Medya

MUZAFFER TEKİN HAKKINDA GÖRSEL VE YAZILI MEDYADA ÇIKMIŞ OLAN HABERLER

 

FARELERE BOĞDURULAN ASLAN: MUZAFFER TEKİN

MUSTAFA ÖNSEL | PANKUŞ – 223

https://www.youtube.com/watch?v=Fd_jjKQIE9Q

 

 

 

 

 

 

 

 

24.08.2006 saat 23.45, Sisler Bulvarı Programı (Saygı Öztürk-Taşkın Şenol), Flash TV  canlı yayın, telefon bağlantısı:

 

Saygı Öztürk: Karşımızda, Danıştay saldırısını azmettirdiği dahi öne sürülen basında günlerce haberleri yer alan, işte Susurluk olayının kilit ismi denilen, bu saldırıların arkasındaki,  perde arkasındaki komutan denilen, bazılarının paşam, bazılarının albayım, bazılarının yüzbaşım dedikleri bir isim var Muzaffer Tekin. Kamuoyu onu bu isimlerin dışında, olayların hakkındaki bu kadar iddia ortaya atılınca arkasından intihara kalkıştı, intihara kalkıştıktan sonra bir hastaneye götürülüşü, hastanede uzun süre bir tedavilik döneminden sonra emniyete götürülüp sorgulanışı ve kilit isim olayların perdesi arkasındaki isim denilip hemen mutlaka herkesin tutuklanacağını beklediği bir anda mahkemeye çıktığı gün serbest bırakılan Muzaffer Tekin de şimdi telefon hattımızda, iyi geceler diliyoruz efendim.

Muzaffer Tekin : Sayın Saygı Bey

Saygı Öztürk : İyi geceler efendim

Muzaffer Tekin : İyi geceler, size ve ekibinize, stüdyo konuklarına, ayrıca tüm izleyicilere iyi geceler dilerim.

Saygı Öztürk : Sağ olunuz

Muzaffer Tekin : Menfur Danıştay saldırısında hayatını kaybeden değerli Danıştay üyesi Yücel Özbilgin?e Allahtan rahmet,  ailesine, Danıştay kurumuna ve Türk Milletine baş sağlığı temennilerimi iletiyorum. Yine Türk Milletinin bölünmez bütünlüğü ve bağımsızlığı için, canlarını feda etmiş şehitlerimizi rahmetle, gazilerimizi minnetle anıyorum. Kamuoyunu bilgilendirmek açısından, konu ile ilgili genel bir değerlendirme yapacağım. Umuyorum bu ifadelerim birçok soruya da açıklık getirecektir. Lütfen konuşmamı bölmezseniz, memnun olurum.

Saygı Öztürk : Komutanım, zaman zaman böleceğiz, çünkü ben şöyle hemen şunu merak ediyorum, siz Muzaffer Tekin olarak, Kıbrıs çıkartmasına katılmışınız, ben Korkut Eken bey ile olsun, Erdoğan Albay ile olsun, bazı özel kuvvetlerde Kıbrıs Harekâtına katılmış komutanlarla konuştuğum zaman sizin orada gösterdiğiniz kahramanlıklardan hatta bir tepeye isminizin verildiğine dair, bilgiler var, bu nedenle Kıbrıs?tan aslında girmek istiyoruz yani sizin asker olarak Kıbrıs?ta olmanız, arkasından atılmanız, benzer zaman zaman tabi ki sorularla bu konuyu, sohbetimizi sürdürmek istiyoruz.

Muzaffer Tekin : Ben şöyle arz edeyim Saygı bey, teveccühlerinize teşekkür ederim, yalnız bazı medya gruplarında olayın kişiselleştirildiğini hissettim. Ben burada kendimden ziyade, bu olayın genel bir portresini çizmek istiyorum. Evet, Kıbrıs harekâtına iştirak ettim, orada bize verilen görevleri yaptık ve komutanlarımızca takdir edildik ise bu bizim için en önemli olgudur. Müsaade buyurursanız önce ben kafamdaki şu Danıştay olayının bir portresini çizip,  diğer sorulara cevap vermek isterim.

Saygı Öztürk : Buyrun efendim, buyrun.

Muzaffer Tekin : Benim hedefe konularak gerçekleştirilen operasyon, Cumhuriyet tarihinin en büyük medya destekli siyasi komplosudur.  Nihai hedefi ise Türk Silahlı Kuvvetleridir. Ulusal bütünlüğümüzün güvencesi olan, Türk Silahlı Kuvvetlerine ve güvenlik güçlerimize karşı, yoğun bir psikolojik harekât yapılmaktadır. Ulusun direncinin kırılarak, Kemalist devrimin engellenmesine yöneliktir. Cumhuriyetin tüm kazanımlarının ve ulus devletin koruyucusu ve kollayıcısı bir kurumun çözülme ve bozulmasının sağlanması amacına yöneliktir. İlk andan itibaren tavrım, bağrından çıktığım ve hep onunla yaşadığım kuruma, bana, sevgi saygı ve muhabbet duyan yakınlarıma, arkadaşlarıma ve onların şeref ve haysiyetlerine yönelik bu komplonun uygulayıcılarına ve işbirlikçilerine bu hazzı yaşatmamak noktasında olmuştur. Eğer bir milletin ve kurumlarının, şeref ve haysiyeti, paramparça edilirse, bu umumi şerefsizliğin yıkıntısı altında, senin, benim, onun, bunun, kişisel şerefi de paramparça olur. Bizler şahsi rütbeleri, mevkileri ve her türlü çıkarı,  umumi şerefi kurtarmaya yönelik bir gaye uğruna feda etmeye her zaman hazır olduk ve bu konuda ettiğimiz yemine her zaman sadık kaldık. Bu tavrımız dün de, bugün de, yarın da geçerlidir.  Ulu önder Atatürk?ün Türk birliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir diye tanımladığı Türk Silahlı Kuvvetleri, Türk Milletinin en çok inandığı, güvendiği, en düzenli, en disiplinli, en inançlı kurumudur. Ordu çözülür ve bozulursa, zaafa uğratılırsa, milletinden aldığı güçten doğan hasletlerinden uzaklaştırılırsa, ne olur? Bu son kalenin düşüşüdür. Bu tuzun kokmasıdır. Bu düpedüz yok oluştur. Şemdinli iddianamesi ile başlayan ve benim üzerimden Türk Silahlı Kuvvetlerinin manevi şahsiyetine yönelen saldırılar, haberler ve bir takım öküz altında buzağı arama gayretleri ile devam etmiştir. Yurdunu, milletini, ordusunu halisane seven, uysal ve inanmış kesimlerin fikir ve bilgi haznesi, fitne ve fücur güçler tarafından fesada uğratılmaktadır, bu komplo organizasyonunun, senarist ve oyuncuları, maalesef başlangıçta kendilerine alkış tutan, her türlü mesleki ve ahlaki kuralı hiçe sayan, bir medya desteği bulmuştur. Bir takım cemaatlerin ve nefislerine nümayiş ve gösteriş yapan kimi yetkililerin, bu oyuna alet oldukları İslam dini ve Türk kimliği konusunda duyarlı olan milletimiz tarafından, ibretle ve hayretle izlenmiştir. Müspeti ve gerçeği aramaktan ziyade, onu yok ederek, menfi üzerinde birleşme ve buluşma gayretine girenler, ucuz basit ve haksızlığı bilinerek girilen tartışmaların hâsılasından kar ummuşlardır. Şahsıma yöneltilen bu saldırgan cehaletin, haddini aştığı da bir gerçektir. BEN BİR YURTTAŞ OLARAK, SAYIN BAŞBAKANDAN, ADALET BAKANINDAN, İÇİŞLERİ BAKANINDAN, DIŞİŞLERİ BAKANINDAN, SPORDAN SORUMLU ÖZELLİKLE DEVLET BAKANINDAN, İSTİHBARAT BİRİMLERİNDEN, SAVCILARDAN VE YETKİLİLERDEN İSTİRHAM EDİYORUM,  BU KOMPLOYU KURANLAR KİMLERDİR? BİLİMSEL, HUKUKİ, AHLAKİ, VİCDANİ YAKLAŞIMLARI DAHASI GERÇEKLERİ DİKKATE ALMAYAN BU SÖYLEMLERİN VE ORGANİZASYONLARIN SAHİPLERİ, KİMLERDİR? PEKİ, AMA KİMDİR BU ADAMLAR? BU YETKİYİ, BU GÜCÜ, BU KARŞI KOYULMAZ OTORİTEYİ HANGİ GÜÇTEN, NE ADINA, KİM ADINA, EVET EN ÖNEMLİSİ İSE KİMDEN ALMAKTADIRLAR? KİMDEN ALMIŞLARDIR? TÜRKİYE CUMHURİYETİ BİRİLERİNİN VEYA BİR TAKIM GÜÇ ODAKLARININ YASALARIYLA DEĞİL, TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI VE YASALARIYLA YÖNETİLMEKTE İSE, BU SORULARIM CEVAPSIZ KALMAMALIDIR. Bu işin sonuna kadar da takipçisi olacağım Saygı Bey.

