Ek klasörler

EK-1

Osman YILDIRIM, 30 Mart 2007 tarihinde Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesine kendi el yazısı ile verdiği dilekçede “Ben MUZAFFER TEKİN’i TANIMIYORUM” demesine rağmen, aldığı cezadan kurtulmak için  yapmış olduğu ATF-I CÜRÜMLERİ, iddia makamı hiç sorgulamadan, büyük bir acelecilikle,  bizleri potansiyel suçlu ilan etmiştir!

001002EK-2

1-) EL BOMBALARI EL KOYMA VE İMHA KARARI: Asrın davasının en önemli delili için ele geçirildikten bir gün sonra 13.06.2007 tarihinde imha kararı alınmış olup 26.06.2007 günü imha gerçekleşmiştir.         2-) BOMBA BİLGİ MERKEZİ İRTİBAT RAPORU: Bu raporda; Ümraniye?de ele geçirilen bombaların kafile numarası:   M 204 A2 MKE 169-5-85 Cumhuriyet gazetesine atılan bombaların kafile numarası:   M 204 A2 MKE 173-9-85 olarak belirtilmesine rağmen, raporun sonuç bölümünde Ümraniye de ele geçirilen bombaların 13 ayrı olayda kullanıldığı ifadesi ile bir hinlik yapılmış, bu ifade ile de Ümraniye de ele geçirilen el bombaları ile Cumhuriyet gazetesine atılan el bombalarının AYNI KAFİLE NUMARASINDAN OLDUĞU İNTİBAĞI BİLİNÇLİ OLARAK YARATILMIŞTIR!   3-) MENFUR DANIŞTAY SALDIRISINDAN SONRA BÜROMDA EL KONULAN “SÜS BOMBALARININ” TUTANAĞI: Savcı, bir demir yığını olan bu malzemelerden medet umarak, uydurma Ergenekon soruşturmasında bunları örgütün bombaları olarak ifade edebilmiştir. Genelkurmay Başkanlığı?ndan gelen yazı bunların bir patlayıcı özelliği olmadığını net olarak ortaya koymuştur.   4-) GENELKURMAY BAŞKANLIĞI’NIN BOMBALAR İLE İLGİLİ BİLGİLENDİRME YAZISI: 5-) BOMBA KAFİLE NUMARALARI İLE İLGİLİ MEDYADA YER ALAN YAZILAR:  

EK-3

OSMAN YILDIRIM’IN ATAŞEHİR’DE TOPLANTI YAPILDI İFTİRASINI ÇÜRÜTEN GSM BAZ İSTASYON RAPORLARI: Savcı, Osman YILDIRIM’ ın güvenilmez, tutarsız, sürekli yalan söyleyen ve almış olduğu cezalardan kurtulmak için insanlara İFTİRA atan bir kişilikte olduğunu bilmesine rağmen ki bu husus Ankara 11.Ağır Ceza Mahkeme Başkanı Sn. Orhan KARADENİZ tarafından da özellikle vurgulanmıştır, maalesef savcı bütün bunları yok sayarak ve hiçbir maddi delile ulaşamadan iddianamesini Osman YILDIRIM’ ın İFTİRALARI üzerine kurgulamıştır!

EK-4

1-ERGENEKON LOBİ DÖKÜMANININ İNTERNET’TE DOLAŞTIĞININ MİT RAPORU İLE TEYİDİ:       2- ŞAHSIMDA MGK TUTANAKLARININ BULUNMADIĞINA DAİR GAZETEDE ÇIKAN HABER:   3-ŞAHSIMDA BULUNAN BELGENİN ?DEVLETİN GÜVENLİĞİ, İÇ VE DIŞ SİYASİ YARARLARI BAKIMINDAN NİTELİĞİ İTİBARIYLA GİZLİ KALMASI GEREKEN BİLGİLER KAPSAMINDA OLMADIĞINI? BELİRTEN GENELKURMAY BAŞKANLIĞI YAZISI:        

EK-5

ALPARSLAN ARSLAN İLE 2004-2006 YILLARI ARASINDA  YAPTIĞIM TELEFON GÖRÜŞMELERİNİN GSM BAZ İSTASYON RAPORU: 1- Alparslan ARSLAN 2004 yılında; 17 defa beni arıyor. 1 çağrısını yanıtlamıyorum, toplam görüşme sayısı 16 bu görüşmelerin toplam süresi ise 9 dakika 04 saniye. 2- Alparslan ARSLAN 2005 yılında; 8 defa beni arıyor. Bir yılda yapılan toplam görüşme süresi 5 dakika 09 saniye. 3- Muzaffer TEKİN 2004 yılında; Ben, Alparslan ARSLAN?ı bir yılda 3 defa arıyorum. Bu görüşmelerin toplam süresi 1 dakika 29 saniye.   4- Muzaffer TEKİN 2005-2006 yılında; Ben, Alparslan ARSLAN?ı hiç aramıyorum. 5- Menfur Danıştay Saldırısının olduğu 2006 yılında Alparslan ARSLAN ile bir tek görüşmem yoktur.  

EK-6

OSMAN YILDIRIM?IN, CUMHURİYET GAZETESİ?NE YAPILAN SALDIRIDA PATLAYAN, 3.EL BOMBASININ ATILMASINDA OLAY MAHALLİNDE OLDUĞUNU GÖSTERİR GSM BAZ İSTASYON RAPORU Savcı tarafından buhusus hiç sorgulanmamış, aksine Osman YILDIRIM?ın 3.el bombası atılması ve menfur Danıştay saldırısından aklanması konusunda büyük bir gayret içerisine girilmiştir.

EK-7

KOD ADIMIN ?ZAFER? OLMADIĞINI İSPATLAYAN BELGELER   1- Kıbrıs Barış Harekâtı?ndan sonra şahsımla ilgili bir gazete haberinde ?Zafer? olarak ismimin geçmesi, savcının hayal mahsulü ithamlarını çürütmektedir.     2- Ordu pazarlarına giriş kartımda ismim ?Zafer? olarak geçmektedir. Kartın verildiği tarih 1966, savcı herhalde o tarihte örgütsel faaliyette bulunduğumu iddia edemez.

EK-8

127. ve 129. CELSELERDEKİ TALEPLERİM: 1- Savcılar ısrarla ?Suç ve Suçlu? yaratmak istiyorlar beyanımın ne kadar tutarlı ve haklı olduğunu tutanaklardaki örnekler açıklamaya yeter zannımca. 2- Bizlere zorla ?Suç? isnadında bulunma gayretinde olan iddia makamının, menfur Danıştay Suikastı saldırganı Osman YILDIRIM?ı aklama konusundaki çabalarını somut olarak görebilirsiniz.

