında, savcıdan gelen evraklara göre ortada bir terör örgütü olduğuna kanaat getiren Emniyet 2007 yılı Haziran ayına kadar terör örgütünden nasıl haberdar olmamıştır?

Danıştay cinayetinden sonra, bu cinayetin arkasında sözde Ergenekon örgütü olduğunu tespit etmek için aradan 1,5 yıl geçtikten sonra bir savcının soruşturmasına mı ihtiyaç olmuştur?

Görmek isteyen gözler için oluşturulan kurgu bütün çıplaklığı ile ortadadır. Savcının iddianamede yapmak istedikleri de yoruma bile açık değildir. İktidara her alanda yardımcı olmak için hukukçu kimliklerini de unutmuşlardır.

Danıştay saldırısını, hukuk yolundan çıkarabilmek için bu iddianamede yapılması gereken her hukukdışılık, iddianame adı altında yapılmaktan çekinilmemiştir.

Savcı bu siyasi belgenin birçok yerinde görülmemiş bir şekilde Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin kararını ve kararı veren hâkimleri rahatlıkla eleştirmekte ve kararın doğru olmadığı ifade edebilmektedir. Sadece bununla da kalmayarak Adalet Bakanı?nın talimatları doğrultusunda, ayrı bir DANIŞTAY DAVASI oluşturarak, fiilen Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi?nin görev ve yetkisi kaldırılarak, doğal hâkim ilkesi çiğnenmek sureti ile dava İstanbul?a taşınabilmiştir.

Maalesef savcıların yaptıkları hukuk ihlaline anayasal kurumların tamamı seyirci kalmaktadır. Türkiye bütün kurum ve güçleri ve kişileri ile akılların tutulduğu bir dönemden geçmektedir. Bu dönemden en iyi istifade edenler yine mürteci güçler olmaktadır. Ülkenin rejiminin makas atılarak farklı bir raya sokulduğunu gözlemlemekteyiz.

Savcı, 468.sayfada 39 adet el bombasının Ergenekon Örgütüne ait olduğunun tespit edildiğini belirtmiştir.

Böyle bir tespit yoktur!

Tamamen savcının hatalı, maksatlı ve yanlış bir değerlendirmesidir!

Ümraniye?de bulunan el bombaları ile ilişkili olarak gözüken sadece iki kişinin ismi geçmektedir. Biri, evin eski kiracısı Mehmet DEMİRTAŞ?ın, diğeri Ali YİĞİT?in beyanında geçen ki bu beyana da ne derece itibar edilir takdirlerinize soruyorum, Mehmet DEMİRTAŞ?ın askerde komutanlığını yapan Oktay YILDIRIM?dır. Yine Ali YİĞİT?in beyanlarına göre bu bombalar, Oktay YILDIRIM tarafından 1997-1998 yıllarında görev yaptığı Şemdinli?den yakalandığı tarihten 10 yıl önce getirilmiştir.

Söz konusu bombaları Şemdinli?den, temin eden, saklayan, saklandığını bilen Mehmet DEMİRTAŞ?tan başka bir ikinci kişi yoktur. Kurgulanmış beyanlarla yoldan geçerken kısa bir an için arabanın içindedükkânın önünde durduğu söylenerek olayın içerisine ben ve Mahmut ÖZTÜRK sokulmak istenmiştir. Ancak böyle bir beyanla benim ve Mahmut ÖZTÜRK?ün o bombalardan haberdar olduğumuzu söylemek mümkün değildir.

Oktay YILDIRIM?ın bombalarla ilgili bu kişilerle konuştuğuna ilişkin ya da bir başka biçimde bombaların orada olduğuna ilişkin bilgiye ulaştıklarına dair dosya da en küçük bir bilgi olmadığı gibi bu konuda savcının bir iddiası da yoktur.

Söz konusu bombaların hiçbir olayda hiçbir sanık tarafından kullanılmadığı da bir gerçektir. Bunun aksini savunan savcının elinde sadece aynı suçtan (Cumhuriyet gazetesine saldırı) müebbede mahkûm olmuş, ağzını her açtığında çelişkili ve yalan dolu açıklamalar yapan, bu soruşturma için özel olarak kurgulanmış HEM AÇIK HEMDE GİZLİ TANIK pozisyonunda bulunan tek malzeme Osman YILDIRIM?ın inandırıcılıktan uzak beyanları mevcuttur.