Saygı Öztürk : Değerli Komutanım ağzınıza sağlık.

Muzaffer Tekin : Bir şey ifade ediyorum, ben bu olay süresince, ülkeme olan, dinamiklerine, inancımı bir kere daha pekiştirdim, dinamiklere olan inancımı, somutu arayan, gerçekleri arayan polisi, savcıyı, hâkimi ve hekimi gördüm. Ülkemin geleceğini omuzlayan yargının tarafsızlığını, polisin bilgi ve tecrübesini, doğruyu tespitteki yeteneğini, büyük bir gurur ve iftihar ile tespit etmenin bahtiyarlığını yaşadım. Hepsine huzurlarınızda teşekkürü bir borç bilirim. Şu hususu da arz etmeliyim. Olayın başından sonuna kadar, yoğun bir haber kirliliği içerisinde, gerçeği bulan erdemin ve vicdanın doruğunda meslek ahlakı ve etiği ile damıttıkları bakış açılarını yazılarına ve görüşlerine aktaran, usta kalemleri ve medya mensuplarını görmek ve okumak her Türk yurttaşı ve elbetteki benim için büyük bir övünç kaynağıdır. Hepsine ayrı ayrı şükranlarımı sunarım.

Taşkın Şenol :  Bir şeyden gidebilir miyiz? Bir en baştan ben merak ettiğim bir şey var, daha doğrusu birazcık açıkladı ama, ne oldu da size bir telefon mu geldi, bir şey mi duydunuz da bu intihar teşebbüsünüz, hastaneye kaldırılmanız, orayı biraz açabilir misiniz acaba? Çok merak ediliyor bu konuda sizin yayına çıkacağınızı öğrenince çok sayıda telefon geldi bize, açıklarsanız seviniriz.

Muzaffer Tekin : Şöyle şimdi, hayatım boyunca bir ilkem vardı, insanların geçmişte kahraman olmaları, şerefli olmaları önemli ve önemsiz derdim ama önemli olan insanların yaşam boyu, önemli olan ömür boyu şerefli ve kahraman yaşamalarıdır, ilkem bu idi. Ben bu menfur Danıştay hadisesini duyduğum zaman, bu olay ile ilgili ki evimin muhasara edilip aranması vs. durumlardan sonra yakalanmamın ve irtibatlanmamın duyduğum anda bu olay ile ilgili bir cümle ismim bir yerde geçer ise ben kendim için değil ait olduğum kurum ve insanların onuru ve şerefi için canıma kıyacağım dedim. Niçin? Bugüne kadar seneler önce ayrıldım, fakat o kuruma dün ayrılmış kadar sadakat ile bağlıyım ve o insanlardan da aynı sevgi muhabbeti görüyorum.  Böylesine onurlu bir çevre içinde yaşarken, böylesine onursuz bir olay ile anılmanın, tek bir çıkar şekli vardı benim adıma onu o şekilde yapmayı denedim.

Saygı Öztürk : Muzaffer Bey size aslında soracaklarımız daha çok soru var, herhalde kısa bir reklam aramız olacak ondan sonra sohbetimize devam edeceğiz efendim. Çünkü herkesin merak ettiği sizin ile ilgili bizim de merak ettiğimiz ve yönelteceğimiz sorular var efendim.

Saygı Öztürk : Televizyonunu yeni açan izleyicilerimiz için bir kez daha hatırlatalım, Danıştay saldırısını azmettirdiği iddiası ile gözaltına alınan, gözaltına alınmadan önce hakkındaki iddialara karşısında, intihara kalkışan Muzaffer Tekin, daha önce Kıbrıs?ta önemli görevlerde bulunmuş, daha sonra Türk Silahlı Kuvvetlerinden çeşitli nedenlerle atılmış. Tabi ki bunları bizlerde merak ediyoruz. Sayın Tekin, Kıbrıs günlerinizi anlatır mısınız efendim, biraz geriye dönelim 1974?e dönelim, çünkü Kıbrıs?ta az önce de söylediğimiz gibi Korkut Eken komutan?dan Erdoğan Albay?dan aldığımız bilgiler diye çevrenizdeki bilgiler, sizin Kıbrıs?ta çok önemli yararlılıklar gösterdiğinizi, isminizin bir tepeye dahi verildiğini biliyoruz. Kıbrıs olaylarına, biraz Kıbrıs?a gidelim, çünkü Kıbrıs?la sivil hayata geçtikten sonra da ilişiğinizi kesmediğiniz Rauf Denktaş başta olmak üzere diğer yetkililer ile de yakın ilişkileriniz var. O bölüme biraz değinebilir miyiz?

Muzaffer Tekin : Şöyle arz edeyim, 1974 yılında komando tugayı ile Kıbrıs Harekâtına iştirak ettik. Kıbrıs Harekâtın da, taburumuz, tugayımız, diğer birliklerin yerine getirdiği gibi almış oldukları bütün görevleri eksiksiz büyük bir cesaret ile yerine getirdi, ben hep onu şöyle arz ederim; Asker tel örgüler içerisinde antrenman yapan sporcuya benzer, nasıl ki sporcu maça çıkar puan alır, askerin de meşru ise puan alacağı yer muharebe meydanıdır. Bu bir mahalle kavgasıydı, hasbelkader bizlere nasip oldu, ama seferberlik yurt çapında olduğu takdirde bizleri bırakın, analar, bacılar, yaşlılar herkes bu göreve talip olacak, dolayısıyla o görevin içinde bulunmaktan onur duyuyorum. Komutanlarımın ki benim için çok önemlidir, Korkut Eken komutanım, her harp okulunu bitiren subayın idolüdür ve gerçekten yaşayan bir efsanedir. Bizler kıtaya çıktığımız zaman onların isimleriyle hep bir yerlere gelmek için onları taklit ederek, onları örnek alarak görevler yapmaya çalıştık, keza Erdoğan Gürkan binbaşım bunlar Türk Ordusunun çok seçkin çok özel subaylarıdır. Onların takdirine mazhar olmak benim için ayrıca bir gurur kaynağıdır. Kendilerine şükranlarımı arz ederim.

Saygı Öztürk : Komutanım, sonra arkasından Türk Silahlı Kuvvetlerine bu kadar sevginiz olmasına rağmen kendinizi Türk Silahlı Kuvvetlerinden emekli buldunuz, bu da merak edilen bir konu, neden yüzbaşı rütbesindeyken Türk Silahlı kuvvetlerinden koparıldınız? Olayın perde arkasını anlatır mısınız bir bize?

Muzaffer Tekin : Şimdi Saygı Bey, emekliliğime neden olan hadise, birçok medya grubunda yer aldı fakat kendi ağzımdan olayın gerçeğini size arz ediyorum. 1985 yılında, 4 teğmenin bir gazinoda dövülmesi hadisesi vardır ki, bu 4 teğmenin teğmen oldukları bilinerek o gazino sahipleri tarafından, dışarı çıkarılırlar 17 personel biz sizleri tanıyoruz biliyoruz teğmensiniz, sanki onları yatıştırıp uğurlama durumuna soktukları bir anda üzerlerine saldırıp kazma kürek, tekme tokat dövülme hadisesidir. Aradan zaman geçmiştir, teğmenler bu olayda mağdurdur, fezlekeler kendi aleyhine tutulmuştur, gazino sahipleri çevrelerini kullanarak teğmenleri mağdur edecek her türlü işlemleri yaptırmışlardır. Sizin de takdir edeceğiniz gibi askerlikte en önemli duygu, birlik beraberlik duygusudur ve bu teğmenler gençtir, delikanlılık çağındadır, onlar bu olayın tamamıyla kendileri ve arkadaşları aleyhine geliştiğini görerek ki, düşünceleri de şudur, doğuda asker ve polis olduğunu bile bile, silah atan ile batıda sopa atan arasında fark yoktur, böyle bir şeye girişmişlerdir. O gazinoda tahribat meydana gelmiştir. O esnada ben nöbetçi amiriyim, olay mahkemeye intikal etmiştir, benim mahkemeye sevk ediliş nedenim, toplu ızrar ve azmettirmektir fakat olayı yapan bir tek teğmen tespit edilememiştir, müteakiben geriye göreve iade edilmişimdir, görevde, görev sürem devam ederken ki o senede komutanlarımın belirttiği üzere devremin başında mümtaz?en terfi durumundaydım, askeri şuraya sokulmuşumdur, askeri şura da genelde oy birliği ile çıkar kararlar o dönem altı orgeneral benim emekliliğime şerh koymuşlardır, muhalif olmuşlardır, Yüzbaşı Tekin bu olaydan emekli edilemez, ama bir veya iki oy fazlası ile emekli edildim, ondan sonra mahkemem sivil mahkemeye intikal etti ve mahkeme devamında da ben bu olaydan beraat ettim.