13. AĞIR CEZA MAHKEME BAŞKANLIĞI?NA

Beşiktaş ? İstanbul

Sayın Başkan, Değerli Üyeler Osman Yıldırım?ın huzurda sadece sanık olarak ifadesinin alınacağını belirtmenizden sonra, sizin bulunmadığınız duruşmada Osman Yıldırım söze talimatı Veli Küçük?ten, bombaları da Muzaffer Tekin?den aldım atfı cürümleri ile başladı. Bir gün önce sadece savunma yaptım diyerek, savunmasını bitirmesine rağmen herhalde inisiyatif kullanarak tanık durumuna da böylece geçmiş oldu! Yıldırım, esasında doğrusunu da yaptı. Zira tanık ifadeleri olmasa Danıştay davası ile Ergenekon soruşturması nasıl ki birleştirilmeyecekse, onun tanık, hatta gizli tanık olarak ta dinlenilmediği müddetçe bu iftiralar yumağı çözüme kavuşamaz. Savcıların Osman?ım diye hitap ettikleri, kendisinin ise olay, yer, zaman belirterek gerek tanık, gerekse gizli tanık ifadeleri ile birebir örtüşen beyanlarından sonra, menfur saldırı ile bizleri irtibatlandırmaya görevli başka bir Osman Yıldırım karşımıza bu saatten sonra çıkarılamayacağına göre, bu trajikomik duruma son vermek için de mahkemenizin gereğini yaparak, artık hiçbir şekilde gizlenemeyen bu gizli tanık (9)?u da yok saymasının zamanının çoktan geçtiğini düşünüyorum. Sanık ve tanık olarak ifade veren Osman Yıldırım ısrarla sözde Ergenekon terör örgütü üyesi olmadığını söylemektedir. İki davayı birleştirmek için örgüt üyesi olduğunu söyleyen Osman Yıldırım?ın yalnızca bu beyanı bile T.C.K?nın 267. maddesinden hakkında işlem yapılmasını gerektirir. Çöken bu davayı gizli tanık (9)?un atfı cürümleri ile devam ettirmek düşüncesinde olduğunuzu hiç zannetmiyorum. Gizli tanık (9) konusunda heyetinizin bir karara varması, onu da bizlerin bilmesi en doğal hakkımızdır. Bu kararınız, bazılarını hayali senaryolar ile karalama eğiliminden vazgeçirecektir. Aksi taktirde itirafçı olan iftiracıların önünü alamazsınız! Ataşehir de iddia edildiği gibi bir toplantı olmadığı baz istasyon raporları, Alparslan Arslan?ın beyanları, Erhan Timuroğlu, İsmail Sağır ve Tekin İrşi?nin ifadeleri ile de çökmüştür! Victor Hugo; Az yalan söylenmez, yalan söyleyen her yalanı söyler demiştir. Ben ise; yalan?ın ilki vardır sonu yoktur diyorum! Osman Yıldırım, olmayan toplantı ile ilgili, ilk günden itibaren verdiği her beyan kendisini içinden çıkılmaz bir hale sokmuştur. Şöyle ki; 1-    12.03.2008 tarihinde savcı Zekeriya Öz ve savcı M.Ali Pekgüzel?e vermiş olduğu tanık ifadesinde; İzmir den döndükten sonra Ümraniye Güllüoğlu pastanesinde Alparslan Arslan ile buluştum. Kendisi bana harekete geçeceğiz, yarın buluşalım, Ataşehir de tam Migros?un önüne gel, bir arkadaş seni gelip alacak dedi. Ben bir gün sonra akşam Migros?un önüne gittim. Beni Alparslan Arslan?ın arabasıyla ismini bilmediğim genç bir arkadaş gelerek aldı? demektedir. Baz istasyon raporları Osman Yıldırım?ın 30.04.2006 saat 15.00 sularında İzmir?den döndüğünü ve Dudullu da olduğunu göstermektedir, o halde bahse konu toplantının tarihi 01.05.2006 tarihidir. 2- 10.11.2009 tarih 121.celsedeki sorgusunda Osman Yıldırım?a Mahkeme başkanı Sayın Hasan Hüseyin Özese; Ataşehir de bir yerden bahsediyorsunuz, orada bir takım toplantı v.b. şeylerden bahsediyorsunuz, onu açar mısınız? Yani kimler var, kim ne dedi, kim ne verdi ne zaman yapıldı, tarihiyle izah eder misiniz? Sanık Osman Yıldırım; Nisan ayında, Nisan ayında Mahkeme Başkanı; Ortasında mı, başında mı, sonunda mı? Sanık Osman Yıldırım; Orta yani, ortası, telefon sinyalleri hangi günü gösteriyorsa, onu tam hatırlamıyorum. Onu sayın savcılara söyledim. O toplantıda olduğunu iddia ettiği isimlerin, telefon baz istasyon kayıtlarını cep telefonu kullanmaya başladıkları tarihten, gözetim?e alınıp tutuklandığımız güne kadar inceleyin, bir arada göremezsiniz Ataşehir de.   3-    12.11.2009 tarih 122. Celse, sayfa 14 C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel, Osman Yıldırım?a soruyor; İstanbul?a geliş saatiniz 30.04.2006 saat 14.54.01 de Dudullu Orsandan telefonunuz baz veriyor, doğrumudur? 30 Nisan günü öğle saatlerinde mi döndünüz İzmir?den? Sanık Osman Yıldırım; Yani hangi tarihte döndüğümü tam olarak bilmiyorum. Yani işte bu aynı gün, bu saydığınız şeylerden sonra oradan geçmiştim evet.   Aynı celse, sayfa 15 C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel; Bu İzmir?den döndükten ne kadar süre sonra Ümraniye Güllüoğlu Pastanesinde buluştunuz, yanınızda kimler vardı? Doğuş Faktoring?ten kimler vardı? Sanık Osman Yıldırım; Dönüşte Erhan Timuroğlu?nu evine bıraktım, ondan sonra evime gittim, uyudum, istirahat ettim. Ertesi gün olmalı ya da Erhan?ı bırakmadan, birlikte Güllüoğlu Pastanesine gittik. 30 Nisan 2006 da İzmir?den dönüyor, Güllüoğlu Pastanesinde 30 Nisan 2006 tarihinde toplanıyorlar veya 01 Mayıs 2006 da toplanıyorlar! Yukarıdaki beyanına göre yanında Erhan olduğuna göre 30 Nisan 2006 Aynı celse sayfa 16 C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel; Siz Migros?un önüne bu Güllüoğlu Pastanesindeki görüşmeden ne kadar sonra gittiniz? Sanık Osman Yıldırım; Güllüoğlu Pastanesinde gündüz görüştük. Migros?un önüne gitmem ise geceydi. C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel; Aynı gün gecemi yoksa? Sanık Osman Yıldırım; Onu tam hatırlamıyorum Bu ifadelerden Ataşehir de yapıldığı iddia edilen toplantının tarihinin 30 Nisan 2006 ya da 01 Mayıs 2006 olduğu anlaşılıyor. Yine aynı celse sayfa 22 C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel; Tarih belirttiler mi, hangi tarihte atılacak dediler? Sanık Osman Yıldırım; Tarih o gece, yani o gece C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel; Hemen aldığınız gün attınız mı bombaları? Attırdınız mı? Sanık Osman Yıldırım; Yoo, aldığım günün ertesi gün!… BU HESABA GÖRE DE EN GEÇ 02 MAYIS 2006 DA BOMBALARIN ATILMASI GEREKİR. BU GERÇEKLEŞMEDİĞİNE GÖRE SONUÇ, İDDİA EDİLEN TOPLANTININ YAPILMADIĞININ KANITIDIR! TERTİP, İLK BOMBANIN 05 MAYIS 2006 DA ATILMIŞ OLMASI İLE BOZULMAKTADIR! Osman Yıldırım 20.05.2006 tarihinde T.E.M. Şubede vermiş olduğu ifadesinde; 03.05.2006 tarihinde Alparslan Arslan ile Üsküdar da bir çay bahçesinde buluştuklarını ?el bombası ile eylem gerçekleştirme kararı aldıktan sonra, el bombalarının temini konusunda konuştuğumuzda Alparslan kendisinde el bombası bulunduğunu söyledi.? Şeklindeki ifadesi de iddia ettiği gibi Ataşehir de olmayan toplantıda, olmayan bombaları da benden aldığı iftirasını çürütmektedir. Çünkü 03.05. 2006 da kendisine el bombası verilmemiş olup Alparslan Arslan?a nereden temin edeceğiz diye sormaktadır. 10.11.2009 tarih, 121.celse, sayfa 23?te, Osman Yıldırım sorgu esnasında farkında olmadan gerçeği ikrar etmiştir. ?İlk bomba atılmadan bir gün önce (04.05.2006 tarihini kastediyor) patlamayan bombaya pimi takıldı? ifadesi bu tertibin bir kez daha çöktüğünün resmidir! Huzurunuzda soruyorum, patlamayan el bombasına ?pim takmak? ne demektir? Açıklasın! Bomba eğitimlerinde, ?pim çek, bomba at? vardır da ?bomba at, pim tak? eğitimi yoktur! Mümkün de değildir! Atılıp infilak etmeyen bombalar, bulundukları yerde tahrip uzmanları tarafından etkisiz hale getirilirler. Sadece eğitim yardımcı malzemesi olarak kullanılan bombalarda patlayıcı özelliği olmadığı için bu mümkün olabilir. Osman Yıldırım?ın pim taktımdan kastı, bombanın gövdesine başlık kısmının monte edilmesidir. Sorgusun da, bomba tam parçamı? Yoksa çok parçalımı olarak verildi şeklindeki sorumun püf noktası budur. Hiçbir profesyonel asker, el bombasını monte edilmiş şekilde taşımaz, transfer etmez, o şekilde de bir başkasına vermez! Bu en basit bir emniyet kuralıdır. Ateş ile barut nasıl ki yan yana bulundurulmaz ise, el bombaları da kesinlikle monte edilmiş formda ne istiflenir ne saklanır ne de taşınır! Savcı Mehmet Ali Pekgüzel sorguda Osman Yıldırım?a bombanın gövdesindeki gravür TNT?yi siz mi boşalttınız sorusunu yönelttiğinde Osman Yıldırım insiyaki olarak, o uzmanlık işi yanıtını verdi. Hâlbuki askerlik yapan erden en yüksek rütbelisine kadar herkes bilir ki bu bomba eğitiminin ilklerinden biridir. Kör tapanın açılması ve başlık kısmının monte işidir. Ultra uzmanlık risk ve cesaret isteyen ise patlamayan bombaya pim takmaktır. Bir şartla bombanın içinde TNT olmadığını biliyorsanız o riskinizi minimize edebilir. Şöyle ki gövdede TNT var iken bu işe kalkar iseniz param parça olursunuz. İçi boşaltılmış veya barut koymuşsanız bir iki parmağınız veya gözünüzü kaybederek hayatınızın geri kalan kısmını da o şekilde yaşamaya mahkûm olursunuz. Değerli heyet ilk günden beri iddianameyi hazırlayan savcılar görevlerini kötüye kullanmaktadırlar. Gerçek hukuk işlediğinde benim yerimde onlar olacak diyorum. Evet, benim özgürlüğümü çalanların gerçek yüzünü burada arz ediyorum! 18.11.2008 tarihinde 15. celsede sorgumda geçen bazı konuşmaları tutanaklardan arz edeceğim. C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel; Alparslan ile kaç defa yüz yüze veya telefonla görüştünüz hatırlıyor musunuz? Sanık Muzaffer Tekin; Alparslan ile 3-4 defa ki olay tarihinden geriye dönük bir buçuk sene görüşmedim hiç görüşmedim ondan önce avukat kimliğiyle karşımda bir avukat bürosu vardı. Oraya gelen arkadaşlarıyla bir abi olarak merak etmiş ismimi duymuş çayımı içmiştir. Herkesin huzurunda yapılan toplantılardır. Bunun dışında olay tarihinden geriye dönük bir buçuk sene kendisi altı yedi diyor hayır asgari bir buçuk sene görüşmedim başkanım. Telefonlarda siz bir yerde 35 diyorsunuz bir yerde 30 diyorsunuz bir yerde 27 diyorsunuz total almışsınız son bir senede tek görüşmem var ha son güne kadar da görüşebilirim başkanım bu suça iştirak anlamına gelmez! C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel; Yanlış anlamadıysam üç-dört defa yüz yüze görüştünüz, telefonla birkaç defa mı görüştünüz? Sanık Muzaffer Tekin; Birkaç defa değil sizin ifadelerinizle total 35 bazı yerde 30 diyorsunuz. C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel; Siz ne diyorsunuz? Sanık Muzaffer Tekin; Doğrudur görüşmüşümdür, şimdi adet oldu tebrik kartları kalktı, bayramda mesaj çekiyorsunuz, yılbaşında mesaj çekiyorsunuz onlar kandil mi? telefon mu? mesaj mı? teknik incelemesi yapılarak ayırt edilebilir C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel; 13 Mart 2004 tarihinden 16.11.2005 tarihine kadar 31 adet görüşmeniz var, bu görüşmelerinizin süreleri burada var. Yani en son görüşme tarihiniz 16.11.2005 olarak TİB başkanlığından gelen cevabi yazıda böyle söyleniyor. Sanık Muzaffer Tekin; Olaydan ne kadar önce sayın savcı? C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel; Olay 2006?nın 17 Mayıs?ında gerçekleşti Sanık Muzaffer Tekin; Kaç ay olmuş efendim? C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel; 16 Kasım 2005 tarihinde Sanık Muzaffer Tekin; Yedi ay öncemi? C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel; Altı ay gibi bir süre Sanık Muzaffer Tekin; Önemli değil son gün görüşsem ne demek savcı bey C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel; Yani bu kişiyle irtibatınızı yani böyle gizlemekteki amacınız ne onu diyorum. Sanık Muzaffer Tekin; Hayır, gizlemedim irtibatım yok kesinlikle irtibatım yok niye gizleyeyim? Sayın başkanım, değerli üyelerim, Sizler bu konuşma metninde bir şeyler gizlediğim düşüncesine sahip oldunuz mu? Mümkün değil! ancak konunun muhatabı Alparslan Arslan söylediklerim dışında bir şey söyler ki onu da maddi deliller ile takviye etmek gerekir. Böyle bir şey de yok Arslan?da ifadelerinde beni tanıdığını yoğun bir samimiyeti olmadığını benim siyasal ve toplumsal görüşlerimin kendisine yakın olmadığını nasıl ve kimin aracılığıyla tanıştığımı hatırlamadığını avukat olduğu için iş ilişkileri çerçevesinde tanımış olabileceğini beni altı yedi aydır görmediğini dile getirmiştir. Ben tüm taleplerim ve sunumlarımda Osman Yıldırım?ın bana iftira attığını haykırdım. Fakat sorgusunda dikkatinizi belki çekmiştir bir kez kendisine şu tarihte bu ifadeyi vermişsin şu tarihte verdiğin farklı niçin yalan beyanda bulunuyorsun demedim. Çünkü o sorguda benim ona hakkım yok. Ben çelişkileri ortaya koyarım takdir yüce mahkemenindir. Benim sorularımın içinde zaten cevapları da vardı. İddianamede suç ve suçlu yaratabilmek adına her türlü yola başvuran iddia makamı bu kişiyle irtibatınızı yani böyle gizlemekteki amacınız ne ifadeleriyle taraf olduğunu açıkça bir kez daha ortaya koyuyordu. Oysaki bana bu soruyu yönelten savcı Mehmet Ali Pekgüzel, Osman Yıldırım?a Süleyman Esen?i tanıyıp tanımadığı sorusunu soruyor. Hayır, yanıtını alınca 11 kez telefon görüşmesinin Süleyman Esen?in bu soruya verdiği cevabın Osman Yıldırım?ı tanımadığı Arslan?ın kendi telefonundan zaman zaman başkalarını aradığı cevabını kendisine dikte ettirip Osman Yıldırım?dan da aynı cevabı tutanaklara geçirme gayreti gösteriyordu. Hâlbuki bu on bir telefon görüşmesinin her üç bomba atılma zamanına bir gün önce bir gün sonra veya aynı güne denk gelmesini sorgulasa idi bu daha inandırıcı ve verimli olurdu. İddia makamındaki savcıların nasıl ön yargılı olduklarını kelimeler ile oynayarak nasıl kendilerine delil yaratabilirimizin bir diğer örneğini savcı Nihat Taşkın?ın sorgusundan aktaracağım C.Savcısı Nihat Taşkın; Savunmanızda yanlış anlaşılmadı ise Alparslan Arslan?