Bu malzeme kendi içinde söylenenleri inkâr ettiğinden hukuken dikkate alınması mümkün değildir. Savcılar bu beyanlara istinaden iş bu iddianameyi tanzim etmekle, hukukçu kimliklerinin dışında hareket ederek, büyük bir çılgınlık ve sorumsuzluk örneği vermişlerdir.

Ümraniye?de bulunan bombalar, sözde örgütle bir ilişkisi olmayıp örgüt silahı olarak asla kabul edilemez. Ortada tamamen bomba bulundurmak olan bir suç olup, bu bireysel suçun failleri de yapılacak yargılama sonucunda ortaya çıkacaktır.

Gözetim altına alındığımda terör şubede bombalarda Oktay YILDIRIM?ın parmak izinin olduğu söylendiğinde, almış olduğum devlet terbiyemin gereği o beyana itibar etmiştim. Bugün yaşadıklarımı gördükten sonra devlet görevlilerinin politize olmaları ve ikbal uğruna bu senaryoda aktif rol almaları deneyimli gazeteci Saygı ÖZTÜRK?e verdiğim röportajımı haklı çıkartmıştır. ?Danıştay olayında bana olduğu gibi, Ümraniye davasında da Oktay YILDIRIM?a komplo kurulduğuna inanıyorum? demiştim. Bugün düşüncelerimde çok haklı olduğumu bu süreçte gözlemledim.

Eskişehir?de Fikret EMEK?te ele geçen bombalar konusu ise bu dosya sanıklarının hiçbirini alakadar etmemektedir. Çünkü Fikret EMEK?i bu anlamda tanıyan, onunla herhangi birilişkide olan dosya sanığı bulunmamaktadır. Kendisinin samimi beyanlarında en az 10-15 yıl önce bu malzemeleri görev yaptığı Güneydoğudan getirmiş, evine bırakmış ve bu süre boyunca bu şekilde kalmıştır. Ben(M.T.)  Fikret EMEK?i kesinlikle tanımıyorum. Diğer sanıklardan da tanıyan olduğunu sanmıyorum.

Fikret EMEK ile sözde örgüt üyeleri arasında bir rabıta kurmak hukuken imkânsızdır. Bu sebeple Eskişehir?de ki malzemeler sözde örgüt kapsamında değil, bireysel silah kapsamında değerlendirilebilir.

Kafile numarasına gelince;

Daha öncede belirttiğim gibi Cumhuriyet gazetesine atılan bombalar arasında kafile numarası ve üretim tarihleri bakımından hiçbir benzerlik yoktur.

Bu konuda Bomba Bilgi Merkezinden gelen bilgiler ve savcının iddiaları tamamen gerçek dışıdır. Savcı aynı kafile numarası diyerek SUÇUN MADDİ DELİLİNİ bulduğunu belirterek büyük bir yanılgıya düşmüştür. İddianamenin bazı bölümlerinde benzer kafileden söz edilmiştir. BENZER KAFİLE terimini kullanmak yanlıştır. Çünkü KAFİLE demek, BİR PARTİDE VERİLEN EL BOMBALARI demektir. Bu üretimlerde bazen aynı kafileden, aynı kazandan on binlerce bomba üretilip farklı güvenlik kurumlarına verilerek yurdun her tarafına yayıldığından, iki olay aynı kafile numarasını taşıyan bombalarla işlendiği anlamına gelmez. Silahla işlenmiş iki olayın Kırıkkale marka silahla işlenmesi halinde aralarında nasıl bir ilişki kurulamıyorsa, aynı kafileden el bombaları ile suç işlenmesi halinde sırf bu nedenle ilişki kurmak mümkün değildir.

Oktay YILDIRIM?ın ve Fikret EMEK?in gerek SÖZDE ÖRGÜTÜN yöneticileri ile gerekse üyeleri ile hiçbir örgütsel bağı mevcut değildir!