Saygı Öztürk : Efendim o günlerde, bir ünlü bir avukata gittiniz, o bölüm biraz eksik kaldı gibi geliyor.

Muzaffer Tekin : Şöyle, gittiğim avukat Burhan Apaydın idi. Kendisi o dönemki evrakları incelediği zaman, bu yılın davası olacak dedi ve evrakları şöyle elinde bir salladı ve ben dedi bu kuvveti böyle sallayacağım zira biliyorsunuz askeri şura kararları ile Cumhurbaşkanının tek başına aldığı kararlar, yargıya tabi değildir.  125. madde ama ben bunu gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi vs götürerek bu olayı çözeceğim ve bütün haklarını alacağım şeklinde bir beyanda bulundu. Ben de kendisine ben bir araca bindim, araç hedefe giderken yolda lastiği patladı, amaç ülkeye hizmet seferberlik olduğu zamanda biz görevimize talip oluruz ben kendi olayımla şahsi olayımla ilgili Silahlı Kuvvetlerin manevi şahsiyetini tahkir ettirmem dedim ve o günden bu güne kadar da o olay ile ilgili her şeyi bir tarafa bıraktım ve unuttum.

Saygı Öztürk : Evet efendim, teşekkür ederiz. Sayın Muzaffer Bey, şimdi konuya şuradan girmek istiyoruz.   Bildiğiniz gibi önce Danıştay?a bir saldırı gerçekleştirildi. Danıştay?a saldırı gerçekleştirildiğinde, Alpaslan Arslan isimli avukat bildiğiniz gibi, olayın faili olduğu gerekçesi ile yakalandı tutuklandı. Arkasından siz neler hissettiniz? Saldırının olduğu günlerde. Alpaslan Aslan?ı tanıyor musunuz efendim? Oradan başlayalım.

Muzaffer Tekin : Şimdi Saygı Bey esasında bu konulara girmek istemedim, ben Alpaslan Arslanı bu tarihten iki sene öncesine dayanan bir zaman içinde avukat kimliği ile kendi büromun hemen karşısındaki bir büroda yine stajyer genç avukatlar vasıtasıyla tanıdım. 3 veya 4 defa bir buçuk sene öncesinde görüştüm, o da büromda olmuştur kendisi ile bir buçuk senedir şahsen hiç görüşmedim.  Son günlerde tarafımdan 50-60 telefon görüşmesi yapıldığı ifade edildi. Kesinlikle iddia ettim, dedim ki bir yıl içinde belki bir defa telefon ile bir görüşmem olabilir onu da bayram yılbaşı özel günlerde telefonuma 300-400-500 mesaj, çağrı geliyor, boş bıraktım ihtiyat hanesini. Nitekim dokuz ay önce bir tek telefon görüşmesi tespit edildi, o da bir özel güne rastlıyordu. Bunun haricinde hiçbir görüşmem olmamıştır.

Saygı Öztürk : Peki efendim bu olaya nasıl girildi? Şimdi Alpaslan Arslan cinayeti işledikten sonra, hemen iki gün sonra sizin isminiz olayın kilit ismi azmettiricisi diye çıkmaya başladı, hemen arkasından da yine gelecek olay ile ilgili sorumuz var efendim. Bu isminiz nasıl karıştı bu olaya veya nasıl karıştırıldı?

Muzaffer Tekin : ŞİMDİ BEN BAŞLANGIÇTA İFADE ETTİĞİM CÜMLELERLE BUNLARIN CEVAPLARINI ÜLKEMİN İSTİHBARAT BİRİMLERİNE, GEREKLİ YETKİLİLERİNE BEN SORUYORUM!!! O CEVABI ONLAR BANA VERECEKLER!

Saygı Öztürk : Şimdi efendim, aynı günlerde bildiğiniz gibi yine fotoğraflar çıkmaya başladı, emekli General Veli Küçük?ün, Özel Harekat Dairesi Başkanı İbrahim Şahin, ki İbrahim Şahin?in duruşmalarında olduğunuz, Veli Küçük olayında Veli Küçük?e herhalde eski bir komutanınız ya da saygı duyduğunuz bir isim olması nedeniyle elini öptüğünüz, bu fotoğrafların arkasından işte Dışişleri Bakanı ve Başbakan, işte Dışişleri Bakanı Abdullah Gül beyin açıklamaları oldu, işte fotoğraflar bu olayların işte Danıştay olayının arkasında kimler olduğunu ortaya koymaya yetmiyor mu dedi. Başbakan açıklamalar yaptı, ihanet şebekesi ortaya çıkartıldı dedi. Emniyet müdürü işte çeteyi ortaya çıkarttık bütün hatlarıyla sizlerin de gözaltında olduğunuz zaman ve kamuoyu o güne kadar olayın hemen arkasında olayın yönlendiricisi emekli yüzbaşının işte birlikte olduğu Susurluk bağlantılı bazı kişiler emekli askerler, komutanlar, siz kendinizi o günlerde nasıl bir ortam içerisinde buldunuz ve aranmaya başlandınız ve intihara kalkıştığınız bir yola gidelim efendim o günlere bir dönmek istiyoruz?

Muzaffer Tekin : Biraz önce, o intihar sebebini arz ettim, Veli Küçük komutanım ve İbrahim Şahin tanışıklığına, şöyle bir açıklık getireceğim. Ben, 1982 yılında Tuzla Piyade okulunda iken, İbrahim Şahin orada Özel Harekât kursu almıştır. 1998 yılına kadar hastane ve hapishane döneminde ben İbrahim Şahin ile görev esnasında hiçbir araya gelmedim. O dönemlerde, çok sevdiğim bir komutanım İbrahim Şahin?in bu ülke için yaptıklarını anlattığı zaman bende bir vatansever olarak onun en mağdur olduğu dönemlerde yanında olmayı hastane ve hapishane döneminde yanında olmayı bir borç bildim. Mağduriyet yaşadığı o dönem kendisini bir vatansever olarak sevdim ve takip ettim. Şimdi İbrahim Şahin benim dostum, o zaman bir seviyordum şimdi iki seviyorum ve ölene kadar da dostum kalacaktır. Benim kırk sene önceki hesaplarımı döken aile ilişkilerimi döken medya, Susurluk döneminde ki bilemiyorum nedir o dönemde, bu kişiler ile de irtibatım olmadığını çok iyi biliyor. Ayrıca Veli Küçük paşam ile çalışmadım ama bir sınıf arkadaşım o komutanımızın çok vatansever kahraman bir insan olduğunu söylediği zaman nerede görsem ilk gördüğümde bileğini büküp elini öpeceğim dedim. Görev yaptığım süre içerisinde değil gövdemi, boynumu eğmedim, ama almış olduğum ailevi ve askeri terbiye gereği bir büyüğümün elini öpmek nedense çok büyük bir olay, çok büyük bir suç gibi lanse edildi. Yine onu basın önüne, insanların gözünün önüne seren medya grubu, benim susurluk dönemindeki o görev yaptıkları süre içerisinde ne komutanımla ne de İbrahim Şahin bey ile bir arada olmadığımı çok iyi biliyorlar.

Saygı Öztürk : Efendim o günlerde yine gündeme gelen Ergenekon isimli bir gizli bir yapılanma Türk Silahlı Kuvvetlerinin bazı eski mensuplarının, emekli MİT mensuplarının ya da değişik meslek mensuplarının bulunduğu bir Ergenekon yapılanmasından söz edildi. Ergenekon yapılanması ve bunun ile ilgili bir tüzük ortaya atıldı, bazı basın organlarında bunlar ile ilgili geniş haberler yer aldı, yemin metinleri yer aldı. Nedir efendim böyle bir Ergenekon yapılanması içerisinde misiniz?