ın sürekli olarak Hüseyin Görüm?ün yanında gördüğünüzü hatta kendisine ne diye bu adamı çanta gibi dolaştırıyorsun dediğimi Sanık Muzaffer Tekin; O İbrahim Özcan yanlış anlamışsınız savcı bey C.Savcısı Nihat Taşkın; Dediğinizi tutanaklar elimize gelmediği için aldığım notlar kontrolde edilebilir vermiş olduğunuz Sanık Muzaffer Tekin; İbrahim Özcan?dan bahsettim Alparslan Arslan?dan değil! Mahkeme başkanı; Düzeltebilirsiniz siz soruyu sorun. Yani bir dil sürçmesi olabilir yanlış anlaşılmış olabilir uzatmayın ana konuya girin diyor sayın savcı Taşkın?a başkan. Sanık Muzaffer Tekin; Öyle ağzımdan çıktıysa efendim İbrahim Özcan diyor ki, abi benim okumam yazmam yok bu diyor eğitimli söylediklerimi yazar dedi ondan bahsettim dememe rağmen başkanın ikazına rağmen savcı Taşkın ısrarından vazgeçmiyor. Ancak ben not aldım o şekilde not almışım kontrol ederiz onunda benim okuma yazmam eksik bana yardımcı olsun diye yanımda gezdiriyorum dediğinizi söylediniz Sanık Muzaffer Tekin; Evet, İbrahim Özcan yanlış demek ki şey yapılmış. İbrahim Özcan bu kadar net. İbrahim Özcan dememe rağmen savcı Nihat Taşkın ifadenizden Hüseyin Görüm ile Alparslan Arslan?ın çok sıkı ilişkide bulunduğunuzu ifade etmek istediğiniz anlaşılmaktadır, ayrıca bu beyandan dolayısıyla Hüseyin Görüm ile Alparslan Arslan?ı çok sık gördüğünüz de anlaşılmaktadır. Çanta olarak gördüğünüzü söylediğinize göre müdafiiniz ise Osman Yıldırım?ın ifadesindeki çelişkileri anlatırken hiç dosyada olmamasına karşın bir ifadesinde bombaları Hüseyin Görüm?den aldığını söylediğini beyan ederek bu çelişkileri, ben hemen müdahale ederek Rasim Görüm diyecekti efendim diyerek düzeltiyorum. Savcılık yapmış, otuz yıllık bir hukukçunun bile demek ki dili sürçebiliyor. Mantıken bir avukatın Hüseyin Görüm?ün yanında çanta gibi dolaşamayacağı ortada iken savcı Nihat Taşkın?ın bu anlamsız ısrarını tutanaklar da tekzip ediyor. Zira 18 Kasım 2008 tarihli sorgumda, savcı Mehmet Ali Pekgüzel bana yöneltmiş olduğu ikinci sorusunda, şüpheli İbrahim Özcan alınan ifadesinde Alparslan Arslan?ı sizin ofisinizde gördüğünü vatansever kuvvetler güç birliği hareketi iyiliği konusunda görüştüğünüzü bizzat beyan etti. O ifadesi avukat huzurunda alınan bir ifadedir dedi. Sanık Muzaffer Tekin; Arz edeyim sayın başkanım, İbrahim Özcan en son gözaltına alınan grupta olmasına rağmen hiçbir zanlının ifadeleri bu iddianameye girmemiştir. İbrahim Özcan?ın girmiştir bunu özellikle dikkatinize sunuyorum. İbrahim Özcan?ın verdiği ifadeler yalandır! İbrahim Özcan, Hüseyin Görüm ile hiçbir zaman ayrılmamış hep beraber benim yanıma gelmişlerdir. Sınırlıdır. Hüseyin Görüm?ün de bu konuda beyanlarına başvurulabilir. Tamamen yalan red ediyorum. Bu cevabı savcı Taşkın?dan önce savcı Pekgüzel?e verdiğimi bir kez daha hatırlatmak isterim. Yine sorgum sırasında savcı Taşkın, Mete Yalazangil ve Semih Tufan Gülaltay?ın beni yalanladığını ifade ederken, terbiye ve nezaket sınırları içerisinde kendisinin anlayamadığı konuyu izaha çalıştım. Mahkemenizin bu konuda ikna olduğunu tatmin olduğunu düşünüyorum. Lakin savcı Taşkın?ın hala anlayıp anlamadığı konusunda tereddüt içinde olduğumu bu vesile arz etmek istiyorum. Niçin mi? Avukat Mehmet Ener?in 6 Şubat 2008 tarihinde Osman Yıldırım ile görüşmesindeki 27 Nisan da Ataşehir de yapılan toplantıda Veli Küçük?ün el bombalarını Alparslan Arslan?a verdiğini mahkemede söylesem mi ifadesini huzurda tamamen tahrif ederek Muzaffer Tekin?den aldığıma dönüştürdüğüne salon şahit, tutanaklar delil oldu. İnşallah bir tahrip etme değil, yanlış algılama veya her insanın yapabileceği dil sürçmesidir. Bu önemli hususu düzeltme gereği duymaması da manidardır. Sayın savcıların kelimelerle oynayarak ifadelerin anlamlarını değiştirme çabaları söylemediğimiz hususları tutanaklara geçirme çabaları iddianamedeki çok değerli kurgu ve yorum metotlarına sorguda da devam etmelerine izahta zorlanıyorum. Danıştay davasının Ergenekon soruşturmasına birleştirmesinde verdirtilen ifadeler ile kilit rol oynayan Osman Yıldırım?ın yerine bir an için kendimi koydum. Süleyman Esen?in telefonundan on bir kez, hem de bomba atılma olayları öncesi ve sonrası arandığımı hayal ettim. Burada örgüt tarikat bağını yok etmek için çaba gösteren savcılar bana neler sorarların cevabını aradım. –      Alparslan Arslan sizi kendi telefonu varken niçin başkasının telefonundan aradı? –      Daha önceleri de başkalarının telefonundan sizi aradı mı? –      Bombaların atılma sürecinde uygunsuz saatlerde üstelik bir günde beş kez aynı numaranın araması sizin dikkatinizi çekmedi mi? –      Sinan Berberoğlu?nu bir kez tanımadığı numara aramış, hemen Turkcell den o numaranın sahibini öğrenmek istemiş. Senin aklına böyle bir şey gelmedi mi? –      Alparslan Arslan, bombaları Süleyman Esen?den aldım diyor bombaların atıldığı tarihler göz önüne alınırsa aynı günlerde, gecenin ilerleyen saatlerinde görüşmeleri sizce normal midir? –      Madem tanımıyorsunuz niçin Alparslan Arslan?ın arkasında Süleyman Esen ve Özel Harpte ki akrabası var diye iftira attınız? –      Israrla bugünde, niçin Süleyman Esen?i aklamaya çalışıyorsun? Suçsuz olduğunu söylüyorsun? –      Tanımadığın halde Süleyman Esen?in avukatı niçin seninle irtibata geçti. Avukat Mehmet Ener?i nereden tanıyorsun? Ona anlattığın konuları niçin kendi avukatlarına anlatmadın? –      Bunun dışında önünüzdeki bilgisayar ekranına bakarak, T.İ.B? den GSM baz istasyon kayıtlarınız geldi, anılan gün ve saatlerde Alparslan Arslan ve Süleyman Esen farklı bölgelerde görülüyorlar. –      Son olarak da ISRARLA TANIMADIĞINIZI SÖYLEYEREK NİÇİN İLİŞKİNİZİ GİZLİYORSUNUZ? ithamı ile muhatap olurdum. Sayın Başkanım, 12.11.2009 tarihli 122. celse sayfa 3 Mahkeme Başkanı; Gelen kayıtlarda Selvi otelde kalan kişiler olarak ikisi gösteriliyor ikinizin kaydı yok Selvi otelde! Sanık Osman Yıldırım; Hangimizin kaydı yok? Mahkeme Başkanı; İkinizin Alparslan ile senin kaydın yok! Sanık Osman Yıldırım; Kaydımız yok! Mahkeme Başkanı; Evet gelen kayıtlar öyle diyor! Sanık Osman Yıldırım; Gelen kayıtlar yalan konuşuyor! Mahkeme Başkanı; Bilmiyoruz. Onu çözeceğiz artık. Yalan doğru. Bu cevaptan hukuk ile aldatanların ibret alması lazım. İtham yok aşağılama yok! Dayanak belge. Aynı celsenin devamında sayfa 44 Cumhuriyet savcısı Nihat Taşkın; Ferit Serkan Erkan isimli otel görevlisinin mahkemede verdiği ifadesi kısmen sizi doğrulayacak nitelikte doğru. Osman Yıldırım?a hitaben ancak emniyet ifadesindeki çelişkiler kendisine sorulamamış ve bu çelişki de giderilemeden dava karara çıkmış gözüküyor. Yani diyor ki savcı; Osman Yıldırım, başkan kayıtlardan bahsetti stres yapma 11. Ağır Ceza Mahkemesi senin sövdüğün kadar var. Eksik soruşturma ile sana haksız ceza vermiş! Bu skandal?dır sayın heyet, skandal!   Sayın başkanım değerli üyeler burada bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum. Osman Yıldırım daha önceki verdiği dilekçelerde Doğuş Faktoring den kimseyi tanımadığını belirtiyor. Sorgusunda ise zaten tanımadığı netleşti. Savcı Pekgüzel ısrarla Doğuş Faktoring den kimler var diyerek 2003 yılında faaliyet durmuş müteakiben kapanmış bir şirketi bu menfur saldırı ile irtibatlandırmak istiyor. Benim hiçbir dönem yönetim kurulu üyesi olmadığım hukuken tescil edilmesine rağmen o şirketin yönetim kurul başkanı ve üyeleri o halde niçin burada değiller. Önünde Doğuş Faktoring?in dosyası var ben sundum acaba ismi telaffuz edilen insanlar geçmişte o şirket ile hiç irtibat kurmuşlar mı? Sene 2009 hala Doğuş Faktoring, ileriki bölümde bu konuya belge üzerinden açıklık getireceğim, zira savcıların ya belge okuma alışkanlıkları yok, ya da belgeler onlar için bir şey ifade etmiyor! 12.11.2009 tarih 122. Celse, sayfa 16 C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel; Ne diyordu bu şahıslar. Nasıl harekete geçilecek diye neden bahsediyorlardı? Sanık Osman Yıldırım; Onlar demek benle tanışmak istemedi. Bende onlarla tanışmak istemedim. C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel; Alparslan onların yanında rahat mı konuşuyordu? Sanık Osman Yıldırım; Yan masaya yanıma geldi, devamında Sanık Osman Yıldırım; Erhan?ı buraya çağırmaman lazımdı dedi, Alparslan Savcı M.Ali Pekgüzel kelimeler ile oynayarak hala tertibi yürütme çabası gösteriyor. Osman Yıldırım, İzmir?den döndükten sonra Alparslan Arslan ile Ümraniye?de Güllüoğlu Pastanesinde buluştum kendisi harekete geçeceğiz yarın buluşalım ifadesini ?ne diyordu bu şahıslar nasıl harekete geçilecek diye neden bahsediyorlardı? diye tahrif ediyor. Niçin bunu yapıyor, çaresizlikten. O esnada Alparslan?ın yanında bulunan insanları sanki bir toplantı içerisindeymiş gibi gösterip onların bihaber oldukları bir saldırı ile de yaklaşık 3,5 yıl sonra irtibatlandırmak istiyor. Osman Yıldırım?ın ise hiçbir söylediğinin mantığı olmadığı gibi o ortamı gizli bir buluşma ortamına dönüştürmek gizem yaratmak için Alparslan?ın Erhan?ın oraya çıkmamasını söylediğini burada ifade ediyor. Madem Erhan orada olmayacaktı niçin o çocuğu bu olayların içine soktun. Sayın Başkanım değerli üyeler 12.11.2009 tarihli 122. celse sayfa 9?dan bir sorgulama metni arz edeceğim. Duruşmaların başlangıcından itibaren dikkat ve sabrınızı her vesileyle dile getirdim burada bu dikkatlerinizi azami noktada sunacağım hususlara teksif etmenizi hassaten istirham ediyorum. C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel, Osman Yıldırım?a kullandığı telefonları soruyor. 0533 743 88 43 size mi ait? Sanık Osman Yıldırım; Bana ait savcım. C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel; 0 538 756 72 68 size mi ait? Sanık Osman Yıldırım; 0 500 C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel; 38 756 72 68 Sanık Osman Yıldırım; Öyle bir hattım vardı evet ama tam numaralarını net hatırlamıyorum! Devamında savcı Mehmet Ali Pekgüzel çeşitli numaralar soruyor 0 537 644 76 57? Sanık Osman Yıldırım; Öyle bir hattım vardı! Bunun üzerine sayın başkan devreye siz giriyorsunuz; Burada hemen benimdir diyorsun o kadar ezberinde var mı bunlar? ikazından sonra savcı Mehmet Ali Pekgüzel?e bir kez daha lütfen baştan bir okur musunuz? C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel; 0533 743 88 43 Sanık Osman Yıldırım; Bu benimdi evet! C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel; 0 538 756 72 68 Sanık Osman Yıldırım; Başını hatırlıyorum sonunu hatırlamıyorum! C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel; Ankara TEM? de hangi numarayı kullandığınızı sorduklarında bu numarayı vermişsiniz. Sanık Osman Yıldırım; Tüm numaraları hatırlamıyorum, unutmuşum! Yukarıdaki numaraları göz önüne alarak kendim Cumhuriyet e saldırı öncesi ve saldırı günü olmak üzere belli irtibatlarını ortaya çıkarmak adına bir gayret içerisine girdim. Dikkatimi çeken 0 538 756 72 68 numaralı bir telefon numarasına hiç rastlamamam oldu. Ayrıca 11 Mayıs 2006 günü Cumhuriyet gazetesine bomba atıldığı gün Osman Yıldırım?ın devamlı kullandığı 0533 743 83 43 numaralı telefon ile Alparslan Arslan ile 11.30:01?de bir kez görüşmesi şüphelerimi daha da artırdı. Benim, dediği 0537 644 76 57 numaralı telefon ise bir kez 10 Mayıs 2006 tarihinde saat 20.06:16?da Arslan?ın 0532 671 34 39 numaralı telefonundan aranıyor. Başka da bir görüşme yok! Sonuçta, savcı Mehmet Ali Pekgüzel?in Osman Yıldırım?a üç kez sorduğu Osman Yıldırım?ın hatırlamakta zorluk çektiği 0 538 756 72 68 numaralı telefonun üçüncü bombanın atıldığı gün Alparslan Arslan ile 12 kez görüşen 0 538 456 72 68 numaralı telefon olduğunu Osman Yıldırım?ın Ankara TEM? de verdiği telefon numarasıyla karşılaştırarak kesinleştirdim. Bir yerde iyi niyetle belki savcı beyin göz rahatsızlığı vardır özellikle astigmat hastaları sık sık numaraları karıştırırlar bir hata olabilir fakat gözlük taktığına göre bu ihtimal de düşüktür diye düşündüm. Yine savcı beye haksızlık etmemek için herhalde göz bozukluk derecesi ilerledi gözlük yetersiz kalmıştır dedim. Her halükarda kuvvetli suç şüphesini yaşam biçimi haline getirmiş savcımızın önündeki bazı bulgular ve istatistikler vardır. Bu hata yine telafi edilecektir diye ummak en doğal hakkımız. Çünkü benim bugün ulaştığım veriler o gün savcımızın önünde mutlak olmalıydı. Şöyle ki; Osman Yıldırım 3 Mayıs 2006?da bu hattan beş kez, 11 Mayıs 2006?da 12 kez Arslan ile görüşme yapıyor. Osman Yıldırım 11 Mayıs 2006?da 0 535 985 68 13 numaralı telefon ile 14 kez görüşüyor. Osman Yıldırım 3-11 Mayıs 2006 tarihlerinde toplam 31 kez bu telefon ile görüşme yapıyor. Savcı Mehmet Ali Pekgüzel bir kez görüşme yaptığınız 0 537 644 76 57 numaralı telefonu hatırlıyorsun da niçin bir günde 26 kez kullandığın telefonu hatırlamadın diyebilirdi. Osman Yıldırım da gerekçe olarak efendim benim numaram 0538 456 72 68 olarak düzeltebilirdi. Sayın başkanın müdahale edip, ?hemen benimdir diyorsun? ikazı her iki tarafa da verilen bir mesaj idi ama anlayana! Savcı Mehmet Ali Pekgüzel bomba atma sürecine katılan ve telefon baz istasyon kayıtlarıyla bu sabit olan Osman Yıldırım?a anlaşmaları bozulmasın diye böyle bir yol izlemiştir. Hukuk ile aldatmaya çalışmıştır. Hani burada gerçeğin ortaya çıkarılmasına çalışılıyordu? 