Babası Kıdemli Albay Salih Raci Tekin. Dedesi Atatürk’ün hem sınıf hem silah arkadaşı 1. Dünya Savaşı’nda 57 ayrı muharebede görev alan Kaymakam (Yarbay) Ahmet Rıza Bey. Büyük dedesi Çanakkale Boğaz Komutanı Cevat Paşa. Dedesinin dedesi Gelibolu Sancak Beyi Ali Naşit. Büyük dedesinin dedesi Yeniçeri Ağası Örneksiz Mustafa.
Bu isim ve unvanların kredisi bile yeterdi bir ömür “saygın(!)” lığa. Ama o “önemli olan insanların kahraman/şerefli bir geçmişe sahip olmaları değil, ömür boyu şerefli ve kahraman yaşamalarıdır” deyip, “ateşten gömlek” olduğu dönemde “Türk askeri üniforması”nı giymeyi tercih etti.
Kıbrıs Harekâtı’nın seyrini değiştiren Teğmen’di; en çok onun takımı çarpıştı. Üstün Cesaret ve Feragat Altın Madalyası aldı. Yavru vatanda destan yazdığı tepelerden birine verdiler adını: Zafer Tepe.
Tahmin edin, anavatanında en çok nerede anıldı?
Mahkemelerde. Bir de “haysiyet cellatları”nın “giyotin” etkili manşetlerinde.
Yüzbaşıyken, “Nöbetçi Amir” olduğu gece çıkan kavganın bütün sorumluluğunu üstüne alınca, “azmettirici” likle suçlandı; “asaletinin bedeli” . 350 teğmenin sicilini kurtaran duruşu re’sen emeklilikle ödüllendirildi(!) Yargılamadan beraat ettiğinde anlaşıldı; feda edilmişti!
20 yıl sonra Danıştay saldırısının “azmettiricisi” ilan edildi. “Böyle onurlu bir çevre içinde yaşarken, böylesi onursuz bir olay ile anılmaya” tahammül edemedi, intiharı denedi. İddianamede adı bile anılmayınca anlaşıldı; feda edilmişti!
“Cumhuriyet tarihinin en büyük medya destekli siyasi komplosu” yla karşı karşıya olduğumuzu, “nihai hedefin TSK” olduğunu, “bir milletin ve kurumlarının, şeref ve haysiyeti paramparça edilirse, bu umumi şerefsizliğin yıkıntısı altında hepimizin kişisel şerefinin paramparça olacağını” anlatırken 2006’yı gösteriyordu “idraksizliğin” takvimi.
2007… Muzaffer Tekin, bu defa varlığı hiçbir zaman kanıtlanamayan “ETÖ’nün azmettiricisi” ; istikamet Silivri.
Başbakana, bakanlara, istihbarat kurumlarına adeta haykırdı savunmalarında:
“Bu komployu kuranlar kimlerdir? Bu yetkiyi, bu gücü, bu karşı koyulmaz otoriteyi hangi güçten, ne adına, kim adına almaktadırlar?”
“Türkiye Cumhuriyeti bir takım güç odakları değil, anayasasının ilkelerine göre yönetilmekte ise cevapsız kalmamalıdır” dediği soruların cevabı “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” olunca kahroldu; kanser oldu.
Hasta halde 5 yıldan fazla tutuldu o rutubetli hücrelerde; şikâyet etmedi, sitem etmedi tek şeyi diledi;
Gerçeğin “gün yüzüne çıkma” alışkanlığının bir an evvel tecellisini!
Kumpastan payına düşen, “2 ağırlaştırılmış müebbet ve 117 yıl 10 ay hapis”ti. İstihbarat Şube Müdürü A. İlhan Güler “bu ’torba davayla’kasten ilişkilendirildiğini” itiraf ettiğinde anlaşıldı; feda edilmişti.
Hakkında “okurken kendimi tanımakta zorlandım” dediği neler yazıldı; bir “pardon” bile duymadı!
Atatürk’ün dediği gibi “Herhalde dünyada bir hak vardır” ; eli kulağındadır, Tekin’in şahsı da mensubu olduğu ordu gibi aklanacaktır ama neye yarar Zafer Tepe düştükten sonra toprağa!
Mekânın cennet olsun, bir milletin mahcubiyeti ruhunun huzuru olsun!
Selcan Taşçı / 3 Nisan 2015 – Yeniçağ