KİŞİLERİN İNSANi, SOSYAL, MEDENİ VE İŞ İLİŞKİLERİ ÖRGÜT BAĞI OLARAK DEĞERLENDİRİLEMEZ. BÖYLE BİR BAĞIN OLABİLMESİ İÇİN ÖNCELİKLE ORTADA BİR ÖRGÜTÜN OLMASI GEREKİR. BÖYLE BİR ÖRGÜT OLMADIĞINDAN BOMBALARI BULUNDURDUĞU İDDİA EDİLEN KİŞİLERLE, DİĞER SANIKLAR ARASINDA ÖRGÜT BAĞINI ARAMAK DOĞRU DEĞİLDİR.

Özetle burada şu tespiti net olarak yapabiliriz;

Ümraniye?de ele geçirilen 27 adet el bombası ile Cumhuriyet gazetesine atılan bombalar arasında hiçbir bağlantı bulunmamaktadır. Savcı büyük bir hataya düşerek olmayan bağlantıyı bu hatalı delile dayandırmış olmakla iddianamedeki bütün kurgusu düşmüş bulunmaktadır.

Ali YİĞİT, bombaların bulunduğu eve 2006 yılı Ocak ayında taşınmıştır. Yine beyanına göre (s.427) bombaların kendisi taşınmadan 1,5 sene önce eve konduğunu duyduğunu ifade etmiştir. Danıştay saldırısı ve Cumhuriyet gazetesinin bombalanması 2006 yılının Mayıs ayında olduğuna göre eğer söz konusu bombaların bir an için Ümraniye bombalarının içinden alındığını düşündüğümüzde,  Ali YİĞİT?in evde iken çatıdan alınması gerekir. Bu durumda evde kendisi otururken bir başkasının eve girip, çatıya çıkıp bombaları oradan alıp alamayacağı, evin anahtarının dayısı Mehmet DEMİRTAŞ?ta olup olmadığı ve eve istediği zaman girip giremeyeceği önem kazanmaktadır. Eğer giremeyecekse çatıdan başka bir yoldan bombaların alınması imkânı yok ise Cumhuriyet gazetesine atılan bombaların Ali YİĞİT tarafından teslim edilmemiş olması durumunda olayda kullanılma imkânı ve ihtimali yoktur. Bu husus Ali YİĞİT ve Mehmet DEMİRTAŞ?a ayrıntılı olarak sorulmamıştır. Eğer anahtar Mehmet DEMİRTAŞ?ta yok ise çatıya evin içinden çıkılıp çıkılmadığı konusunda mahallinde keşif zorunluluğu da vardır. Ancak savcılık bu soruşturmaların hiç birini yapmayarak mahkeme önüne son derece eksik bir dosya getirmiştir.

Savcı, Ümraniye bombalarında Ali YİĞİT?in ifadesini temel almıştır. Ancak işine gelmeyen kesimlerini almamıştır. Ali YİĞİT cezaevindeverdiği ifadedeevdeki bombaların Oktay YILDIRIM?a ait olduğunu ve 1997-98 yıllarında Şemdinli?den getirildiğini kendisinden duyduğunu beyan etmiştir. Demek ki söz konusu bombalar Ergenekon belgelerindegeçen 1999 tarihinden önceki tarihte temin edilmiştir.

Alparslan ARSLAN ile benim aramdaki ilişki Danıştay soruşturması sırasında tetkik edilmiş ve kesinlikle ortak bir suç işleme iradesi olmadığı belirlenmiştir.

Savcılığın, Osman YILDIRIM?ın üst üste verdiği birbiri ileçelişkili atfı cürüm niteliğindeki kurgu dolu beyanlarının dışında başkaca bir delil yoktur. Osman YILDIRIM?ın aynı suçtan müebbet hapis cezası almış ve vaatler karşılığında kendisine kurtarmaya yönelik beyanlarının dikkate alınması mümkün değildir.

Aynı olayda aynı delillerin savcılık tarafından farklı, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından farklı değerlendirilmesi son derece anlamlıdır. Ancak savcılık iddianamesinin hukuk metninden ziyade, politik amaçlara hizmet eden ısmarlama bir belge olduğu her yönü ile sabittir. Bu sebeple Alparslan ARSLAN ile benim aramda olamayan suç bağı zorla yaratılmaya çalışılmaktadır.