11 Mayıs 2006 saat 16.10 Osman Yıldırım?ın kullanmış olduğu 0 538 456 72 68 nolu GSM hattı İst. Akıncıbayırı?ndan sinyal veriyor. Saat 16.10:32?de 0535 9856813 nolu Erhan Timuroğlu?nu arıyor. Baz istasyonu Akıncıbayırı, 16.09?da Alparslan Arslan?ın telefonu çalıyor o da Akıncıbayırı. Osman 16.12:46?da ikinci kez arıyor Erhan?ı Akıncıbayırında. Osman 16.14?de tekrar arıyor Erhan?ı Selahattin Pınar?da ki baz istasyon. Yine Osman 16.15?de arıyor Erhan?ı İstanbul Selahattin Pınar, yine Osman arıyor Erhan?ı 16.16 Akıncıbayırı. Osman arıyor Erhan?ı 16.17 Akıncıbayırı en son bölgede 16.41?de aradığı Şişli Çukuro bölgesi Cumhuriyet gazetesine en yakın nokta, gazeteye bomba atılmış, halen orada. Bunu benim çıkarmam değil bu soruyu iddia makamındaki savcıların sizin huzurunuza koyması gerekirdi. 12.11.2009 tarihli 122. celsenin 51. sayfası Cumhuriyet savcısı Mehmet Ali Pekgüzel?in sorduğu soruyu sanık Yıldırım?a ben daha önce gündeme getirmiştim. Sayın savcı; ?Nusret Aras Ankara terörle mücadele şubesinde verdiği 20 Mayıs 2000 tarihli ifadesinde özet olarak Osman Yıldırım 17 Mayıs 2006 günü saat 9.30?da beni telefonla aradı. Sesi tuhaf geliyordu. Neredesin diye sordum. Yenidoğan da kahveye gel dedi. Gittiğimde yoktu ben kendisini aradım ancak ulaşamadım demiştir? Siz de bu saatlerde eylem saatinde uyuduğunuzu söylüyorsunuz Nusret Aras saat 09.30 gibi aradı mı 17 Mayıs günü? Osman Yıldırım bu beyanı yalanladıktan sonra sayın savcı Pekgüzel; Telefon kayıtlarınıza baktığımızda da 16 Mayıs tarihinde de ben böyle bir kaydı görmedim zaten. Mevzu bahis olan 17 Mayıs 09.30 görüşmenizi görmedim. Ancak 17 Mayıs günü Nusret Aras ile saat 12.53 ve 12.56?da iki tane 1.44 saniyelik bir de 33 saniyelik olmak üzere sizin aradığınız telefon görüşmesi var, açıklamasını yapıyor. Hem savcı hem de avukat! Osman Yıldırım 16 Mayıs günü 11.00, 12.00?ye doğru Nusret Aras?ı otele çağırdığını otomatik olarak da çaycıyı şahit gösteriyor. İlk akla gelecek en basit soru bilinmeyen bir telefondan mı aradın. Peki, 16 Mayısta da Nusret Aras ile bir telefon görüşmen gözükmüyor. Otele çağırdığını söylüyorsun. Hangi numaradan aradın? Maalesef sorulmuyor! İşte değerli başkanım ve üyelerim her nedense en basit soruları bile ki çok kritik davanın seyrini değiştirecek soruları savcılar soramıyorlar. Niçin mi? Çünkü bu kadar mesnetsiz, yalan, iftira ile kurguladıkları iddianamenin tek tanığının eline esas el bombasını siz verdiniz. Pimi çektiğinde de ilk sizler berhava olacaksınız! Osman Yıldırım?a savcılar seni yönlendirdik mi sorusu iddia makamının savunmaya geçtiğinin en büyük kanıtıdır. O sorunuzun cevabını Osman Yıldırım?a değil kendi vicdanınıza ve tutanaklara sorunuz! Osman Yıldırım bu davada yargılanan hiç kimseyi tehdit edemez başkanım. Adaletin kabesi olan bu salonda mahkemeye olan saygımızdan susmayı erdem biliyoruz. Yüce Türk adaletinin bağımsız mahkemeleri de tehditlere boyun eğmez. Kuru gürültüye pabuç bırakmaz. Bırakmadığının örneği de her ne kadar savcılar benimsemese de Ankara 11. Ağır ceza mahkemesinin kararıdır. Osman Yıldırım ilk günden itibaren alacağı cezadan kurtulmak için her yolu denemiş hiç tanımadığı insanları karalamıştır. Aynı davadan yargılanan arkadaşları huzurda evli olduğu, çocuğunun olduğu için kendisini korumaları yönündekini taleplerini burada dile getirdiler. Şimdi Ankara 11. Ağır ceza mahkemesi onlarca dilekçeyle gazete, medya, kulaktan dolma bilgilerle yapılan atfı cürümleri kaale mi almalıydı. O zaman suçlayıp da bugün vazgeçtiği insanlar ve tamamının mağduriyetleri nasıl ödenecekti? Ama gelin görün ki sanık hiç üzerine vazife olmayan konularda bile iddianamedeki iftiracıların da atfı cürümlerini hiçbir dayanağı olmadan burada tekrarlayarak kendince cephe büyütüyor. Savcılar da maalesef bunlar itibar ediyorlar. Örnek mi? ; C.Savcısı Nihat Taşkın; 13.11.2009 gün 123. celse sayfa 13, ?Esra Feride Gökçimen?in ifadesi var. Siz de buna savunmanızda değindiniz. O ifadede geçen konuların doğru olduğunu bildiğinizi hatta Semih Tufan?ın yanındaki görüştüğünüz kişiler aracılığı ile bildiğinizi söylediniz. Bu tavır bile gizli bir ittifakın olduğunun açık kanıtıdır! Hâlbuki iddia makamındaki savcılar İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/361 esaslı dosya 5. celse zabıtlarında Esra Feride Gökçimen, kocası Muzaffer Gökçimen?in baskısıyla iftira attığını kabul etmiş mahkeme de bunun üzerine Muzaffer Gökçimen hakkında tutuklama kararı çıkartmıştır. Bu evrakta 2008 Aralık ayında mahkemenize sunulmuştur. 12.11.2009 gün, celse 122, sayfa 20 C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel; Çok bu kadar yakın değilsiniz, kendisine bu güveni nasıl temin ettiniz yani size bomba verip yaptırmasını nasıl izah ediyorsunuz? Sanık Osman Yıldırım; Onu, kendisine sormak lazım. Başka bir tanık mektup yazmış Başbakanlığa, kendisine nasıl teklif ettiğini. C.Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel; Ne teklif ettiğini? Sanık Osman Yıldırım; Onu, kendisine sormak lazım. Osman Yıldırım yorum yapma, sen sorduğum soruya net cevap ver diyemiyor savcı Pekgüzel! Somut bilgi alma gayreti yok! Ben cevabını veriyorum sayın heyet. Türkiye de gerçek hukuk adamları var. Beşiktaş?ta da var. Albay Dursun Çiçek?in tüm baskılara rağmen ikinci kez tutuklanmasını oy birliğiyle ret eden mahkeme bunun bir örneği. Beşiktaş dukalığını karpuz gibi çatlattı, ortadan ikiye böldü. Bir diğeri mi? Cumhuriyet savcısı Nazmi Okumuş, soruşturma no 2006/1021, karar no 2006/480, soruşturma evrakı incelendi: Osman Yıldırım?ın biraz önce muamma yarattığı sorunun savcılık kararını arz ediyorum yani Engin Bağbars?ın benim hakkımdaki ithamlarına verilen yanıtı. ?Ankara da yargılanan emekli Binbaşı Muzaffer Tekin?in kendisini çağırarak Engin Bağbars?ı silah cephane temin edeceğimi ve bazı şahısların öldürülmesi gerektiğini belirttiğimi bu nedenle Alâeddin Çakıcı, Kürşat Yılmaz, Sedat Peker gibi şahıslarla ilgisinin bulunduğunu beyan ederek bu şahıslar hakkında yasal işlem yapılmasını istediği anlaşılmıştır.? ?Yapılan soruşturma neticesinde şüphelinin bahsettiği olayların abartılı olduğu ve yine yapılan araştırmada müştekinin yakını olan Erol Gürsoy?un beyanında şüphelinin olayları abartarak kendisini ucuz yoldan kahraman yapmak istediğini bu nedenle atılı suçlardan dolayı herhangi bir bilgisinin ve görgüsünün olmadığını beyan etmiştir. Şahsın abartılı beyanları ciddi bulunamaması nedeniyle yapılan araştırmalar neticesinde olayların somut ve müşahhas bilgi ve belgelere dayanmadığından CMK 172/1 maddesi gereğince olayların takibine mahal olmadığı.? O iftiracının Osman Yıldırım?dan ne farkı var? Format ve malzeme aynı, silah verecek, cephane verecek bazı şahısları öldürtecek. Kim? Muzaffer Tekin. İyi ki sizlerin eline düşmemiş Engin Bağbars. Gerçi daha sonra, savcı Zekeriya Öz kendisini devşirmek için gayret sarf ediyor ama Cumhuriyet savcısının takipsizlik kararından sonra herhalde çark edip ben böyle bir şey söylemedim diyen Engin Bağbars bir kez daha yalan söylemeye cesaret edemiyor. Ama ne yazık ki sayın başkanım iddianamede bu iftiracının ve onun telaffuz ettiği isimler ile de irtibatlandırılmam devam ediyor. Gelin görün ki bu gün de o iftiracının iftiralarından medet umanlar yine bir iftiracı ve onun arkasındaki tertip heyeti. 2 Mart 2007 tarihinde bir gazete ?gizli görevlinin sır ifadesi? başlığıyla Engin Bağbars?ın on bir saatlik ifadesini sorguyu yapan, ifadeleri okuyanların dışında bilen yok. Yazışmalar ise hep gizli olarak gerçekleşmiş şeklinde gündeme taşıyordu. Engin Bağbars, ifadesinin alınması için de ?Danıştay baskını sırasında Alparslan Arslan?ın kullandığı Glock marka silahın, evimden çalınan silah olabileceğini adı geçen kişilerle ilgili çok önemli açıklamalar yapacağım? diyerek kendince yeni bir çıkış kapısı arıyordu. Hâlbuki Sayın Cumhuriyet savcısı Nazmi Okumuş?un 15.11.2006 tarihindeki kovuşturmaya yer olmadığı kararından önce de 11.09.2006 tarihinde İstanbul Organize Suçlar ile Mücadele Şube Müdürlüğü bir rapor hazırlıyor, raporun altındaki imza Mutlu Ekizoğlu?na ait. O dönem 3. sınıf emniyet müdürü, raporun içeriği ise şöyle; ?Şahsın birçok olay ve şahıstan bahsetmesine rağmen şahıslar ve olaylar hakkında somut bir bilgi vermediği birçok kamu personelini çeşitli oluşumun içerisinde olduğunu iddia ettiği ancak aynı şekilde ifadelerini tutarlı bilgiler içermediği şahsın gündemdeki olayları kendisiyle ilişkilendirerek abarttığı anlaşılmış olaylarda adı geçen şahsın ilişkisi tespit edilememiştir? Başlangıçta da belirttiğim gibi hala hiçbir güvenilirliği ve tutarlılığı olmayan bu adamı, uyduruk Ergenekon operasyonuna malzeme yapmaya çalışanlar bulunuyordu. Tertip heyeti, taktik bir hata yapmış. O da tahmin ediyorum AKP?nin kapatma davasından önce iddianamenin hazırlanması, yetiştirilmesi telaşından olsa gerek. Çünkü menfur Danıştay saldırısı buradaki masum insanlara yamanıp Anayasa Mahkemesinde görüşülmekte olan dava da AKP?nin azmettiricilikten aklanma hesapları kurgunun temelini oluşturuyor. Kurgu var, iddialar var ama somut bir şey yok. Hiçbir iddianın altını dolduramıyorlar! Hâlbuki tüm iftiracıları bir araya getirip birbirlerinin atfı cürümlerini takviye edici bir tertip içine girselerdi bizleri biraz daha yorarlardı. Yoksa iki sene geçmiş iddianameden bugün burada tüm iftiracıların söylemlerini baz alarak onlar ile savunma yapmak hiç inandırıcı olmuyor! Sayın başkanım değerli üyeler, burada Ankara Cumhuriyet savcılığında yaşadığım bir anekdot?u arz etmek istiyorum; Danıştay?a yapılan menfur saldırıdan sonra tertip heyetinin aleyhime ifade vermeye zorladığı beklenti içerisinde olan her iftiracı gibi Engin Bağbars?ın da böyle bir düşünceyle hareket ettiği bizzat mahkemenize sunduğum kendi el yazısı ve dilekçe mektupları ile tescil edilmiştir. ?Cumhuriyet savcılığında sorgum bitmiş, ifadelerimi imzalamak üzere iken savcı beyin makamına telaşlı bir şekilde TEM? de sorgum esnasında gördüğüm bir emniyet görevlisi girdi. Sarı bir zarfı, savcı beye uzattıktan sonra kulağına eğilerek gizemli bir şeyler fısıldadı. Savcı bey içeriğini okuduktan sonra bana şu soruyu yönelttiler; Tekirdağ?dan aldığımız bir ihbar mektubu sizin hapishanelerde insan beslediğiniz bunlara silah, cephane vererek hükümeti devireceğinizi ihbar ediyor. Ben ise insiyaki olarak oldukça da öfkelenerek soytarı cevabını verdim.? Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının ilk gün ilk saatlerde Danıştay saldırısından sonra bu iş başörtüsüyle ilişkili değil Susurluk, Küre, Sauna bağlantıları var iktidarımıza yöneliktir ifadesini kullanırken, Spordan sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin sürprizlere hazırlıklı olun. Bekleyin, çok kısa zamanda bu olayın neden yapıldığı ve arkasında kimlerin olduğu ortaya çıkarılacaktır beyanatını vermişlerdi. Dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ise, 19 Mayıs 2006 günü sabahı Danıştay?a silahlı saldırı düzenleyen Alparslan?ı yönlendiren çetenin elebaşının 12 Eylül öncesi yüzbaşı iken ordudan atılan ve ekip içinde ?Albay Muzaffer? diye tanınan Muzaffer Tekin olduğu nu ifade etmişti. Serbest bırakıldığım gün ise Başbakan hukuk devletine olan bağlılığından olsa gerek ?Yüzbaşının bırakılmış olması suçsuz olduğu anlamına gelmez? diyebiliyordu! İktidarın söylemlerinin en büyük kanıtı aldığı cezalardan kurtulmak için tertip heyetine malzeme olmuş Engin Bağbars?ın iftiraları idi. Vah benim çilekeş halkım bak seni kimler yönetiyor! Sayın heyet bir gazetenin bombalanması olayını iki ayrı kişiye vermenin, talimatı bir başka kişiden, para ve bombaları bir diğer kişiden aldım demenin bir mantığı var mıdır? Osman Yıldırım çıkar amaçlı iş aldığını iddia ediyor. Bomba atma gerekçesini ona dayandırıyor. Peki, Alparslan Arslan?a niçin bomba verilmiş, ne amaçla bu ona soruldu mu? Çıkar amaçlı da olsa 15-20 kişinin huzurunda, değil bomba en küçük bir suç aletinin verilmesi sizce normal midir? Kesinlikle hayır. Terör amaçlı ise bu kadar kalabalık içerisinde verilmesi anormalin ötesinde ahmaklık, salaklıktır! İşte tertibin püf noktaları burada yatmaktadır. Zira Osman Yıldırım ceza alana kadar gerek Cumhuriyet gazetesine bomba atılması, gerekse menfur Danıştay saldırısının içinde olmadığını iddia etmiş, bu suçlamaları devamlı reddetmiştir. Ankara da görülmekte olan Danıştay davası ve Ümraniye de ele geçirilen el bombaları sonrası tutuklanan insanları irtibatlandırmak için siyasi iktidarı elinde bulunduranlar ile oluşturdukları yandaş medyanın ne kadar büyük bir gayret gösterdiklerini çok iyi bilmekteyiz. Savcı Zekeriya Öz bu iki davanın birleştirilmesi için büyük gayret sarf etmiş olup en az üç dört celse Ankara da görülmekte olan davanın nihai kararının alınmasını engellemek adına ve delil toplamak değil, oluşturmak gerekçesiyle irtibat tesis edecek evrakları ilgili mahkemeye göndermemiştir. Müteakiben iftiracıların hiçbir somut belge ve bilgiye dayanmayan beyanlarından oluşturduğu çakma delil klasörünü Ankara 11. Ağır ceza mahkemesine göndermek mecburiyetinde kalmış mahkeme de bunları kale almamıştır. Yani delil oluşturulması gerçekleşmemiştir. Avukat Mehmet Ener geçmişte Erbakan?