Muzaffer Tekin : Şimdi bakın Saygı Bey, ben şayet bu medyada çıkan haberleri okusaydım, ki iyi ki öyle bir ortam yok, inanın ben kendimi hiç savunmazdım, ben serbest bırakıldığım dönemde bu yazıların bir kısmını okudum. Bir kısmını da okumaktan imtina ettim. Şimdi kendimi bile tanıyamadım, bir büyük gazete kupürü, Muzaffer Tekin?e Kutlu Adalıyı sorun, kimdir bu? Bir arkadaşımız var bir gazeteci tanıdığı var, dedim ki, aç sor kimdir Kutlu Adalı, 5 dakika sonra cevap geldi, Kıbrıs?ta 96 yılında öldürülen bir gazeteci,  o dönemlerde ne Kıbrıs?a gittim ne geldim ve ismen tanımıyorum. ERGENEKON SİZDEN DUYUYORUM. TİT o bu, yani bir Gaffar Okkan cinayetini benim üzerime şey yapılmamış, monte edilmemiş bunun haricinde ne varsa Muzaffer Tekin günah keçisi her şey üzerine monte edilmiş ve böyle bir şey olmaz, olamaz.

Saygı Öztürk : İntihara sürükleyen olay üzüntünün bundan mı kaynaklandı efendim?

Muzaffer Tekin : Şimdi ben bu olayların, bu yazıların hepsini görmedim Saygı Bey ve ben dedim ki başlangıçta bakınız bir cümle geçerse yani ben böyle bir olayda anılmak canıma kıyarım, ben tek şunu gördüm üçüncü gün bir televizyon kanalını izlerken, bir gazete kupürü manşet haber,  80 yılında ordudan ihraç edilen Albay kod adlı, ben hiçbir zaman Albayım demedim, Paşayım demedim zaten öyle bir şeyim de yok, beklentim de yok, benim her zaman dostlarım ismim ile hitap eder, küçüklerim komutanım diye hitap eder, ama ben bu beklenti içinde olduğumdan değil onların karşılıklı saygı sevgi şeyi, bizler de ölene kadar emekli olsak bile komutanlarımıza hep komutanım diye hitap ederiz, olay bu?.

Saygı Öztürk : Efendim bir de mesela bu kadar hakkınızda ki yazılan çizilenden sonra, genelde çünkü Başbakan, Başbakan yardımcısı, emniyet üst düzey yetkilileri ve bazı siyasiler, özellikle AKP çevrelerinin yaptığı açıklamalara göre sizin biran önce cezaevine girmenize dair bir beklenti içerisine girilmişti. Yani hakkınızda bu kadar basındaki haberlerden sonra olayın perde arkasındaki isim olduktan sonra, siz bu kadar yayınlardan sonra ki daha sonra çıktıktan sonra herhalde görmüşünüzdür bazı yayınları, siyasilerin bu açıklamaları ve mahkemenin sizin ile ilgili verdiği karar karşısında bir şaşkınlık yaşadınız mı efendim?

Muzaffer Tekin : Şimdi ben mahkeme kararı karşısında şaşkınlık yaşamadım, çünkü başlangıçta da belirttim, bu ülkenin hukukuna, adaletine olan inancımı hiçbir zaman kaybetmemiştim ve ben kendimden emindim bir düşünür der ki ?Etraf sizi ne kadar dürüst zannederse zannetsin, siz kendinizi kandırabilir misiniz?? Vicdani olarak, kişisel olarak, silahlı kuvvetlerden ayrıldığım günden bu güne kadar hiçbir askeri işe hiçbir gayr-ı meşru olaya karışmadan mütevazı bir yaşam sürdürdüm ve dün ayrılmış gibi de o müesseseye o kuruma saygı duydum. Bugün görev verildiği takdirde nefer olarak da o kurumun hizmetinde görev yapmaktan onur duyarım çünkü ben hep şunu dedim dostlarıma bir askere Allah ceza verecekse onu sivil hayata atsın, ticaret içinde olsun, ticaret yaptırsın, ben tüccar değilim ticareti de beceremedim, hep o duygularla yaşadım, ticaret yapacağım taktirde bir şeylerin eksileceğini düşündüm.

Saygı Öztürk : Efendim yine o günler ile ilgili olarak bir de şu var tabi ki, siz Ankara Emniyet Müdürlüğüne getirildiniz, sorgulandınız. Hastanede bir süre kaldınız, o sorgunuzda size yöneltilen suçlamalar neydi efendim? Alparslan Arslan ile diyorsunuz ki, ben bir kez görüştüm diyorsunuz, o da şu tarihte işte şöyle özel bir günde, olaydan çok çok önce peki polisler veya sorgucular ya da Cumhuriyet Savcısı size ne yöneltti efendim o zaman ne ile suçlandınız siz o günlerde?  Basındaki bu kadar haberden sonra.

Muzaffer Tekin : Şimdi, sizin de buyurduğunuz gibi ben o dönem işte kilit isim, azmettirici olayın planlayıcısı olarak şey yapıldım, lanse edildim, ama ben inanın gözetimdeyken hep kendi kendime şunu sordum ben niçin buradayım? Ben niçin buradayım? Tabi bunun cevabını sizler çok iyi biliyorsunuz. Biraz önce biraz süratli ifade ettiğim duygularımda, burada Muzaffer Tekin?in Danıştay olayıyla uzaktan yakından hiçbir bağının olmayacağını beni tanıyan, çevrem herkes çok iyi biliyor, ama burada bizim üniter devlete sahip çıkan yapımız bakınız sorulan sorular eylem olarak çok enteresandı görevdeki bir savcı Gültekin Avcı, Bayındır savcısı ben daha gözetimdeyim üçüncü gün, beşinci gün kitap yazıyor kitabın üçüncü baskısı  Yüksekova, Şemdinli, Susurluk ve Danıştay bu ne sürat, şimdi orada Muzaffer Tekin?in bulunduğu eylemler, eylem olarak geçiyor, Bayrağına sahip çık mitingine gitmişim, PKK?yı lanet mitingine gitmişim, Kaymakam Kemal Bey?i an, Kaymakam Kemal Bey, Boğazlayan Kaymakamı,  Kürt Nemrut paşa divanında  İngiliz ??nin memnun bakışları arasında idam ediliyor, büyük yüce Atatürk ona iade-i itibar milli şehit Kemal bey ismini veriyor ve biz onun bilinmeyen mezarını bulduk, her sene 10 Nisan?da anıyoruz bu eylem, Yunanistan?da Pontus heykeli açılıyor bizde burada onu telin ediyoruz, diğer bir olay bakınız bu çok önemli, şimdi kiliseye niye gittin? Saldırının vuku bulduğu tarihlerde gözden kaçan çok önemli bir gelişme oldu. 17 Mayıs 2006 Fener Rum Kilisesi Başpapazı Birinci Bartholomeos Cenevre?de Ekümenik sıfatını kullanarak genişletilmiş kutsal meclisini topladı. Toplantı sonucunda güney Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi Baş Piskoposluğu makamının boş ilan edildiği Başpapaz Bartholomeos tarafından açıklandı. Açıkça Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ihlal edilirken ve Lozan delinirken bu haber maalesef hiçbir yerde bu haberi duymadık ama benim kiliseye gitmem boy boy birinci haber olarak verildi. Ben Türk Ortodoks Kilisesine gittim, niçin gittim arz edeyim,   seneler önce bir hanımefendi görsel ve yazılı basında Türk Cumhuriyeti bekaasını, laik, demokratik, hukuk devletini Atatürk ilke ve inkılaplarını savunuyor Türkiye?de, Asya?da, Kuzey Kıbrıs?ta, Avrupa?da, kimdir dedim bu hanımefendi? Dediler ki Türk Ortodoks Kilisesi Basın Sözcüsü Sevgi Erenerol, araştırdım bu ailenin büyük dedesi Papa Eftim, Milli Mücadelede katkılarından ötürü İstiklal Madalyası hamili bir insan, bir gün mecliste yaptığı konuşmada Fener Rum Patriğinin mumunu söndüreceğim diyor, bir gazeteci de tıpkı bir Türk gibi konuştunuz deyince, ben Türk oğlu Türk?üm diyerek, çok büyük bir hiddet ile o gazeteciyi azarlıyor. Mustafa Kemal Atatürk 1922 yılında bizzat Papa Eftim?e Kayseri?de Türk Ortodoks kilisesini kurduruyor ve Mustafa Kemal Atatürk ?Fener Rum Patriği şer ve hıyanet yuvasıdır, onun misak-ı milli sınırları içinde yeri olamaz?,  derken Türk Ortodoks kilisesini güçlendirmek istiyor. Ama maalesef Mustafa Kemal Atatürk vefat ettikten sonra Amerika?dan ithal bir papaz Türk Cumhuriyeti vatandaşı yaptırılıyor, işte o fener Rum patriği bugün güçleniyor ve Ekümenik patrik tartışmaları, biz Atatürk ilke inkılâpları derken yalnız Atatürk?ün söylemlerini değil icraatlarını yerine getirseydik bugün Türkiye Cumhuriyeti devleti birçok sıkıntılardan arındırılmış olurdu.