Alparslan ARSLAN?ın bu davada yargılanan sanıklardan sadece Hüseyin GÖRÜM ile geçmişte iş ilişkisi mevcuttur. Onun dışında hiç kimseyle bir bağı yoktur. Savcı genel deyimler kullanarak, hayali bağlantılarla sonuca gitmeye çalışmaktadır. Bu konudaki telefon görüşmeleri de savunmamı doğrulamaktadır.

Savcıların iddianamede Danıştay Cinayeti ile tarikat bağlantısını kesmek için gösterdikleri gayret kendilerini hukukun dışına itmiştir. Savcılar hukukçu kimliklerini bir tarafa bırakarak, mürteci düşüncelere ve tarikatlara koruma zırhını giydirme gayretine düşmüşlerdir. Alparslan ARSLAN?ın Süleyman ESEN önderliğindeSalih KUNTER?in dergâhındaki çalışmalarının boyutları inkâr edilemez niteliktedir. Yine Danıştay Cinayetini Kemalettin GÜLEN?le konuşması ondan yardım ve destek taahhüdü alması. Danıştay Cinayetinde asıl irdelenmesi gereken bir başka önemli tarikat ilişkisidir. Maalesef bu ilişkinin üzerine yeterince gidilmemiştir.

Soruşturmada savcılar, Süleyman ESEN, avukatı Mehmet ENER ve Osman YILDIRIM tam bir ittifak kurarak, Alparslan ARSLAN?ın radikal İslamcı ve tarikatçı zihniyetini kapatmak için olağanüstü çalışma göstermişlerdir.

Alparslan ARSLAN, eğer söz konusu önemli yerle geleceği şeklinde bir beyanda bulunmuş ise, bunu kurulacak olan ılımlı İslam Cumhuriyetin de gerçekleştireceği inancı ile söylemiştir. Alparslan ARSLAN?ın darbe beklentisi içerisinde olabileceğini gösteren TSK içerisinde hiçbir muvazzaf subayla bağlantısı mevcut değildir. Benimle ise son derece sığ düzeyde tanışıklığı mevcuttur.

Savcının yapılan saldırının talimatının benden ve Veli KÜÇÜK?ten alındığına dair hiçbir ciddi tespiti yoktur.

Osman YILDIRIM 01.04.2008 tarihli ifadesinde bombaları Veli KÜÇÜK?ten aldığını beyan ederken 12.03.2008 tarihli ifadesinde Muzaffer TEKİN?den aldığını ifade etmiştir. Savcı 12.03.2008 tarihli ifadeyi kullanmış, ancak iki ifadeyi bir araya getirerek talimatı her ikimizden aldığını yazmıştır. Osman YILDIRIM?ı bu davanın delili olarak değerlendirip, bu iddianameye dayanılarak dava açılması hukuki bir intihardır. Nitekim savcı benim ve Veli KÜÇÜK?ün talimat verdiğini şu olaylara dayanılarak ileri sürdüğünü açıklamıştır.

a-) Danıştay saldırısının, Cumhuriyet gazetesinin bombalanmasından hemen sonra olması talimatların benden ve Veli KÜÇÜK?ten alındığını göstermez! Bilakis saldırganların etrafında emniyet güçlerince bir boşluk bırakıldığını göstermektedir. Emniyet kurumunun içerisinde yerleşmiş bazı güç odaklarının yardımı olmaksızın altı günde üç defa gazetenin bombalanarak, bu kişilerin kollarını sallayarak olay mahallinden ayrılıp ve yine silahlarını kuşanarak iki araba ile Ankara yoluna dökülemezlerdi. Eylem öncesi günleri de dikkate aldığımızda on gün boyunca gazetenin etrafında karargâh kuran ve birbiri ile sürekli telefonla konuşan çetenin bu kadar serbestçe bombalama olaylarının aynı yerde üç defa yapılması, bu kişilerin önünün açıldığını göstermektedir.