ın avukatlığını yapmış olup, Tayyip Erdoğan ile de dostluğu bilinmektedir. Bugün de Zaman gazetesi başta olmak üzere yandaş medya da bu soruşturmayı yönlendirmeyi amaçlı beyanatları yer almaktadır. 13 Şubat 2008 tarihinde Danıştay davasının nihai kararı arifesinde son bir atak ile bu din eksenli saldırının önünü nasıl kesip ulusalcılara yamarız gayretine giren avukat Mehmet Ener 6 Şubat 2008 tarihinde Osman Yıldırım?ı cezaevinde ziyaret eder. Osman Yıldırım?ın 27 Nisan da Ataşehir de yapılan toplantıda bombaları Veli Küçük?ün Alparslan Arslan?a verdiğini mahkemede söylesem mi ifadesini aynı gün gazeteci Şamil Tayyar?a nakleder. Bu ifadede sır kelimeler Bombaların Alparslan?a verilmesidir. Çünkü mahkeme sonuçlanmamış Osman Yıldırım ise tüm suçlamaları reddetmektedir. Onun içindir ki sadece güya tanık olduğu bir olayı nakletmekte böylece bombalar ile direkt hiçbir bağı olmamaktadır. Şamil Tayyar tertip heyetinin basın kadrosunun bir elemanı olduğu için kendisinin imal etmiş olduğu ihtimali çok yüksek olan bu hiç gerçekleşmemiş iftirayı basına taşır. Kendince haberleştirir. Cumhuriyet savcıları da bunu ihbar kabul ederek harekete geçerler. Türkiye de insan hayatı ne kadar değersiz bir vazifeliye iftira attır onu da ihbar kabul et insanları at içeriye. İddianame de bana köprü görevi veren savcıların gerçek köprüleri avukat Mehmet Ener asıl Ergenekon un da medya görevlilerinden biri Şamil Tayyar?dır. Zorla örgüt yaratmak zihniyetinde olanlar, uyduruk Ergenekon operasyonu kurgulayabilmek adına, başlangıçta Osman Yıldırım?a örgüt üyesi profili çizmiş, onun verdiği bilgilerle de sözde örgütü çökertmişlerdir. Bugün ise Osman Yıldırım örgüt üyeliğinden sarfı nazar etmektedir. Şimdi ne olacak? Olmayan örgütün üyesi mi olur? Bunu tertipçiler ilk günden itibaren çok iyi bilmektedir! Onun içindir ki beşeri ilişkiler çerçevesinde, aynı fotoğraf karesine giren insanları örgüt toplantısındaymış şeklinde lanse edip, burada olması gerekenler ise olmayan toplantı evinde varmış gibi senaryoya dahil edilerek birer birer tutuklanmaları sağlanmıştır. Osman Yıldırım, ben çıkar amaçlı iş aldım, Muzaffer Tekin kimsenin olmadığı ve görmediği bir ortamda bana bomba verdi deseydi daha inandırıcı olabilirdi. Fakat o zaman da örgüte, ne araç suç bulunabilir, ne bu kadar insan örgüt üyesi diye derdest edilebilir ne de iki dava birleştirilebilirdi. Osman Yıldırım neden iki yıl boyunca reddettiği suçlamaları bugün sadece ben Cumhuriyet gazetesine patlamayan iki bomba attırdım?a dönüştürmüş, patlayan üçüncü bombanın atılması ve Danıştay saldırısı içerisinde olmadığını iddia etmektedir? Bu kadar masum insanın karalanması, iftira atılması, özgürlüklerinin ellerinden alınması büyük projenin kısa metrajlı bir kesitidir. İftiracıların da böylesine büyük bir vebal altına girmeleri, kendi başlarına karar verip uygulamaları, bu işlere cesaret etmeleri özgür iradeleri ile gerçekleşemez! Osman Yıldırım tutuklandıktan sonra, Engin Bağbars örneğinde olduğu gibi medyadan kendisine malzemeler toplamış, haber değeri niteliği dahi bulunmayan dedikoduları kendi kişisel yorumları ile süsleyerek cezadan kurtulmak amacı ile cezaevinden onlarca dilekçe vererek masum insanları zan altında bırakmıştır. Tertip heyeti de Osman Yıldırım gibi bir figürü gayet etkili değerlendirmiş, patlamayan iki el bombasını üstlenerek diğer saldırılardan kendisini aklayacağına inandırmıştır. İddia makamının Osman Yıldırım?ın aklanması konusunda ne kadar büyük bir performans gösterdiğine hepimiz şahit olduk. Tarikat bağını koparmak için Süleyman Esen?le ilgili noktaları kendilerinin sorup yine kendilerinin cevapladığını, üçüncü bombalama olayından Osman Yıldırım?ı aklamak için aleyhine olan delilleri karartıp telefon numarasını gizlediğine, otelde yattığını inkâr, 11.Ağır Ceza Mahkemesinin eksik soruşturma yapmış olduğunu iddia edebilecek kadar da işi ileriye götürebilmişlerdir. Osman Yıldırım?ın üçüncü bombalama olayında ki rolünü deliller ile ortaya koyduğumda mahcubiyet yaşamadılar mı? Hiç mi utanmadılar? Osman Yıldırım benim düşmanım değil. Bana iftira atmasaydı neden soru yönelteyim? Onu sistem bu hale getirmiş. Olayın acı tarafı, Cumhuriyet savcılarının düştükleri durumdur! Osman Yıldırım?ın yerinde asıl yargılananlar onlardır! Alparslan Arslan inanmış ben laik düzeni yıkacağım diyor. Fakat şiddete başvurarak yanlış bir yol izlemiştir. Saldırıların öncesi, gerçekleşmesi ve sonrasında en az beş ya da altı avukatın Arslan?ın ismi etrafında yer alması dikkat çekicidir. Bu zihniyetin mensupları yasal yollardan kürsüleri işgal etse idi hem kansız, hem de daha kolay yoldan bu cumhuriyeti yıkabilirlerdi. Esas tehlike bugün rengini belli etmeyenler olsa gerek. Geçtiğimiz günlerde basında yer alan, duruşma esnasında geçen anekdot enteresan. İkinci iddianamede yer alan sanıklardan birisine, savcının darbe ile ilgili soru yöneltmesi üzerine, mahkeme başkanı kibarca uyarıyor. Savcı ise bu davanın özü darbe iddiaları şeklinde cevap veriyor. Mahkeme heyetine siz bu dava dosyasının içeriğinden bihabersiniz diyor açıkça savcı. Fethullah Gülen örgütünü 20 Ekim 2009 tarihinde huzurda açıklarken, sahte belgeler, CD?ler ile hasımlarına nasıl tertip kurduklarını ifade etmeye çalışmıştım. Bu konuyu teyit eden bir not, yargılandığımız davanın sanıklarından olan Behiç Gürcihan da bulunmuştur. Notta, Rıdvan Güne adlı şahıs tarafından, Muzaffer Tekin?in ismi etrafında yurtdışı ziyaretler çerçevesinde, içeriğinde uyuşturucu ticareti olan bazı iddiaların gündeme getirilebileceği, Gülen odaklı bir yerlerde delil imal edildiği ve dikkatli olması konusunda uyarılması bilgisi iddianamenin 616.sayfasında yer almıştır. Dini siyasete, ticarete alet eden ahlaksız güruh çaresizlik içerisinde yürütülmekte olan uyduruk Ergenekon soruşturmasını yönlendirmek, halkın kafasını karıştırmak ve sözde örgütün liderini de gizemli göstermek için tuvalet kağıdı kadar değer ifade etmeyen bir kağıt parçasını ?Aktüel? isimli bir çukura ?Ergenekon un uyuşturucu trafiğini Alman istihbaratı çözdü? başlıklı iğrenç bir yazı kaleme aldırıyordu. İddia makamındaki savcılar o sipariş metinleri iddianame eklerine koymadan adı geçen insanların o tarihlerde yurt içi ve yurt dışı seyahatlerini araştırsalar bu ahlaksızca kurgular başlamadan bitebilirdi. Lakin soruşturma gizliliğinin olduğu dönemlerde besleme basında bu haberlerin yer almasının amaçlarını ve kimler tarafından pişirilip sofraya sürüldüğünü bugün çok net bilmekteyiz. Tutuklandığım ilk yedi aylık dönemde Ergenekon operasyonu hiç telaffuz edilmiyordu. Ama tutukluluk sürecimi uzatmak toplum nezdinde küçük düşürülmem karalanmam adına her türlü gayrı ahlaki yollara başvuruluyordu. Malum medyada Muzaffer Tekin alman ajanı, uyuşturucu baronu iftiraları da sıkça tekrarlanıyordu. 12.09.2007 tarihinde Federal Kriminal Dairesi (BKA) İstanbul irtibat bürosu, Ankara KOM Daire Başkanlığına Muzaffer Tekin?in herhangi bir dönemde muhbir olarak görev almadığı, muhbir olmadığı anlaşılmıştır şeklinde faks mesajı geçiyordu. 1972 Palu doğumlu aynı isimli başka bir Muzaffer Tekin?in uyuşturucu kanununa muhalefet ettiği hakkında 2002 yılında tahkikat yürütüldüğünü, bahse konu tahkikat 2007 yılında Türkiye?de bir gazeteye konu edilecek kadar öneme sahip değildir bilgisine yer veriyordu. Bu çirkin karalamalar üzerine Sayın avukat Kemal Kerinçsiz?in açtığı esas 2007/27184 soruşturma no 2007/17123 ile bir şüpheli hakkında TCK?nın 267/1, 53/1 sevk maddesiyle cezalandırılması hakkında 5237 sayılı yasanın 53/1 maddesi uyarınca adli güvenlik tedbiri uygulanmasına, iddiası ile iddianame hazırlanmıştır. (12.12.2007) Böyle olmasına rağmen iddia makamı iftiranamesinin hemen hemen her sayfasında benim ile ilişkilendirmek istediği kişi hakkında uyuşturucu kaçakçısı olarak bilinen ifadesini ısrarla tekrarlamış, hukukçu kimliğini bir tarafa bırakarak duyum değil kendimce yorum yapmayı ihmal etmemiştir. Hukuk pozitif bir bilimdir. Duyumlara, dedikodulara dayandırılamaz! Israrla suç ve suçlu yaratmak ifadesini kullandığım iddia makamı 12.06.2008 gün ve 2007/1536 sayılı yazısı ve 18.06.2008 gün ve B.05,1.EGM.4.34.00.17.10.2008/2081-15948 sayılı yazı ile İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü?nden bilgi talebinde bulunuyordu. 24.06.2008 tarihinde sayı: B.05.I.EGM.0.09.05.03.IHB. 16909-164127-111510 cevabı yazıda; ?Daire başkanlığımızın arşiv kayıtlarının tetkiki neticesinde tanık beyanında ve görüşme içeriklerinde geçen, uyuşturucu ticaretine ilişkin Türkiye genelinde herhangi bir soruşturma veya adli işlem yapılmadığı Almanya yetkili makamları ile bu konuda irtibata geçilmediği anlaşılmıştır? diyordu. Haberin içeriğini doğruluğu önemli değil, çamur at izi kalsın, gündem oluşturalım. Bunun böyle olduğunu Osman Yıldırım?ın sorgusunda bizzat yaşadık. 12.11.2009 tarihli 122. Celse, sayfa 32 C.Savcısı Nihat Taşkın; Sizin Süleyman Esen?in avukatı Mehmet Ener?e cezaevindeyken Cumhuriyet gazetesine atılan al bombalarını Ataşehir de Muzaffer Tekin?den aldığınızı söylediğinizin basında yer alması üzerine gerekli izinler alınarak cezaevinde ifadeniz alındı. Veli Küçük?ün bombaları Alparslan Arslan?ın verdiğini söylesem mi ifadesi bakın nasıl evrim değiştirdi! Amaç içerik değil. Bunu bir kez daha vurgulamak istiyorum. Önemli olan tertibin gerçekleşmesi ha Ali ha Veli savcılar için hiç fark etmiyor. Onlar birinci sınıf Cumhuriyet savcılarıdır. Her söyledikleri doğru ve tartışılmazdır. Üstelik Ankara da savcı yoktur. Yargıç yoktur. Mahkeme yoktur. Üfürükten tayyarenin bu saçma sapan iftiralarını da zaten iftiralarına o yargıçlar itibar etmezler. Tekrar, Emniyet Genel Müdürlüğünden gönderilen bilgi yazısına dönecek olur isek orada tanık olarak geçen kişi yani alçakça iftiranın sahibi Talip Doğan Karlıbel adlı şahıstır. Savunmamda hiç tanımadığım bu soysuz için yalan üretme merkezlerine hizmet eden bir ajandır ifadesini kullandım. Bunların bizlerin aleyhine kullananlarında asıl Ergenekonlar olduğunu haykırdım. Bu tespitimde de hiç yanılmadığım bugün çok net ortada. Yine, Emniyet Genel Müdürlüğünün cevabi yazısında Federal Kriminal Daire (BKA) şu tespiti yapıyor; ?Kendisiyle 1997 yılına kadar çalışma yapıldığını ancak çalışma konularının ayrıntılarının açıklanmasına izin verilmediğini? bildiriyor. Menfur Danıştay saldırısı ve uyduruk Ergenekon operasyonunda başrol oyuncuları iddia makamının itibarlı iftiracılarının hepsinin istihbarat birimlerine angaje olmaları sizce tesadüfmüdür? Kesinlikle hayır zira bu operasyon küresel gücün, küresel sermaye emrindeki ajanlar ve yerli işbirlikçileri ile gerçekleştirmek istediği Türkiye Cumhuriyeti rejimine yönelik bir altın vuruş operasyonudur. Bunun için de tüm olanaklar seferber edilmiştir! 10 Kasım 2009 Salı günü Hürriyet gazetesinde çıkan bir haber dikkatimi çekmiştir. Albay Dursun Çiçek ?Hazırlamadığım bir plan ve atmadığım bir imzanın hesabının benden sorulmaya kalkılması hukuk sisteminin yüz karasıdır. Yargısız infaz için medya ve siyaset kullanıldığı ve adaletin ayaklar altına alındığı örnek benim durumum olmalı ve ders olarak okutulmalıdır? demektedir. Nürnberg mahkemelerinde sıra din adamlarına geldiğinde ?Baktık ki bizi savunacak kimse kalmamıştı? diyorlar. Albay Çiçek dört ayda yıpranmış, aşınmış. 3,5 yıldır Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklu bulunan insanların, ailelerinin, çevrelerinin neler yaşadığının farkında mıdır acaba? Hele hele Danıştay?a yapılmış olan menfur saldırı sürecinden bugüne kadar, bugün de çirkin tertipler ile mağdur edilen insanların yaşadıklarını kendi mağduriyetine kadar hiç düşündü mü? Yoksa o da buradaki masum insanları potansiyel suçlu olarak mı değerlendirdi? Tutuklanmış olduklarına göre, ateş olmayan yerden duman çıkmaz mı dedi? Bu ne benim, ne Sayın Sevgi Erenerol?un, ne Sayın Kemal Kerinçsiz?in, ne Sayın Veli Küçük?ün, ne Sayın Doğu Perinçek?in ve  ne de ismini sayamadığım tüm tutuklu ve tutuksuz sanıkların davası değildir! Dava Türkiye Cumhuriyeti?nin var olma davasıdır! Bu dava sonunda daha güvenli, çağdaş, ulusal bağımsızlığını perçinlemiş, yargısı, ordusu, üniversitelerinin kırılan onur tamir edilmiş, tüm kurumları geri kalmış, örümcekli zihniyetlerden arınmış olarak inşa edilecektir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın! Sayın başkanım, değerli üyeler; İddianamede savcılar örgüt üyesi veya örgüt yöneticisi olmam konusunda ikilemde kalmışlar. Nihayetinde de hiçbir yasal örgüt içerisinde yer almamış olmam kendilerini beni nereye koyacakları konusunda zorlamış olacak ki ?örgüt kurmak ve yönetmek? değil, ?örgüt yöneticisi? olmam konusunda karar kılmışlardır. Olmayan örgüt?ün yöneticisi nasıl olunuyor, onun da mantığını bir türlü çözemedim! Sayın başkanım, tahliye gerekçelerinde yanılmıyorsam, yatılan süre, suçun vasfının değişmesi, isnat edilen suç gibi kriterler baz alınıyor. Böyle olunca da gemi batarken en son kaptanlar terk eder mantığından hareketle örgüt yöneticilerinin de, her ne kadar hiç tutuklanmayanlar olsa da, üyelerinin serbest kalmadan, yattıkları süre ne olursa olsun serbest bırakılacaklarını düşünmüyorum. Aklıma hemen şu dörtlük geliyor;