Saygı Öztürk : Evet, Muzaffer Bey şimdi, arandığınızı duydunuz, televizyonda duydunuz olayın kilit ismi olduğunuz hakkında haberler geldi o günlerde mesela hep şöyle denilir ya madem suçsuzsanız niye teslim olmadınız diye? Size de mutlaka böyle sorular gelmiştir. Bizde soruyoruz efendim böyle bir şey o zaman niçin gidip kendiliğinizden teslim olmadınız?

Muzaffer Tekin : Bakınız şöyle arz edeyim şimdi ben, bu olay büyük bir baskın olayı idi benim için, yani siz hiç dahiliniz olmadığınız bir olayın içine tepeden inme birden sokuluyorsunuz, bu olay esnasında bir yerde yemek yiyorduk, eşim telefonla arayarak, evimizin sarıldığını polislerin geldiğini söyleyince ben kapıyı aç geliyorum dedim. Yanımda iki üç şahit arkadaşım vardır, yalnız o grup içindeki arkadaşlarım komutanım lütfen bir bakalım nedir? Mahiyetini öğrenelim dediler ve kendileri gittiler.  on dakika sonra arayarak Danıştay olayı ile ilgili deyince, ben gülerek benim bu olay ile ne ilgim olabilir giderken, yine lütfen bekleyin olayın neticesini alalım, o esnada evdeki aramalar vs tespitler iki iki buçuk saatlik bir zaman geçiyor. Eski bir savcı olan, avukatlık yapan dostumuz ve eve giden arkadaşlarımız geldiklerinde, telefonunuzu kapayın önemli yakalama dediler. Benim ne ilgim olabilir bunları belirttikten sonra aynen bana şu söylendi sizin bir gün gözetime alınmanız onurunuzu kırar, evet dedim, bu olayla neyle suçlandığınız ki olay günü Çarşambaydı yanılmıyorsam, Pazartesi o insanlar mahkemeye sevk edildiğinde açığa çıkar, biz sizi götürür, savcıya gerekli ifadeyi verir ve tekrar serbest bırakılırsınız şeklinde ki doğalı bu çünkü ben kendimi biliyorum. O esnada yalnız sizin isminiz basına sızdırılır şeklinde bir ifade kullanıldı. Benim ismim nasıl basına sızdırılır benim bu olay ile ilgili hiçbir dahilim yok, ben bunu kabul edemem dedim ve biraz önce söylediğim gerekçe ile böyle bir olayda ben yaşamamayı yeğlerim şeklinde gelişti olay.

Saygı Öztürk : Sayın Tekin şimdi böyle geldi geçti inşallah böyle bir olay bir daha hiçbir zaman sizin için de tekrarlanmaz. Bu olayda şöyle bir geriye baktığınız zaman, olup bitenleri daha iyi şu anda görüyorsunuz. Bu işin perde arkasında neler var, siz bu olaya niçin dahil edildiniz? Basında bu kadar ön plana niçin çıktınız? Bir yerde şöyle düşünebiliyor musunuz yani iyi ki ölmemişim bu olayların en azından doğrusunu öğrenmeye başladım, şuanda olaya bakışınızda bir farklılık var mı efendim? Olaylar öncesi ve sonrası bugüne baktığınızda.

Muzaffer Tekin : Şimdi şöyle arz edeyim, bugün biraz önce arz ettiğim üzere, ölmediğime mutluyum, niye mutluyum, ilk andan itibaren savunduğum bir şey vardı, bu olay kesin çözülecek, bu olay ile ilgili en ufak toplu iğne başı kadar bana yapıştırmaya çalıştıkları bir suç olamaz, en azından hukuki olarak böyle bir şey yoktu ama ben vicdani olarak önce kendime böyle bir şeyi yapıştıramam ben her zaman onu söylüyorum, Danıştay hadisesi laik, demokratik, hukuk devletine, Cumhuriyete yapılan çok önemli çok üzücü bir hadisedir. Ben o olayda en yakınım kardeşim bile olsa hiçbir şey olmasa önüne atlayıp o olayı önleme yönünde gayret gösterecek kadar yürekli davranabilirim. Böyle bir olayın içinde olmam mümkün değil. Ama başlangıçta da ifade ettiğim üzere benim üniter devlet yapısına sahip çıkan kimliğim ve bir Muzaffer Tekin kimliği bu kadar yankı yapmıyordu, ancak eski asker o zaman ki ifadelerle, ordudan atılmış, emekli yüzbaşı, yani asker kimliğim gündeme getirilerek, Türkiye?nin gözbebeği bir kurum yıpratılmak istenmiştir, ama olaylar çok kısa sürede ortaya çıktı, yani bizim üzerimizden olmadığı ortaya çıktı. Bunu görmek tabi bana huzur verdi.

Saygı Öztürk : Efendim çevreniz nasıl görüyor artık bu olayı o günleri yaşadığınız bu olaylardan sonra?

Muzaffer Tekin : Şöyle arz edeyim, o dönem beni tanıyan hiçbir kimse bu olay ile beni en ufak bir şekilde ilintilendirmedi, kabullenemedi ve herkes bu olaya benim kişiliğimde kendi olayı gibi sahip çıktı.

Saygı Öztürk : Evet, evet çünkü bende şu yönden biliyorum, o günlerde bizi arayan sizin devre arkadaşlarınız, sizi tanıyanlar gerçekten inanılmaz bir sahiplenme vardı efendim ve hiç kimse sizin böyle bir olayın içerisinde olduğunuzu kabullenmediği gibi şiddetle karşı çıktı.

Muzaffer Tekin : Bakınız bir şey arz edeyim Saygı Bey,

Saygı Öztürk : Hatta bugün bile sizin televizyona çıkacağınızı öğrenen çok sayıda komutan arkadaşınız aradı, konu ile ilgili konuşmak isteyenler oldu. Ancak vaktimizin sınırlı olduğunu sizde biliyorsunuz?

Muzaffer Tekin : Bir şey arz edeceğim çok kısa bir şey arz edeceğim.

Muzaffer Tekin : Mesela birçok şeylerle sivil toplum örgütü, yok o ocak bu ocak, ben kendimi şöyle tanımlıyorum Saygı Bey; yurtsever, Atatürkçü ve idealist bir Türk Vatandaşıyım. Hiçbir partinin ama hiçbir siyasi görüşün, ideolojinin, hiçbir derneğin veya kuruluşun himmetine ve yardımına ihtiyacım olmadan tam bağımsız Atatürk Türkiye?sinin kararlı ve ödünsüz savunucusuyum, siyasi sosyal ekonomik görüşümün dayanağı büyük Atatürk?ün dediği gibi ?bizim yolumuzu çizen içinde yaşadığımız yurt ve bağrından çıktığımız Türk milletidir? deyişinden kaynaklanmaktadır. Benim kendimi ifade şeklim budur.

Hikmet Çiçek : Sayın Tekin, efendim bir sorum olacak, ben sizin terörle mücadeledeki ve savcılıktaki ifadelerinizi okudum. O davaya adı karışan işte Alparslan Arslan?ın ve bazı zanlıların da ifadelerini okudum. Size ve Alparslan Arslan?a ve başka kişilere de İşçi Partisi genel başkanı Doğu Perinçek?i tanıyor musunuz? Sorusu yöneltiliyor, şimdi düşündüğünüzde bir siyasi parti genel başkanını bu komplonun içine neden dahil etmek istediler düşündünüz mü efendim?

Muzaffer Tekin : Şimdi şöyle arz edeyim. Bana bu soru soruldu, ben Doğu Bey?i tanıyorum. Tanımaktan da onur duyuyorum. Benim şahsi görüşüm, bu olay yalnız Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinde yoğunlaştırmamak gerekir. Şimdi toparlayabilirsem Avrupa Birliği diyor ki;  Köhneleşmiş Atatürk İlke ve İnkılâplarını bırakın, Kemalizm?den vazgeçin. Avrupa Birliğine girebilmek için, neden? Atatürk ilke ve İnkılapları ulus devletin çimentosu, üniter devletin çimentosu, şimdi Doğu Perinçek Bey ve İşçi Partisi ulus devlete ve üniter devlete bağlılığı ve sahip çıkma konusunda  büyük özveride bulunuyor. Bu olay benim üzerimden, ulusalcılarında bir tavsiyesi olarak görülmektedir, benim şahsi görüşüm, onun için bu sorular sorulmuş olabilir.