b-) Her iki olayın aynı amaca hizmet etmesi yine talimatların benim ve Veli KÜÇÜK tarafındanverildiği anlamına gelmez. Eylemlerdeki amaç birliği sözde azmettiricilerin kimliğinin mutlak deşifre olduğunu göstermez.

c-) Yine eylemlerin aynı kişilerce yapılması da bu eylemlerin talimatının benden veya Veli KÜÇÜK?ten alındığını göstermez. Önemli olan gerçekte bir talimat var ise bunu somut olarak delillendirmektir. Nitekim bu tür ispat şekli savcıların bu konuda hukukun iflas ettiklerini göstermektedir. Ortada talimat konusunda, Alparslan ARSLAN ile Muzaffer TEKİN ve Veli KÜÇÜK arasında hiçbir maddi delil mevcut değildir.

Savcı gizli tanıktan bahsetmekte her nedense gizli tanığın beyanlarına ne iddianamede, ne de ekinde yer vermemektedir. Böyle bir iddianamelerin hukukiliği tartışmaya açıktır.  CMK? nın hiçbir hükmüne riayet edilmemektedir. Gizli tanığın kimliği saklanır fakat beyanları saklanmaz! Maalesef savcı Zekeriya Öz, beyanlarını da gizleyerek ortaçağ adaletinin de gerisinde kaldığını göstermiştir.

Söz konusu eylemlerin, bu davanın sanıkları ile bir ilgisi olmadığından TCK 313 /1ve 312. mad. belirtilen isyan ve darbe suçlarına maruz kalmaları doğru değildir.

Oluşun kabulü hakkında;

1-) Osman YILDIRIM gazeteye saldırı için Tekin IRŞİ?ye verdiği iki el bombasını kesinlikle benden almamıştır. Aldığına ilişkin tek bir delil kendisine 19 ay yargılanıp müebbet hapis aldıktan sonra, Gizli Tanık Koruma Yasası ve Etkin pişmanlıktan istifade etmek amacı ile atfı cürüm yaptığı birbiri ile tenakuz içinde bulunan beyanlardır. Beyanların ciddiye alınması mümkün değildir. Osman YILDIRIM?ın beyanlarına göre bombalar 10-15 kişinin huzurunda kendisine teslim edilmekte, ancak kendisinin dışında bir kişi dahi bu hususu teyit etmemektedir. En önemlisi suç ortağı Alparslan ARSLAN dahi bombaların Muzaffer TEKİN tarafından verildiğini kabul etmemektedir.

2-) Alparslan ARSLAN?ın Muzaffer TEKİN?den aldığı bombayı gazeteye atma iddiası da gerçek dışıdır. Bombayı aldığı iddia edilen Alparslan ARSLAN?ın bu bombayı benden aldığına dair hiçbir beyanı yoktur. Alparslan ARSLAN 19 ay boyunca verdiği ifadelerde vemahkeme huzurundaki beyanları ile son olarak bu soruşturma nedeni ile alınan ifadesi dâhil, hiçbir beyanında bombayı Muzaffer TEKİN?den aldığını söylememiştir. Osman YILDIRIM?ın sürekli değişen atfı cürümlerini dikkate almak mümkün değildir. Danıştay saldırısında yer aldığı diğer tanık beyanları ve kendi beyanları ile sabit iken, bu suçlamadan kurtulmak amacı ile verilen vaatlere istinaden her seferinde çelişkili ifadeler vermiştir.

3-) Savcı, nasıl Osman YILDIRIM?ın gazetenin bombalanması konusunda ?Mukaddes değerlerin korunması için? Alparslan ARSLAN?a yardım edeceğine ilişkin beyanı yok farz etmiş ise; Alparslan ARSLAN?ın Danıştay baskınını gerçekleştirip etkisiz hale getirdiği sırada ?Osmanlının torunlarıyız, Allah?ın askerleriyiz? şeklinde bağırdığı konusunda da yorum yapmayı her nedense unutmuştur.

HUKUKİ OLARAK;

1-) Ortada sözdeErgenekon örgütünün işlediği sözü edilen İKİ ARAÇ suç yoktur. Gazetenin bombalanması ve Danıştay Cinayetini işleyen örgüt ve örgütün yapısı Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesince verilen karar ile ortaya konmuştur. Şimdi bu iddianame ile mahkemenin verdiği karar hukuk dışı bir şekilde alternatifler yaratılarak değiştirilme gayretine girilmiştir.