Yemen yolu çamurdandır

Sefertası bakırdandır

Zenginimiz bedel öder

Askerimiz fakirdendir

Emekli de olsak, asker olmamızın bu operasyonda fazlasıyla bedelini ödedik, halende ödüyoruz. Feda olsun?

Bugün çok mutlu ve huzurluyum. Adalet limanına sığındığım günden bugüne kadar özgürce kendimi ifade etmeme olanak sağladınız. Öncelikle eşim, kızım, çevrem ve geçmişte ait olduğum kurumum için onur mücadelesi verdim. Adalet?in tecellisi gecikse de tarihe not olarak geçecek belgeler, tutanaklar Muzaffer Tekin?i menfur saldırılar ile hiçbir zaman özdeştiremeyeceği gibi, iddia makamının tüm iddialarının da ne kadar mesnetsiz olduğuna şahit olacaklardır. Başında Cumhuriyet sıfatı olan savcıların ne kadar politize olduklarını, hukukçu kimliklerini yürütmenin emrine verdiklerine, sanık aleyhine olan delil?leri yok etmek için nasıl çaba sarf ettiklerine mahkeme salonunda bulunan herkes tanık olmuştur. Belgeler ise tarihe tanıklık edeceklerdir! Önceki sunumlarımın birinde menfur Danıştay saldırısının gerçek azmettiricilerini söylem ve davranışları ile bilinmesine rağmen bir kez daha huzur da dile getirmiştim. Huylu huyundan vazgeçmiyor. Danıştay?ın katsayı kararından sonra, bu karar ideolojiktir diyenler anlaşılıyor ki geçmişte bu ülkeye yaşattıklarından da ders almamış. Gerçek azmettiriciler ellerini kollarını sallayarak dolaşırlarken, iftira atanlar, gizli tanık olanlar, tahliye veya tahliye istemleri ile taltif edilip, bu çirkin, ahlak dışı davranışlar özendirilip teşvik edilirken, onurlu insanların yaşadıkları mağduriyetler ve bunu görmezden gelen yargıçları anlamakta zorluk çekiyorum. Son olarak da; Menfur Danıştay saldırısı kene olsa bana yapışmaz, sayın heyet! Saygılarımla?

Muzaffer Tekin

29.12.2009

EK-9

1-   ŞAHSIM ALEYHİNE, TALİP DOĞAN KARLIBEL İSİMLİ, MÜFTERİYE  MASA BAŞINDA ÜRETTİRİLMİŞ SAHTE METİNLER:     2-   RESMİ YAZIŞMALAR İLE TALİP DOĞAN KARLIBEL’İN İFTİRALARININ ÇÜRÜTÜLMESİ:   Bilindiği üzere, Talip Doğan Karlıbel adlı müfteri Muzaffer Tekin hakkında çeşitli iddialar da bulunmuş ve bu iddialarını da  Alman devletinden elde ettiğini belirttiği sözde bir takım  resmi evraklarla ispatlamaya çalışmıştır. F tipi basın yayın organları da kapılarını ardına kadar bu şahıs’a açmış, yapmış oldukları programlarda hep birlikte haysiyet cellatlığına soyunarak Muzaffer Tekin aleyhinde  son derece ağır ithamlarda bulunmuşlardır. İddiaların sahibinin geçmişi ve söz konusu belgelerin doğruluğu araştırılmadan hadiseye mal bulmuş mağribi gibi atlayan misyon gazetecileri en ufak bir vicdani kaygı duymadan itibar infazlarını milyonlarca izleyici karşısında icra etmişlerdir. Defalarca yapmış olduğumuz başvurular neticesinde, 13.Ağır Ceza Mahkemesinin talebi doğrultusunda Almanya, Hannover Savcılığı Karlıbel’in ileri sürdüğü iddia ve belgelere yanıt vermiş ve henüz tarafımıza ulaşmıştır. Fazla sözü uzatmadan aşağıda Muzaffer Tekin’in mahkemede konu ile ilgili yaptığı konuşma ve söz konusu resmi belgeleri yayınlıyor, takdiri yüce Türk milletine bırakıyoruz.

13.Ağır Ceza Mahkeme Başkanlığına / Silivri

Sayın Başkanım, Değerli Üyeler; Duruşmaların başladığı ilk günden bu güne kadar, bana kimse gerçek bir hukuk devletinde, değil terörist muamelesi yapmak, bir gün bile özgürlüğümü elimden alamaz diye haykırıyorum. Ama ne yazık ki! 3,5 yılı bulan yargılama sürecinde de gözetime alınıp şüpheli yapıldığımız dönemlerde ki bir kısım siyasilerin, bir kısım bürokratların ve görevli medyada yazar çizer diye tanımlanan geçmişi ve bugünü karanlık kişilerin atf-ı cürümleri aynen devam etmiş, bu günlerde ise anlaşılmaz bir ivme kazanmıştır. Malum medya organlarındaki ibret tablosu şudur; Savunmalarımız göz ardı edilerek menfur Danıştay saldırısının nihai kararı verilmiş ve bizlerinde infazları yapılmıştır! O halde mahkemenizin işlevi nedir? Yaptığınız yargılama göstermelik ve bir anlam ifade etmiyor mu? Yoksa sizlerde medya operasyonları ile özgürlükleri ellerinden alınıp, iddianame formatında yazdırılan kitaplar ile önceden haklarında sevk maddeleri yazılıp iddianamelerde de bire bir bunlara sadık kalınarak haklarında yıllardır kuvvetli suç şüphesi yaratılan insanları bugünlerde aynı merkezlerden gelen mesajlar ile mi suçlu ilan edip infaz kararlarını vermek niyetinde misiniz? Değilse, artık bunlara hadlerini bildiriniz! Muzaffer Tekin gerçeğini beni tanıyanlar çok iyi biliyorlar. Hakkımda kuvvetli suç şüphesi oluşturmak adına görevlendirilenlerin gerçek kimliklerini de ben bu süreçte yaşayarak öğrendim. Asıl örgüt görevlilerinin bizler hakkında yapmış oldukları yoğun bilgi kirliliğinden ne yazık ki bazı hukuk adamlarının da yanılgı içerisine itildiklerini, algılarında peşinen suçlu profilleri yaratıldığını düşünüyorum. Savunma amaçlı sunum ve taleplerimde, kovuşturma süreci ve öncesi benim şeref ve onuruma ahlaksızca saldıranlara hiçbir hukuki yaptırım uygulanmadığı için ben bireysel mücadelemi veriyorum. Bu ajan provokatörler hakkındaki tespitlerimde hiç yanılmadığım bugün net olarak ortaya çıkmıştır! Kendi meslektaşları dahi bunların gazeteci olarak anılmalarından utandıklarını sıkça dile getirirlerken rant paylaşım savaşında birbirine düşen kiralık kalemler seviyesiz tartışmalarında muhbirlik ve ajanlık ithamları ile kendi ipliklerini pazara çıkarmışlardır! Namuslu, onurlu bir insanı ahlaksız ve iffetsiz olaylara malzeme yapamazsınız. Ama ar damarı çatlamış bir insanda onur, namus ve şeref gibi mevhumlar olmadığından onlar her türlü tertibin aracı olurlar. Hem de en kutsal değerler üzerine huzurda yemin ederler, gözünüzün içine baka baka yalan söylerler, iftira atarlar. Bundan da nebze olsun utanmazlar. Çünkü öyle bir duyguları kalmamıştır! Bunun örneklerini bu mahkeme huzurunda yaşadık. Son örneği de Talip Doğan Karlıbel?dir. Tanık ifadesinden sonra da kanal kanal dolaşarak atf-ı cürümlerini halen sürdürmektedir. Karlıbel?in yalancı, sahte evrak düzenleyicisi ve iftiracı olduğu iddianame hazırlanmadan yapılan resmi yazışmalar ile somutlaşmasına rağmen hakkında yasal işlem yapılmaması, bir nevi dokunulmazlık zırhına büründürülmesi cüretkarlığını arttırmaktadır. Yalan: Aldatmak amacıyla bilerek ve gerçeğe aykırı söylenen sözdür. İftira: Birine aslı olmayan bir suç yüklemedir. Hukuki yaptırımı olduğu gibi dinimizce de bir insan öldürmekten daha büyük vebali vardır. Talip Doğan Karlıbel kadar, onu pazarlayanlarında hem hukuki hem de vicdani sorumluluklarının çok büyük olduğunu hatırlatmak isterim. 2007 yılında Karlıbel?e yazdırılan paçavra kitap ile şahsıma iğrenç iftiralar attırıldı. Asıl örgütün medya ayağında ki ajan provokatörleri ise bunları gazete ve dergilerinde doğruluğunu araştırma gereği duymadan büyük bir şehvetle yayınladılar. Zaten araştırmacı bir yazar veya gazeteci böyle bir ahlaksızlığın tarafı olmaz! Talip Doğan Karlıbel?in 20 Ocak 2012 tarihli 210.celsedeki tanık sorgusunda, üye hakim Sedat Haşiloğlu Taraf ve Sabah gazetelerinde çıkan bu haberleri kendisine sorduğunda da utanmadan aynı iftiralarını yinelemiştir. Üye hakim Haşıloğlu?nun dava dosyasına vakıf olduğunu, konu ile ilgili yazışmalardan bu şahsın iftira attığını gayet iyi bildiğini, müfterinin atf-ı cürümlerinin bir kez daha tescil edilmesi adına sorgulama yaptığını düşünüyorum. Tertip heyeti Talip Doğan Karlıbel?e 2007 de yazdırdığı kitap ile şahsımı itibarsızlaştırmak istemiş, bir örgüt yöneticisine uygun son derece kirli bir profil çizmeyi amaçlamış, lakin Alman resmi makamlarından gelen belgeler oyunlarını bozmuştur! İnsan olma erdemini tadamayanların ahlaklı olmaları düşünülemez. Bunun içindir ki bu kez, sahte belgeler koltuğunun altına sıkıştırılan Talip Doğan Karlıbel  11 Mayıs 2008 günü İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığına gönderilerek, şahsım ve aynı davada yargılandığımız bir kısım insanlar karalanmak istenmiştir. Bu sahte belgeler iddianame hazırlanmadan basında, özellikle de ?Aktüel? isimli bir dergide ?Ergenekon?un Uyuşturucu Trafiğini Alman İstihbaratı Çözdü? başlığı ile yayınlanmış, içeriğinde kendi bulanık ve kirli geçmişlerine yakışacak iftiralar ile Muzaffer Tekin rencide edilmek istenmiş, iddianame eklerine konarak da bugüne kadar mahkemeniz meşgul edilmiştir. Bu davanın görülmeye başlandığı ilk günlerde Sn. Savcı M. Ali Pekgüzel; ?Biz, soruşturma gizliliğine dikkat ettik demişlerdi? O halde, bu sahte evraklar ile size gelebilme cesareti gösteren Karlıbel ve onun arkasındakileri araştırırsanız, bunları basına sızdıranlara da, asıl örgüt?e de ulaşırsınız. Benim, kendimden en küçük bir şüphem olmadığını sıkça ifade ediyorum. Mahkemenizin de Muzaffer Tekin hakkında en küçük bir şüphe duymaması adına ?İddia makamı, iddiasını ispat ile mükelleftir? kolaycılığına kaçmayarak, şahsım ile ilgili tüm iddiaların araştırılması için taleplerde bulunuyorum. Talip Doğan Karlıbel?in müfteri olduğunun tescil?i için mahkemeniz vasıtası ile hakkımdaki atf-ı cürümlerin araştırılması maksadı ile yetkili Alman makamlarına 04 Ocak 2012 tarihinde göndermiş olduğunuz yazınızın cevabının 07 Mart 2012 tarihinde mahkemenize ulaştığını öğrenmiş bulunuyorum. T.C. Adalet Bakanlığı, Almanya yetkili makamlarının göndermiş olduğu Almanca orijinal belgeler için ?Resmi olmayan tercüme? ibaresi ile şahsımı ilgilendiren hususta aşağıdaki bilgileri vermiştir; ?İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesi ek talebinde yalnız Yılmaz Tavukçuoğlu ve Muzaffer Tekin arasındaki telefon konuşma kayıtlarının ve diğer belgelerin gönderilmesini talep ettiği için, talep yetkili Niedersachsen Eyalet Adalet Dairesine gönderilmiştir. Talebin ve özellikle talebe ekli Niedersachsen Eyalet Kriminal Dairesinin 20 Kasım 2003 tarihli notunun incelenmesinde söz konusu notta bir ?Yanlışlık, tahrifat? olduğu tespit edilmiştir. Yapılan incelemenin diğer ayrıntıları konusunda Hannover Savcılığının 15.09.2011 tarihli rapor suretine bakılabilir. İstenilen evrak mevcut olmadığı için talep yerine getirilememiştir!… (Getirilememektedir) Sayın heyet; sizce bu açıklama yeterlimi bilmiyorum. Orijinal Almanca metinlerin tamamını tercüme ettirip inceleyebildiniz mi? Talip Doğan Karlıbel?in savcılık makamına sunduğu belgeler için ?yanlışlık?, ?tahrifat? ifadelerinin çok masum kalacağını düşündüğümden ve bu süreçte güven duygularım çok zedelendiğinden Noter yetkili, Yeminli Tercüme Bürosuna Almanya yetkili makamlarından gelen belgelerin Türkçe çevirisini yaptırttım. Netice beni yanıltmadı. Bunu şimdi dikkatinize sunuyorum; 1-Alman Federal Hukuk Müdürlüğünün, T.C. Büyükelçiliği Rungestr 9 10179 Berlin-Mitte adresine gönderdiği resmi yazı. 2- Hannover savcılığı (Yönetici Yüksek Savcılık) Aşağı Saksonya Adalet Bakanlığının, Federal Hukuk Bürosuna gönderdiği resmi yazı. 3-Aşağı Saksonya Eyalet Ağır Ceza Dairesinin Raporu. Arz ettiğim resmi belgelerden anlaşılacağı üzere, Alman İstihbaratı, Olmayan Bir Örgüt?ün Uyuşturucu Trafiğini Çözmek Gibi Bir Gafletin İçerisinde Olmamıştır! Fakat Almanya Adli Mercileri, maddi deliller ile asrın davası denilen lakin asrın en büyük komplosunun tanığı Talip Doğan Karlıbel?in, s…r ve müfteri olduğunu mahkemenize bildirmiştir. İddianamenin birçok yerinde bu sahtekârın tanık ifadesi ile beni karalamak yanılgısına düşen iddia makamı, bu iddialarını vicdani ve mesleki sorumlulukları gereği çekmek mecburiyetindedir. Sonuç ve Talebim Talip Doğan Karlıbel hakkında 214.celsede yapmış olduğum talebim bu resmi yazı ile karşılanmış, Sn. Savcı Mehmet Ali Pekgüzel?e sahte belge vermiş olduğu gibi huzurunuzda da iftira attığı tescil edilmiştir.