Saygı Öztürk : Efendim son olarak size, hemen arkasından bildiğiniz gibi Atabeyler operasyonu başladı yine özel kuvvetler mensuplarının içerisinde yer aldığı bir operasyon, zaten Yüzbaşı Murat Eren?in babası da stüdyomuzda bildiğiniz gibi, bunun arkasından sizin hemen Danıştay?ın arkasından bu olayların gelişleri ortaya çıkarılışları veya ihbar mekanizması bir tesadüf müydü ya da değerlendirmeniz nasıl efendim?

Muzaffer Tekin : Şimdi şöyle arz edeyim öncelikle ben konuklarımıza özellikle Murat Yüzbaşımın babası orada mağdur olarak bulunuyor geçmiş olsun diyorum ve inanıyorum o değerli yüzbaşımız ki şöyle irtibatım var bende o genç yüzbaşımın güneydoğuda çok büyük yararlılıklar gösterdiğini çok kahramanlıklar yaptığını bizzat kendi arkadaşlarımdan duydum, bu olayı bir talihsizlik olarak görüyorum, er geç biraz önce de belirttim Türk Adaleti gereğini yapacaktır ve o insanın da en kısa zamanda özlediği insanlara özlediği özgürlüğe kavuşmasını istiyorum. Bu tip çekişmeler, bu tip kısır çekişmeler bizim ülkemize hiçbir zaman yarar getirmeyecektir, bugün dünden daha çok birleşme ve birbirimize sıkı sıkı sarılma zamanıdır, inşallah o tabloyu da yakında görürüz.

Hikmet Eren :  Efendim müsaade ederseniz, Sayın Muzaffer Tekin?e teşekkür ediyorum, geniş açıklamalar yaptınız, nezih açıklamalardı, sizden önce de Sayın Ahmet Özhoca Albayım nezih açıklamalarda bulundu, bir yerlere gidiliyor nedir bir yerlere gidilirken, Türkiye?de Korkut Ekenlerin Muzaffer Tekinlerin çoğalması arzu ediliyor herhalde, çoğalıyor merak etmesinler, Türkiye?ye sahip çıkılacaktır kimsenin endişesi olmasın.

Saygı Öztürk : Muzaffer Bey sizlere çok teşekkür ediyoruz, eklemek istediğiniz bir şey var mı efendim?

Muzaffer Tekin : Ben de sizlere teşekkür ediyorum Saygı Bey, seviyeli güzel bir program yaptınız, her zaman programlarınız öyle oluyor, en önemlisi insanlar düşündüklerini ifade etme ortamı buluyorlar, ben hepinize teşekkür ediyorum.

Saygı Öztürk : Onca televizyonlar içerisinde gerçekten bizi kırmadığınız ve Flash Tv televizyonu, Sisler Bulvarı programını tercih ettiğiniz için bizler de Taşkın Şenol ile birlikte sizlere teşekkür ediyoruz.

Muzaffer Tekin : İstirham ederim. Hayırlı geceler efendim.

Taşkın Şenol : Sağolun

&   &   &

 

Ahmet Altan’ın gazına gelmek!

Şenol Demirci / 25.04.2011

www.haberdar.com.tr

 

Yanılmıyorsam 1992 yılıydı.

Fanatik bir Ahmet Altan takipçisiydim. O tarihte Aktüel Dergisi?nde yazıyordu ve istisnasız her hafta yazısını dikkatle okuyordum.

Ahmet Altan’ın o yıllardaki medya transferleri “Türkiye’nin en iyi yazarı bizimle” diye duyuruyordu?

Korkunç bir birikim, Harika bir Türkçe, Şahane dil kıvraklığı ile bizi büyülüyordu.

Her fikri benim için amentüydü.

Onun teorilerini sorgulamak haddimize miydi?

Yine o tarihlerde bir dolandırıcı haberi çıkmıştı dergilerden birinde. Diyordu ki ?İstanbul?da uyanık başına 12 keriz düşüyor.?

Gülüp geçmiş, eğlenmiştik bu söze?

Nerden bileyim onlardan biri de benmişim!

Büyük düşünürümüz(!) Ahmet Altan?ın Türkiye?nin sırtındaki yükler teorisi çok ilgimizi çekmekteydi.

Altan?ın 3 K tespiti

Yani: Kürt, KİT ve Kıbrıs sorunu olarak formüle etmekteydi.

Altan, Kürt sorunu için,? Yahu sürekli zarar ettiğiniz bir yeri büyük bir iyilik yaparak sizden istiyorlar. Boşuna milyarlarca dolar harcayarak bu bölgeyi elinizde tutup boyuna zarar ediyorsunuz. Verin gitsin? formüle ediyordu.

KİT’ler için ise ?satın anasını da satarım? önerisi yeterliydi.

Kıbrıs için de benzer bir görüş savmakta sözü ?çıkın, orada ne işiniz var. Ekonomimize yük? demeye getiriyordu.

Aynı yazar vatanseverlik için de “Ben, kadınları sevmeyi tercih ederim” diyordu.

Kendisini de yedek subaylığını Kıbrıs’ta yaptığı için güya adaya ayrı bir önem veriyordu.

Bir keresinde Türkiye’nin 1974 yılı 20 Temmuz’unda yaptığı çıkartma ile ilgili bir yazı da kaleme almıştı.

TSK düşmanlığının nedeni ne acaba?

Ahmet Altan, Türk Silahlı Kuvvetlerinin 1974 yılında gerçekleştirdiği amfibi çıkartmasının büyük bir beceriksizlik olduğunu, çıkılacak en kötü noktaya, yani makineli tüfek yuvalarına denizden çıkartma yapıldığını ve ağır kayıplar verildiğini yazmıştı. Bu taktik facianın kara bir leke olarak Silahlı Kuvvetlerin boynuna asıldığını, bu fiyaskonun dünya harp okullarında taktiksel fiyasko olarak öğrencilere okutulduğunu ve rezil olduğumuzu yazıyordu. Yani TSK’nın beceriksizliğine dikkat çekiyordu.

Yazarın namusu konusunda o zamanlar şüphemiz yoktu ve dediklerini doğruluğuna inanıyorduk. Yıllarca babası Çetin Altan?a abilerimizin inandığı gibi.

Altan’ın verdiği bu bilgiyi birçok dost sohbetinde çok kere kullandım. Öyle ya, kaynağımız çok namuslu çok cesur bir entellektüeldi.

TSK’nın, Mehmetçiği Rum makineli tüfek mevzilerinin önünden sahile çıkarttığını ve çok ağır kayıplar verdiğini anlatıp durdum yıllarca. Hatta anlattığım kişilere “Bunu kayıpları artırıp milli tepkiye çevirmek için bile bile yapmışlardır” yorumları ile süsledim.

Bu yanlış bilgiyi yaklaşık 17 yıl taşıdım ve yaydım.

TSK ve Allah beni affetsin!

2010 yılında, Kıbrıs Barış Harekâtı ile ilgili senaryo yazma hazırlığına başladım. Doğal olarak araştırmaya, okumaya koyuldum.

İki defa Kıbrıs’a gittim. Birinde Ali Korsan da bana yarenlik etti. Mücahitler ve gazilerle görüştüm. Savaş alanlarını gezdim.

Anı kitapları, kurmay subayların kitapları derken epey bir kaynak taraması yaptım.

Dikkat! Akil adamlarımız çakma

Ne öğrendim biliyor musunuz?

Ahmet Altan’ın yıllar önce yaptığı tespitin tamamen yalan olduğunu!

Evet, aşağılık bir yalan!

Karanlık yüzlü ailenin kapkara yüzlü ferdinin yazdıkları hala aklımda?

Peki, bir insan bu yalana neden gereksinim duyar!

Bunun tek bir yanıtı olabilir: Hainlik! Uyuyan hücre vs. 2007 Ergenekon hazırlığı!

Kuruluşu milattan önceye dayanan bir ordu? Sayısız destan, sayısız kahramanlık, sayısız stratejik miras! Dünya orduları arasında haklı bir saygınlık vs.

Nedense Tatar Hasan Paşa?nın torunu Ahmet Altan’a bunlar yetmemiş!