Ek failler yaratılarak, yargılama İstanbul’a taşınmıştır!

2-) Savcı iddianamenin 470. sayfasının son paragrafında önemli bir hata yaparak TCK 313. mad. tahrik suçunun silahla işlenmesinin şart olmadığını, cebir ve şiddetin olmasını yeterli kabul etmemiştir. TCK 313\1 mad. suçun işlenmesinde örgüt şartı olmasa da unsur olarak silah şarttır. Sadece cebir ve şiddet şart değildir. Toplumda etkinliği olan bir kişinin suçu işleyebilmesi mümkün ise de tahrikin silahlı değil, tahrik edilen grubun silahlı olması şarttır. Silahlı isyanın tahrik edilmesi gerekir.

3-) Benim(M.T.)  için Danıştay soruşturmasında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Bundan sonra aleyhime yeni bir delil ortaya çıkmamıştır. Savcının yeni delil olarak ortaya sunduğu sadece Osman YILDIRIM?ın çelişkili atfı cürüm niteliğindeki beyanlarıdır. Kaldı ki bu beyanlar Osman YILDIRIM tarafından Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesinin dosyasına karar verildikten sonra dilekçe ile de verilmiş, ancak mahkeme bu beyanları ciddi bulmadığından haklı olarak kabul görmemiştir.

Yine yeni delil olarak Rasim GÖRÜM?ün yer aldığı Şile?de bir gezi sırasında çekilen fotoğraf suç delili olarak kabul edilemez. Osman YILDIRIM bu fotoğrafa bakarak Rasim GÖRÜM?ün bombaları veren kişi olduğunu söylemiş ise de kendi uydurma beyanlarına uyan kişiler bulup, cürüm atfında bulunmasından başka bir şey değildir. Osman YILDIRIM?ın hiçbirbeyanı ciddiye alınmayacak durumdadır. Savcılar ellerindeki tek malzemeyi tepe tepe kullanmışlardır. Öyle kullanmışlardır ki onun beyanlarına istinaden iddianameyikendilerinin çürüttüğünün farkına dahi varamamışlardır.

4-) Osman YILDIRIM?ın Cumhuriyet gazetesine bomba atılmasının kararlaştırıldığı toplantıya iştirak ettiğine ilişkin tek bir beyan Osman YILDIRIM?a aittir. Bu beyanın ciddiye alınması mümkün değildir. ÇÜNKÜ BÖYLE BİR TOPLANTI YAPILMAMIŞTIR! Cumhuriyet gazetesine atılan bombaların Ümraniye bombaları olduğuna ilişkin maddi hiçbir delil yoktur! Kaldı ki iddia makamının burada da bir çelişkisi mevcuttur. Bir yandan gazeteye atılan bombaların Eskişehir?de bulunan bombalar olduğunu ileri sürmekte, bir yandan da bombaların Ümraniye?den çıkan bombalar olduğunu ileri sürmektedir. Savcı her iki hususu da kanıtlayamamıştır. Ümraniye bombalarının kafile numaraları farklıdır. Eskişehir?dekilerden bir tanesi aynı olsa da aynı kafileden olması, o bombanın Fikret EMEK tarafından temin edildiği anlamına gelmez! Ümraniye bombalarının imha edilmesi de ayrıca çok düşündürücüdür.

ORTADA SÖZDE ÖRGÜT OLMADIĞI GİBİ, ÖRGÜT ADINA İŞLENMİŞ BİR SUÇTA YOKTUR!

5-) Alparslan ARSLAN, Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesinde TCK. 309. maddesinde belirtilen Anayasayı ihlal suçundan yargılanmıştır, doğru olanda budur. Alparslan ARSLAN?ın amacı anayasal düzeni ortadan kaldırarak ılımlı İslam rejiminin oluşturulmasıdır.  Bu sebeple bu kişinin amacı darbe yaptırmaya kışkırtarak hükümeti ortadan kaldırmak veya halkı hükümete karşı silahlı isyana tahrik etmek değildir. İşlenen suçlarla LAİK DÜZENİN tasfiyesi amaçlanmıştır.