  • Yalan Tanıklık T.C.K. Md. 272
  • Yalan Yere Yemin Etme T.C.K. Md. 277
  • Resmi Belgede Sahtecilik T.C.K. Md. 204
  • Resmi Belgeyi Bozmak T.C.K. Md. 205
  • İftira T.C.K. Md. 276

Suçlarını işlediği resmi belgeler ile somutlaşan, Talip Doğan Karlıbel hakkında iddia makamı ve mahkemenizin gereğini yapmak, şahsi ve mesleki onurunuz olduğunu düşünüyorum. Bugün ben her zaman ifade ettiğim gibi, yalnızca doğruyu ve gerçeği söylediğimi ispat etmiş olmanın huzur ve onurunu yaşıyorum. Saygılarımla

Muzaffer Tekin

Ekler Ek-1  Almanya Federal Hukuk Müdürlüğünün resmi yazısı Ek-2  Aşağı Saksonya Adalet Bakanlığının resmi yazısı Ek-3  Aşağı Saksonya Eyalet Ağır Ceza Dairesinin raporu

28.05.2012 TARİHLİ 238.CELSEDE KONU İLE İLGİLİ YAPMIŞ OLDUĞU KONUŞMA VE TALEBİNİN METNİ

13.Ağır Ceza Mahkeme Başkanlığı?na / Silivri

Sayın Başkanım, Değerli üyeler; 19.yüzyıl Avrupasında düzmece haber yapmak ve suç yaymak, sahte belge düzenlemek, komplo kurmak, suç ve suçlu imal etmek, hayali düşmanlar yaratmak, Umberto ECO?nun ?Prag Mezarlığı? isimli romanında Simone SİMONİNİ adlı bir karakter ile özdeşleştirilmiştir. SİMONİNİ? nin uzmanlık alanı sahteciliktir. Menfaat karşılığı her türlü belgeyi düzenleyebilir. Gerçekte olmayan bir noter sözleşmesi, yazılmamış bir mektup, bir vasiyetname ya da bir itirafnameyi profesyonelce yazabilir! ?Birilerinin mahvına yol açabilecek bir belge yaratmak çok güzeldir. Sanat?ın gücü? der SİMONİNİ. Şeytani yeteneğiyle gizli servislere hizmet eden SİMONİNİ ?Hükümet ajanlarının kafasını fazla bilgiyle doldurmak gereksizdi. Onlar sadece siyah ve beyaz, iyi ve kötü gibi açık ve yalın fikirler isterlerdi ve kötü yalnızca bir tane olmalıydı? demektedir. Simone SİMONİNİ? nin en muhteşem eseri Yahudiler için kutsal kabul edilen Prag Mezarlığında yapılan ?Gizli Toplantı?dır. Yüzbaşı Dreyfus?un bir casus olarak tutuklanarak Şeytan adasına gönderilmesine neden olan meşhur mektubu da yine SİMONİNİ hazırlamıştır. Ona hiç dokunulmaz! Onun dokundukları ise ya hapislere atılır ya da öldürülürler. Çünkü o sistemin önemli bir aktörüdür! İçinde bulunduğumuz yüzyılın Simone SİMONİNİ? si de Talip Doğan KARLIBEL dir. Yalan söyler, sahte belge tanzim eder, iftira atar, tescilli a…n ve d…dırıcıdır! Hakkında açılan davalardan zaman aşımı v.b. nedenlerle bir şekilde sıyrılmasını bilir. SİMONİNİ, Yüzbaşı Dreyfus?un Şeytan adasına gönderilmesine sebep olmuştur. KARLIBEL ise E.Yzb. Muzaffer Tekin?in tutukluluğunun devam ettirilmesi için, iddia edilen örgüt liderine kirli bir profil yaratmak maksadıyla çete, mafya ve cemaat düzeninin en önemli aktörüdür. 27 Nisan 2012 tarih, 225.celsede kendisi hakkında, Alman yetkili adli mercilerden mahkemenize gelen resmi yazışmalar neticesi yasal işlem yapılmasını talep ettim. Ara kararınızda talebimin hükümle birlikte değerlendirileceğini ifade ettiniz. Ben ise 30 Nisan 2012 tarihinde Silivri C.Baş Savcılığına Talip Doğan KARLIBEL?e  ?Hakaret? suç şüphesi ile ifade verdim. Hakkımdaki soruşturmanın mahkemeniz suç duyurusu ile olmadığını belirtmek istiyorum. Simonini Karlıbel?e sorgusunda sarf ettiğim sözleri nesnel olarak desteklediğimi kabul ederek bu konuda adil davrandınız. Silivri C.Baş Savcılığının soruşturmayı res?en başlattığını ifade vermeye gittiğimde öğrendim. Kamu görevi yapan tanıkların ağızlarından çıkan her kelime son derece önem arz ettiğinden ve beyanları insan hayatı ile ilgili olduğundan, güvenilir olmaları şarttır. Ayrıca maddi gerçeğe ulaşabilmek için doğru ifade vermeleri gerektiği kendilerine hatırlatılır. Bunun için de ?Bildiğimi dosdoğru söyleyeceğime namusum ve vicdanım üzerine yemin ederim? diyerek tanıklıklarına başvurulur. Gerçek bir hukuk devletinde ve adil yargılamada Talip Doğan KARLIBEL bu duruşma salonunda tanık olmak yerine, sahte belge düzenlemek, iftira atmak, yürütülen bir soruşturmada iddia makamını yanlış yönlendirmek gibi fiillerden tutuklanırdı diye düşünüyorum. 19 Ocak 2012 tarih, 209.celse ve 20 Ocak 2012 tarih, 210. Celsede iki gün huzurda tanık olarak dinlenen Talip Doğan KARLIBEL, Muzaffer TEKİN?e yönelik iftiralarına devam etmiş, iddia makamına sunduğu sahte belgelerin inatla gerçek olduğunu savunmuş yalan beyanda bulunmuştur. Tanık ayrıcalığı ile saygınlığı korunurken, yalan söylerken de sanık haklarından yararlandırılmıştır. Sayın heyet; KARLIBEL hakkındaki kararınızın vicdani ve hukuki olmadığını düşünüyorum. Bu dokunulmazlık zırh?ı onun ahlaki ve vicdani olmayan söylem ve eylemlerini tetiklemektedir. Maddi deliller ile işlediği suç sabit olan KARLIBEL için bugüne kadar cezai müeyyide uygulanmaması adaletin geciktirilmesidir. Talebimi hüküm aşamasına taşımanız ise bunu katmerleştirecektir. Oysa geciken adaletin, adalet olmadığını en iyi bilen sizlersiniz. Bizlere de yaşatarak öğrettiniz! Talip Doğan KARLIBEL hakkında 225.celse, 27 Nisan 2012 tarihinde yapmış olduğum suç duyurumu bir kez daha yineliyorum. Savcı Mehmet Ali Pekgüzel?in bu hususta isteksiz olduğu netleşmiştir. Tanık kamu adına görev yapmaktadır ve savcı da kamu adına mütalaa da bulunmaktadır. Fakat mahkemelerin ?Türk Milleti? adına karar verdiğini bilebiliyorum. Şu ifade sanık avukatlarına ait değildir. İlk günlerde operasyonlara destek veren gazeteci Ali Bayramoğlu; ?Emniyet ve yargı içerisindeki özerk bir yapı kuşkulu deliller üreterek bu davanın yönünü tayin etmektedir? Ben sizlere asıl örgütün medyadaki çok önemli bir adamını ifşa ettim. Kuyruğundan yakalamadım, gövdesini teşhir ettim. İz sürdüğünüz takdirde Bayramoğlu?nun işaret ettiği özerk yapıyı dolayısı ile de asıl örgütü deşifre edebilirsiniz. Sayın heyet; şimdi sizlere, beni hayret ve teessüre iten bu davaların ilk gününden itibaren müşteki olduğumuz, hukuk adamlarının mesleklerine olan ilgisizliği, vurdumduymazlığı, en önemlisi de Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerini hafife aldıklarının çok önemli bir belgesini arz edeceğim. Medyada yer alan ?Polis fezlekesi iddianameye dönüşüyor?, ?Savcı değil, Savıcı? ifadelerinin de  hiçte haksız söylenmediği, maalesef bir takım hukuk adamlarının görev ve yetkilerini polise ihale ettiklerini arz edeceğim yazışmalar net olarak ortaya koymaktadır. Talip Doğan KARLIBEL?in atf-ı cürümleri henüz iddianame hazırlanmadan KOM DAİRE BAŞKANLIĞI?na, İstanbul Kriminal İrtibat Bürosu, Almanya 12.09.2007 Faks mesajı ve Emniyet Genel Müdürlüğünün İstanbul Özel Yetkili C.Baş Savcılığı?na 24.06.2008 tarihli ?Bilgilendirme Yazısı? ile tescil olunmasına rağmen, iddianamede, onun şahsım hakkındaki çirkin ithamlarını iddia makamı imzalı, polis derlemeli metinler halinde gördük. 209 ve 210. Celseler de ?Kamu tanığı? olarak dinlenen Talip Doğan KARLIBEL?in resmi yazışmaları yok sayarak, pişkin pişkin yalan ve iftiralarına devam etmesi üzerine, 27 Ocak 2012 tarih 214.celsede Alman Adli Mercilerinden araştırılmak üzere ayrıntılı bir talep metnini mahkemenize arz ederek, KARLIBEL?in gerçek yüzünün bir kez daha ortaya çıkmasını amaçladım. EK-3, EK-4, EK-5, EK-6 doğrudan, Alman Yetkili Adli Mercilerinden istenen hususları içermekle beraber, EK-7 deki talebim ise direkt iddia makamına sorulmak üzere mahkemenize arz edilmiştir. Mahkemeniz 17.02.2012 tarih ve 2012/116 Değişik İş Kararınızın (1-B-ff) No?lu ARA KARARINA, İst. Özel Yetkili C.Baş Savcılığının takip ettiği işlem ve yöntem, mahkemenize verdiği cevap trajikomik olduğu kadar, görevi savsatmaz insan aklı ile de adeta alay etmektedir. 11 Haziran 2008 tarihinde Savcı Mehmet Ali Pekgüzel?e tanık olarak ifade veren Talip Doğan KARLIBEL ?Ancak ben kesin olarak ibraz etmiş olduğum telefon görüşmelerinin Raci oğlu Muzaffer TEKİN tarafından yapıldığını kesin olarak biliyorum. Çünkü o tarihte Muzaffer TEKİN?in ismi geçtiğinde ?TÜRKİYE TEMSİLCİLİĞİ? aracılığı ile kendisi teyid edilmiştir. Yaklaşık 600 sayfa telefon dinleme tutanakları mevcuttur. O kayıtları da istediğiniz taktirde Federal Savcılıktan talep ederseniz, elde edebilirsiniz? demektedir. Ben 27 Ocak 2012 tarih 214.celse de mahkemeniz aracılığı ile, henüz iddianame mahkemeye sunulmadan savcılık makamı tarafından Talip Doğan KARLIBEL?in yukarıdaki ifadeleri araştırıldı mı, insan onuru ve hayatı ile ilgili böylesine önemli iddialar araştırılmadan iddianame eklerine nasıl konabilir düşüncem ile bu hususun netlik kazanmasını mahkemenizden talep ettim. İst. Özel Yetkili C.Baş Savcılığından savcı Cihan KANSIZ imzalı 25.04.2012 tarihli cevabi yazı, kendisinin görev ve yetkisinde olan konunun Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü?ne havale edildiğinin kanıtıdır. İlgili savcılığın ?Evet? veya ?Hayır? olarak vereceği cevap, Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü?nün basından topladığı magazinel haberler, iddianame eklerindeki dosyalardan elde edilen evraklar, hatta adıma faaliyet gösteren siteden elde edilen bilgiler ile mahkemenizin kayıtlarını, mükerrer ve maddi olgu taşımayan evrak çöplüğüne dönüştürmüştür. 18.04.2012 tarihli Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü?nün, Şube müdürü Ömer Köse imzalı, İst. C.Baş Savcılığına gönderdiği yazıda, ?Talip Doğan KARLIBEL? in beyanları ile ilgili olarak yapılan çalışmalarda 2008/968 Esas No?lu iddianamesinin Ek Klasörlerinde yer alan belgelerde ve açık kaynaklarda şahsın ifadeleri dayanak gösterilerek Muzaffer TEKİN?in Alman İstihbaratı adına muhbirlik yaptığıyla ilgili bilgi ve belgeler ile 11.02.2003 ve 19.11.2003 tarihine ait olduğu iddia edilen telefon görüşmelerinin olduğu görülmüş olup başkaca bir bilgi ve belgeye rastlanılmamıştır.? denilmektedir. Mahkemenizin kendisine sorduğu soruyu, Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü?ne havale eden savcı Cihan KANSIZ polis raporlarını aynen mahkemenize iletmiş fakat Talip Doğan KARLIBEL ?in atf-ı cürümlerini ortaya çıkaran resmi yazışmaların tamamını yok saymıştır. Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünün lehime olan resmi yazışmaları görmezden gelmesinin mantığını anlayabilirim. Lakin Cumhuriyet Savcısının bunu yapmaya hakkı yoktur! Bunu kasıtlı yapmadı ise bu davaya ne kadar yabancı olduğu ortaya çıkar ki bununda taktirini sizlere bırakıyorum! Şimdi mahkemenize TEM Şube Müdürlüğü?nün ve savcı Cihan KANSIZ?ın ?Başkaca bir yazışma ve evrak bulunmamaktadır? diyerek mahkemenize göndermekten imtina ettiği resmi belgeleri arz ediyorum. Zaten ilgili makamlar zamanında bu evrakları görebilselerdi(!) daha önce arz ettiğim gibi Talip Doğan KARLIBEL bu mahkeme huzuruna çıkarılmadan ?Sahtecilik? ve ?İftira? suçlarından tutuklanırdı. TEM Şube Müdürlüğü ile savcı Cihan KANSIZ?ın 13.Ağır Ceza Mahkemesinden gizlediği resmi yazışma evraklar; 1-     Federal Kriminal Dairesi (BKA) İstanbul İrtibat Bürosunun, Ankara KOM Daire Başkanlığı?na 12.09.2007 tarihinde göndermiş olduğu faks mesajı. 2-     İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü?nün İstanbul Cumhuriyet Baş Savcılığına 24.06.2008 tarih, Sayı: B.05.1.EGM.0.09.05.03 11113.16909-164127-111510, Konu: Bilgi Talebi Yazısı 3-     Berlin Büyükelçiliğinin T.C. Adalet Bakanlığı?na göndermiş olduğu, Tarih:08.02.2012 Sayı:164.10/511-91 (ERG) / 2012 / BERL / 964896 yazısı.     Saygılarımla