Türk Ordusu ile bir sorunu var.

Şimdi çıkarttığı TARAF gazetesinde de bunun izlerini görebiliyorum.

Babası da yıllardır Milliyet Gazetesi?nde çiçek-böcek yazıyor? Ülke yıkılıyor ama Çetin babanın keyfi yerinde! Demek ki kendisinden böyle yazılar yazması isteniyor.

 

Bunlara birileri emir veriyor: Karala!

Konumuza dönelim.

Ahmet Altan?ın facia dediği çıkartma bölgesinde kaç şehit ve yaralı vermişiz bilin bakalım!

Söyleyeyim:

Yazı ile: Sıfır, rakamla:0

Amfibi çıkartma, bilimsel askeri tahlillere göre yüzde 40-50 kayıp göze alınarak planlandığını hatırlatırım!

Yanlış okumadınız aynen böyleymiş.

Kusursuz plan

Türk Silahlı Kuvvetleri?nin Kıbrıs çıkartması 20 Temmuz günü üç aşamada gerçekleşiyor.

Denizden çıkartma, havadan atma ve helikopterlerle indirme.

Kıbrıs?a denizden çıkartma Girne?nin beş mil açığındaki Pladini Plajı?na yapılır.

Sıfır şehit, sıfır yaralı ile gerçekleşir çıkartma?

İlk kayıplar saatler sonra Rum tank saldırısında 3 Geri Tepmesiz Top mürettebatının şehadetidir.

Paraşütçü komandolar da kayıpsız iner. Helikopterlerle gelen Bolu Dağ Komando da sıfır kayıpla adaya intikal eder.

Düşmanın gücü 40 bin civarıdır. Adayı çıkan Türk askerinin sayısı ile ilk gün Rum birliklerinin nerdeyse 8/1 oranındadır.

Ordumuz, iman, eğitim ve cesareti ile sayısal eksikliğin sıkıntısını duymaz. Ağır silahlarla donatılmış Rum birlikleri ile ana vatandan takviyeler gelene kadar mücadele eder.

Çıkartmanın ilk gecesi zırhlı birlik destekli Rum ve Yunan Alayı karşı saldırıları yaşanır.

Bir istisna dışında tüm saldırılar püskürtülür.

Sabah erken saatlerde Türk saldırıları başlar.

Girne’nin hakim dağlardaki tüm Rum mevzileri en önde subaylar olmak üzere yapılan karşı saldırılarla ele geçirilir.

 

(Bu subaylardan biri şu sıralar Silivri Cezaevi?nde konuk.

Dağ Komando Teğmen Muzaffer Tekin, beraberindeki 6 subay arkadaşı ile mücahitleri kuşatan Rum komando taburun dağıtan gerçek bir Türk subayıdır. Üstün Cesaret ve Liyakat Altın Madalyalı bir kahramandır.

Bölgemizde hapis yattığı için hatırlatmak istedim.)

Uzatmayalım.

Bu savaşta kaybımız dünya standartlarının çok çok altındadır.

Savaşın bilançosu 498 şehittir.

Rumların kayıpları hakkında net bir bilgi yok.

Tahminen 5 ile 10 bin arası olduğu söyleniyor.

Şimdi sadete gelelim.

TSK çıkartma kararını 17 Temmuz 1974?te alıyor.

TSK, adaya çıkacak birlikleri yıllar, yıllar öncesinde belirlemiş. Hangi alay, hangi tabur adaya çıkacak çok çok önceden belliymiş. Eğitimler buna göre yapılmış. Subay ve askerler hazırlanmış?

Bu süre zarfında muhtemel çıkartma plajlarında ?sualtı araştırmaları yapılıyor? gerekçesiyle dalgıçlarımızca sürekli kontrol edilmiş. Rumlar?ın çıkartmaya uygun plajları mayın ve mânialarla ve kıyı başlarını siperlerle takviye ettiği belirlenmiş.

Askeri bilim neyi buyuruyorsa TSK onu uygulamış anlayacağınız.

TSK, donanımı eski ve yetersiz olmasına rağmen kimsenin tahmin edemeyeceği bir plajdan çıkartma yaparak dünyayı yanıltmış. Şanının boş olmadığını bir kez daha dünyaya göstermiş.

Ahmet Altan?ın beğenmediği TSK işte böyle bir TSK!

Şimdi birçok kişi “Şenol ordu taraftarı olmuş” dediğini duyar gibiyim.

Buyurun deyin, bundan alınmam. Çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri vatan demektir!

Çok daha enteresan bilgi daha:

TSK’nın Kıbrıs çıkartması dünya askeri akademilerinde kusursuz plan olarak okutuluyormuş.

Hey Ahmet Altan!

Pentagon 1970’li yıllarda, “Adanın coğrafik durumu çıkartma yapmaya elverişsizdir. Türkler bu adaya denizden asla çıkartma yapamaz!” raporları hazırlamış.

 

Her şey ortada değil mi! Başka söze gerek var mı?

Not: Kıbrıs Barış Harekâtını başlatan hepimizin bildiği gibi Bülent Ecevit?in değil, Necmettin Erbakan?dır. Bizde böyle bir medya, böyle entelektüeller olduğu sürece tüm bildiklerimizi gözden geçirmeli, yeniden öğrenmeliyiz.

Bu konuya dana sonra değineceğim. Tabii yine kaynak ve belgelerle?

Anamız bizi bugünler için doğurdu!

Kaynak taraması yaparken birkaç elden doğrulanan öyle bir anı var ki okuduğumda gözlerim doldu.

21 Temmuz günü havadan inen 230. Piyade Alayı 1. Taburu intikal sırasında Rum havan ateşine maruz kalır. Tiz bir çığlık duyulur.

Bombardıman durmasıyla birlikte çığlığın koptuğu yere koşulur. Bir asker yarı toprak altındadır. Bir eliyle dizinden aşağısı kopmuş ayağını tutmaktadır.

İlk müdahale yapılırken kendine gelir. Komutanı başında ve gözleri yaşlıdır. Asker komutanına döner:

“O yaşlar ne komutanım” Ayak dediğiniz nedir ki? Analarımız bizi bu günler için doğurdu! Verin bir cigara da içeyim? der ve bayılır.

Bir jeep ile sahra hastanesine gönderilir. Yolda, Üsteğmen Sencer Sezai yaralı gaziye görür. Anılarında “Ayağı kopmuş bir asker yanık bir türkü söyleyerek jeep”in arkasında hastaneye gitmekteydi” diyerek anlatır.

Bu vatansever gazimiz Salih Kabul.

O, Şırnaklı bir KÜRT!

http://www.haberdar.com.tr/ahmet-altanin-gazina-gelmek-makale,1196.html

 

 

&  &  &

 

Balyoz davası sanıkların dan, Jan. Alb. Mustafa Önsel’in kaleme almış olduğu “Beşiktaş’ta Sırtlan Pusu’su” adlı kitap’ta Muzaffer Tekin ile ilgili satırlar;

Zafer tepe” ismi nereden gelir bilir misiniz?

Söz konusu olayda bir isim daha öne çıkıyordu; Muzaffer Tekin. Piyade okulunda bir asteğmen bölüğünün Bölük Komutanı olarak görev yapıyordu o zamanlar. Rütbesi yüzbaşıydı.

Astı, üstü herkes ondan kahraman diye bahsediyordu. Sadece astları değil, üstleri de kendisine saygı duyuyordu. Kıbrıs savaşında yaptıklarını kendisinden değil, arkadaşlarından, ders hocalarımızdan dinliyor, kendisine içten içe hayranlık duyuyorduk.

Yürüyüşüyle, duruşuyla emsallerinden farklı bir subaydı Yüzbaşı Tekin. Kışlada pek çok bölük vardı ama en olumsuz hava şartlarında bile eğitim yapan bir tek bölük olurdu. O da Muzaffer Tekin’in bölüğü.

Kıbrıs savaşına teğmen olarak katılmış, gösterdiği üstün cesaret ve feragat nedeniyle bu rütbede altın madalyalı tek subay olarak tarihe geçmişti.

Kıbrıs’ta cephe taarruzu ile ele geçirdiği tepeye ismini vermişlerdi: “Zafer tepe” Asker olsun diye yaratılmış birisiydi gözümüzde o zamanlar Muzaffer Tekin.

Lokantada kavga olduğu gün, Piyade Okulunun Nöbetçi Amiri Muzaffer Tekin idi. Olay ile ilgili sorgular sonucu Selimiye’de, lokanta sahibi ve çalışanlarının karşısında çıkartılarak yüzleştirildik. Yüzleşmede kimse teşhis edilmedi. Ama mutlaka bir suçlu bulunmalıydı.