Alparslan ARSLAN?ın fikri yapısı, geçmişi, tarikatlarla bağlantıları, Kemalettin GÜLEN ile ilişkileri, duruşmalarda Fethullah GÜLEN?e sevgi ve saygıları başından itibaren suçun amacı konusunda istikrar arz eden ifadeleri, TSK içinde hiç kimseyle irtibatlı olmayışına bakıldığında kişinin asıl hedefinin anayasal düzen olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.

Bu iddianamenin amacı da gerçekleri değiştirerek suçun İRTİCAİ GRUPLARIN üzerinden alınarak, vatansever insanların üzerine atılmasını sağlayarak farklı siyasi sonuçların doğmasının yolunu açmaktır.

Danıştay saldırısında soruşturma kapsamında şüpheli olarak gözaltına alınan Mahmut ÖZTÜRK ile ZekiYurdakul ÇAĞMAN arasındaki son derece basit telefon konuşmasından medet umularak delil yaratılmaya çalışılmıştır.

Mahmut ÖZTÜRK?ün; ?Bize kadar aydınlandı, bizden yukarısı belli değil yani öyle söyleyeyim? cümlesinden şüphelinin adını vermediği Muzaffer TEKİN?in halen gözaltında olduğunu, kendilerinin bağlantılarına kadar aydınlandığını, hiyerarşide kendilerinden üst konumunda bulunan kişilere ise henüz ulaşılmadığının anlaşılması gerektiğini ifade etmiştir.

Bu konuşma yapıldığında, Mahmut ÖZTÜRK benim konumumu bilmemektedir. Zira kendisi Ankara?ya M. Zekeriya ÖZTÜRK ile sevk edilmiştir. Ben ise onun en son gördüğü Acıbadem Hastanesinde yoğun bakım ünitesinde bulunmaktaydım.

Burada, hatta beyefendi diye hitap ettiği ve gerçekte olay gününe kadar hiç tanımadığı M.Zekeriya ÖZTÜRK?ten bahsetmektedir. Zira Mahmut ÖZTÜRK o telefon görüşmesini yaparken benim durumumu bilmemektedir.

Bu konuşmaya bu şekilde anlam vermek imkânsızdır. Eğer savcı gibi düşünür sek mademkiolay Mahmut ÖZTÜRK?e kadar aydınlanmıştır, o halde Mahmut ÖZTÜRK neden serbest bırakılmıştır? Olaydan sorumlu tutulmuş olsa idi tutuklanır cezaevine gönderilirdi. Bu sebeple savcı burada büyük bir mantık hatası yapmaktadır.

Savcının bu konuyu Mahmut ÖZTÜRK?e sormamasının gerekçesi de ilginçtir. Ya gerçeği söyleyecek ve tezini çürütecektir. Ya da inkâr edecektir. Bu yüzden ifadesini almaya gerek yoktur. Bu fikri bir hukukçu anlayışı ile bağdaştırmak mümkün değildir. Çünkü bu düşünce tarzı bizlerin suçlu olduğu ve cezasını infaz edelim anlayışıdır.

Savcı bu görüşmeyi çarpıtarak, soruşturmanın Ankara C.Bs. Sav ve 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından aydınlatılmadığını ve olayı daha ileri götürülmeyerek son derece anlamlı bir suç adı yaratarak ? Türban örtüsünü korumak için silahlı örgüt kurmak ? deyimini kullanarak Ankara?daki yargı organlarına son derece ağır eleştiri ve hatta ileri düzeyde hakaret etmiştir. Yargı organlarını bu şekilde aşağılayan bir savcı kümesinin hazırladığı iddianameyi hukuk metni olarak görmek mümkün değildir.

Bu husus da ki değerlendirmeyi deneyimli mahkemenize ve onun saygın yargıçlarının düşünce ve vicdanlarına arz ediyorum.

Saygılarımla arz ederim.

MUZAFFER TEKİN

Tutuklu Sanık

Share
  1. Henüz hiç yorum yok.
(yayınlanmayacak)