Bu olay iç kamuoyunda fazla yankı bulmamıştı ama dış basın olayı çarpıtarak vermiş ve dış kamuoyunda büyük yankı uyandırmıştı.

Söylenenlere göre; yabancı basın, örgütlerin terörünün askerlerce engellediğini, şimdi ise askerlerin mafya usulü saldırılar yaparak haraç vermeyenlere karşı terör estirdiklerini belirterek, “bu teröre kim dur diyecek? şeklinde yayın yapıyorlarmış. Hâlbuki ortada münferit bir olay vardı ve başka bir olay da vuku bulmamıştı. Ama kime anlatacaksın?

Bundan o zamanki yetkililer çok etkilenmişti haliyle. Buna sebep olanları mutlaka cezalandırmak niyetinde oldukları anlaşılıyordu. Çünkü sansürleme imkânı bulamadıkları Avrupa basını kendi halkından, kendi basınından kendi Ordu mensuplarından ve gerçeklerden çok daha önemliydi onlar için. Olay sonrası okula peş peşe komutanlar geldi.

En son dönemin Kara Kuvvetleri Komutanının geldiğini hatırlıyorum. Her gelen gerginlik yaratıyor, bağırıp çağırıp gidiyordu. Amacın “bağcıyı dövmek” olduğunu anlayacak yaştaydık.

Sonuçta dayak yiyen dört arkadışımız (dayak yedikleri için olsa gerek) ile Muzaffer Tekin?in, bana göre haksız ve hukuksuz bir şekilde TSK ile ilişiğini kestiler.

Muzaffer Tekin, Nöbetçi Amiri olarak bütün sorumluluğu üzerine almış, herhangi bir arkadaşımıza zarar gelmemesi için kendi geleceğini hiçe sayan bir asil duruş sergilemişti. Bu asil durumun karşılığı, TSK?den atılmak oldu.

Ama o bu davranışını ile orada bulunan yaklaşık 350 teğmenin gönlündeki edebi yerini aldı…

Yirmi altı yıl sonra Muzaffer Tekin, “Ergenekon” isimli davadan, iftiralarla, yine haksız hukuksuz biçimde bu sefer cezaevine tıkılacaktı. Ben de benzer şekilde haksız hukuksuz bir şekilde “Balyoz” davasından tutuklanacaktım. O zamanlar nereden bilebilirdim yolumun, 26 yıl sonra Muzaffer Tekin ile bu sefer cezaevinde kesişeceğini?

Muzaffer Tekin cezaevindeyken, düzenlenen bir kanunla beraber hakları iade edilecek, kendisine emekli aylığı bağlanacak ve emekli Albay kimliği verilecekti. O da bana bu kimliğin renkli fotokopisini göndererek, sevincini paylaşmamı sağlayacaktı.

Daha nelerle, kimlerle kesişecekti kaderimiz? Onu da ilerleyen satırlarda anlatacağım.

“Ergenekon?? davası denince aklıma bir kişi daha geldi. Söz konusu kişi, bu dava kapsamında ilk tutuklanan emekli General Veli Küçük’tür…? (Beşiktaş’ta Sırtlan Pusu’su, Mustafa Önsel, sayfa:87-88)

&  &  &

SON SAVUNMAM DAN BASIN’A YANSIYANLAR

 

MT savunma 001

‘Karadayı’lı savunma!

Karadayı

 

 

Ergenekon Davası sanığından ilginç örnek

ERGENEKON Davası?nda savcıların sunduğu mütalaada ?Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs? ve ?Danıştay saldırısını azmettirmek? iddialarıyla 2 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenen emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin son savunmasını yaptı. Tekin, emekli Tuğgeneral Veli Küçük ile davanın en ağır cezalar istenen sanıkları olduğunu ifade ederek 2 saatlik süreyi aşabileceğini ve hoşgörü gösterilmesini istedi. Ancak Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese, 2 saatlik süreye uymasını istedi.TV DİZİSİYLE SAVUNMASavunma yapan Tekin, Danıştay saldırısının asıl faillerin gizlendiğini öne sürerek, şu ifadeleri kullandı:”Bugünlerde televizyon ekranlarında izlenme oranı oldukça yüksek olan bir dizi yayınlanmakta. İsmi ?Karadayı? olan bu dizi, başlarken ?buradaki kişi ve olayların gerçekle bir ilgisi bulunmamaktadır? şeklinde bir uyarı yazısı ekrana çıkmaktadır. Dizi, devlet bürokrasisi ile suç dünyası arasında yürütülen kirli ilişkileri açığa çıkarmak üzere olan bir Cumhuriyet Başsavcısının cinayete kurban gitmesi üzerine gelişen olayları konu alıyor. Cinayetin asıl faili, kirli ilişkilerin adli kanadında bulunarak, maktül ile aynı çatı altında görev yapan, şeytani bir zekaya sahip bir başka savcıdır. Büyük bir komplo kurularak suç masum bir insan üzerine atılır ve türlü desiselerle idam cezasına mahkum ettirme çabaları ne hukuk ne de vicdan dinlemektedir! Danıştay saldırısı akabinde düğmeye basılarak şahsıma yaşatılanlar ise Karadayı adlı dizinin gerçek hayata yansımasından farklı bir durum değildir. Hayali karakterlerin dahi karşısında çaresiz kaldığına …… bizler yıllardır göğüs geriyoruz! Asli faillerin gizlenerek, menfur Danıştay saldırısını masum insanlara yıkmak adına bu toprakların daha önce hiç görmediği, şahit olmadığı adaletsizlikler ve vicdansızlıklar fütursuzca uygulanmaktadır.”  

‘SAVCI DAVALARI PEK GÜZELCE ÇÖZMÜŞTÜR’

Mütalaada eleştiren ve mütalaada kendisine yöneltilen suçlamaların dayanaksız olduğunu savunan Tekin, “Savcı Mehmet Ali Pekgüzel, sahip olduğu benzersiz donanım ve niteliklerinin sadece dört tanesini kullanarak bu davaları pek güzelce çözmüştür: 1. Titri Savcı, 2. Başbakan?ın, mesleğini elinden almasından sonra Nihat Taşkın ile birlikte avukat, 3., Lehte olan delilleri yok etmesi ve Osman Yıldırım?ın lehine delil yaratması ile İllüzyonist. 4-.İnsanların beyinlerini okuması ve müthiş öngörü, meşhur kanaatleri ile geleceği gören bir medyum.”

Tekin?in bu sözleri sırasında Savcı Pekgüzel, mikrofona basarak ısrarla söz isteyerek “Savunma kesilmez ama sanığın savunma sınırlarını aşan sözlerini uyarırsanız” şeklinde konuştu.

‘ARSLAN İLE GÖRÜŞMEDİĞİMİ HAYKIRDIM’

Mütalaada, Osman Yıldırım?a Danıştay saldırısından ?Eylemden vazgeçtiği? iddiasıyla ceza istenmediğine dikkat çeken Tekin sözlerini şöyle tamamladı:

“Mütalaada savcı Mehmet Ali Pekgüzel, Osman Yıldırım?ı Danıştay saldırısının azmettiriciliğinden aklamak istemektedir. Osman Yıldırım, kesinlikle bu eylemin yapılmasını engellemek düşüncesinde değildir ve olmamıştır. Yıldırım, Alparslan Arslan?ı yüreklendirmekte fakat sonucun vehametini bildiği için de geri planda kalıp kaçış hesapları yapmaktadır. Alparslan Arslan ile de menfur Danıştay saldırısından geriye dönük 1-1.5 yıl hiç görüşmediğimi yıllarca haykırdım. Söylediklerimin teyidi ise babasının da ifade ettiği gibi saldırı öncesi bürosuna sık gitmediği, aynı evi paylaşan arkadaşlarının da Salih Kurter?in dergahına son 1-1,5 yıl çok sıklıkla gittiği şeklindeydi.”

29.04.2013 – 16:40 Vatan

 

001002MAHKEME KARARINDAN SONRA AYDINLIK GAZETESİNDE YAYINLANAN RÖPORTAJI / 06-07 EYLÜL 2013

6-7 Eylül 2013 tarihinde yayınlanan, Sn. Hikmet Çiçek ile gerçekleştirdiği röportajında, büyük tertibi tüm çıplaklığı ile Aydınlık gazetesi okurlarına anlattı.

Aydınlık-06.09.2013Aydınlık röportajı

Share
  1. Henüz hiç yorum yok.
(yayınlanmayacak)