28 Mayıs 2012

Celse: 238

Muzaffer TEKİN

             

  3-  BASINDA YER ALAN KONU İLE İLGİLİ HABERLER:    

EK-10

ISRARLA, BİR CUMHURİYET SAVCISI BÖYLE BİR İDDİANAMEYE İMZA ATMAZ SÖZLERİMDE NE KADAR HAKLI OLDUĞUMUN DELİLİ: İDDİANAME SAYFA: 89 VE SAYFA 1046 DA YER ALAN “ŞUBE MÜDÜRLÜĞÜMÜZCE” İFADELERİ, İDDİANAMEYİ KİMLERİN HAZIRLADIĞI VE SAVCILARIN DA OKUMADIĞININ EN BELİRGİN ÖRNEĞİDİR!

EK-11

SİYASİLERİN, BAĞIMSIZ YARGIYA MÜDAHALELERİNDEN BİR KAÇ ÖRNEK:    

EK-12

SAVCILAR?IN ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİ VE KİŞİLİK HAKLARINA SAYGI GÖSTERMEDİKLERİ VE İHLALLERİNİN KANITLARI:   1-  Savcıların şahsına göndermiş olduğum mektuplar, soruşturma gizliliği olmasına rağmen tahrif edilerek basına servis edilmiştir. Buradaki amaç şahsımın basın yoluyla rencide edilmesidir. 2- Savcıların, kişilik haklarını ihlali mahkeme kararı ile tescil edilmiştir!

EK-13

TAKDİRMANESİ BİLE SAHTE! 1- Savcı, aslı bende olan takdirnameyi bir başka sanıktan ele geçirdiğini ileri sürerek bunun gerçek olup olmadığını araştırmıştır. Halbuki konu şahsımı direkt ilgilendirmesine rağmen bana bu konuda tek bir soru dahi sormamıştır. 2- Basında yer aldığı şekliyle Alay Komutanının ismi Halim KÖK olarak ifade edilmiştir. Gerçekte ise, takdirnameyi veren Alay Komutanının ismi Mahir KÖK? tür. 3- Bu konunun gerçek yüzünün ortaya çıkması için ilgili makamlara müracaatlarda bulundum. Benim böyle bir belge düzenlemeyeceğimi beni tanıyanlar bilir ve ihtiyacımda yoktur! Türk Silahlı Kuvvetlerinde her kul?a nasip olmayan en üstün nişan?a Teğmen rütbesinde hak kazanmış bir subay olmak şahsım için onurların en büyüğüdür!        

BİR CUMHURİYET SAVCISININ, SUÇLU YARATABİLMEK ADINA SANIĞA AİT İFADELERİ, NASIL TAHRİF ETTİĞİNİN VE  DEĞİŞTİRDİĞİNİN DELİLLERİDİR!

  1-) Muzaffer Tekin?in el bombaları ile ilgili Oktay Yıldırım?ı savunmaya yönelik olarak medyada, bombaların hurda olduğunu, çalışmadığını ve çöplükten Oktay Yıldırım tarafından toplanmış olabileceğini beyan etmesi üzerine; (İddianame sayfa:34, paragraf:2) Doğrusu: Posta gazetesinde çıkmış olan ilgili haber de yer alan fotoğrafta, Oktay Yıldırım?a ait olduğu iddia edilen el bombalarının fünyesiz, paslı ve kirli olduğunun görüldüğünü benimle röportaj yapan muhabir?e göstererek bu fotoğrafta görülen bombaların patlayıcı özelliğinin olamayacağını ifade ettim. Zira bir el bombasının içerisinde tahrip maddesi ve başlık kısmı yani fünye tertibatı yoksa yalnızca demir yığınından ibarettir! ?Türkiye Cumhuriyeti?nin geçirmekte olduğu bu zor dönemde, kurumların yıpratılmasına açık bir ortamda çöplükten bulduğu bu sayıda bombaya sahip olabileceğine, içtenlikle söylüyorum kesinlikle düşünmedim?? (İ.E.M. Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü 18.06.2007 tarihin de alınan ifadem, sayfa:5, paragraf:1) Sonuç: Savcı kendi yazdığı gerçek dışı beyan ile tutuklanmama gerekçe gösteriyor. Yazık, hemde çok yazık!   2-) Muzaffer Tekin?in ikamet ve iş yerinde yapılan aramalar sonucunda iş yerinde masanın üzerinde ?Devletin Yeniden Yapılanması İçin Öneriler (Master Plan Ön Çalışması)? İbareli kitap kapağı şeklinde dizayn edilmiş doküman bulunmuştur. (İddianame sayfa:34, paragraf:3) Doğrusu: ? ? Kuddusi Okkır?ın bana tetkik etmem için vermiş olduğu dökümanın içeriğidir; ancak ben bunları tetkik etmiş ve okumuş değilim?? (İ.E.M. Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü 18.06.2007 tarihin de alınan ifadem, sayfa:12, paragraf:6, satır:10) ? ? Kuddusi Okkır kendi çalışmam dediği ve işyerimde yapılan aramada bulunan kendi görüşlerini ihtiva eden Master Plan çalışması başlıklı yazıyı bana getirdi, incelememi istedi. Bende usulen baktım, çok önemli değerlendirmediğim için büromun bir köşesinde kalmış?? (Savcılıkta 19.06.2007 tarihinde verdiğim ifadem, sayfa:3, paragraf:3, satır:11-12-13-14


Sonuç: Savcı, söz konusu dökümanın, doğru olmamasına rağmen, masamın üzerinde bulunduğu iddiasını bilinçli olarak iddianameye sokmuştur! Bu suretle, içeriğinden bihaber olduğum bu çalışmayı, gündemde tuttuğum, insanlarla paylaştığım veya yaydığım amacına ulaşmak istemiştir.   3-) Muzaffer Tekin?in bilgisayarında ?Ergenekon-Lobi? dokümanının bulunduğu anlaşılmıştır. (İddianame sayfa:34, paragraf:3) Doğrusu: Bilgisayarımda ?Ergenekon-Lobi? dokümanı bulunduğu ifadesi maksatlı kullanılmıştır. ALO-İHBAR web sitesine giren herkes bu dokümana ulaşabilir. MİT 09.05.2008 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Savcılığına göndermiş olduğu yazıda ?Ergenekon-Lobi çalışmaları ile ilgili metnin 12.07.2006 tarihinde  ?Alo İhbar Org? adlı web sitesinde ?P.Kur.Yrb. *** imzalı ?Lobi başlıklı tasarı? konulu mektup ekinde ?Çok Gizli? resmi belgelerle ?Ergenekon ve Lobi?, ?Demokrasi ve Halk?a Karşı?, ?Sivil Kontra Hareketi? başlığı ile yayınladığı tespit edilmiştir. Ben anılan web sitesine girdim ?Lobi? dokümanını açtım, bir sayfa okumadan kapattım. Sonuç: İddia makamı beni örgüt yöneticisi yapmayı çok önceden planladığı için bu belgenin bende olduğu yönünde gerçek dışı iddia da bulunmuştur! İddianamenin birçok yerinde ?Ergenekon-Lobi? belgesinin bende olup olmadığına bir türlü karar verememiş, kendi içerisinde de çelişki yaşamıştır. Örnek; 34 sayfada bende Ergenekon-Lobi dokümanının olduğunu iddia ederken, 55.sayfa da bu dokümanın sadece Veli Küçük, Doğu Perinçek ve Tuncay Güney de ele geçirildiğini belirtmiş, 64. sayfa da ise sadece bende ?Lobi? dokümanı olduğunu ileri sürmüştür.   4-) Muzaffer Tekin?in Mehmet Fikri Karadağ?ı, Hüseyin Görüm, suç örgütü liderleri Sedat Peker, Semih Tufan Gülaltay ve uyuşturucu kaçakçısı olarak bilinen Ertuğrul Yılmaz ile tanıştırdığı tespit edilmiştir. (İddianame sayfa:89, paragraf:4, satır: 4-5-6) Doğrusu: Hüseyin Görüm, Emniyet Müdürlüğünde verdiği ifadesinde ki bu ifade, iddianame sayfa 2113, paragraf 4?te yer almaktadır. ?Mehmet Fikri Karadağ ve Muzaffer Tekin ile eski cezaevi arkadaşı olan İbrahim Cingi vasıtası ile tanıştığını? açıkça beyan etmiştir. Ayrıca savcı, Ertuğrul Yılmaz için ?uyuşturucu kaçakçısı olarak bilinen? ifadesini kullanarak hukuk adamı kimliğini bir tarafa itmiş ve insanları mış, muş, cek, cak larla karalama yoluna gitmiştir. Hâlbuki bu iddianameyi hazırlayan savcı içinde Çine savcısı iken çok ağır ithamlar ortaya atılmıştır. Doğru veya değildir, lakin bu tip karalamalardan hiç rahatsızlık duymamakta mıdır? İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğünün 24.06.2008 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Savcılığına yazmış olduğu cevabi yazıda; ?Daire Başkanlığımız arşiv kayıtlarında, tanık beyanında ve görüşme içeriklerinde geçen uyuşturucu ticaretine ilişkin, Türkiye genelinde herhangi bir soruşturma veya adli işlem yapılmadığı, Almanya yetkili adli makamlarıyla bu konuda irtibata geçilmediği anlaşılmıştır? ifadesi ile Ertuğrul Yılmaz?ı da aklamıştır. Sedat Peker ile Mehmet Fikri Karadağ?ı benim tanıştırmadığım, Mehmet Uysal isimli şahsın tanıştırdığı gerek Mehmet Fikri Karadağ, gerekse Sedat Peker?in savunmaları esnasındaki beyanlarında ortaya çıkmıştır. Sonuç: Savcı benim beşeri ilişkilerimi örgüt ilişkisine dönüştürebilmek için azami gayret sarfetmektedir. Sosyal yaşamda insan ilişkilerini sevgi, saygı ve menfaat olmadan birlikteliği anlayabilmek için tarikat kültüründen gelmemek bence yeterlidir. Biat geleneğinden gelenler bunu anlayamazlar. Ayrıca, Ertuğrul Yılmaz?ı hiçbir hukuki gerekçe göstermeden uyuşturucu kaçakçısı olarak bilinen şeklinde niteleyerek şahsımı küçük düşürmeyi amaçlamıştır. Burada küçük düşen kendisi ve maalesef Türk hukuk sistemidir. 5-) Danıştay olayından sonra intihara teşebbüs ettiğinde bizzat Mehmet Zekeriya Öztürk tarafından hastaneye götürülmüş ve aynı kişi tarafından olay basına duyurularak kamuoyu oluşturulmaya çalışılmıştır. (İddianame sayfa:100, paragraf:7) Doğrusu: Mehmet Zekeriya Öztürk?ün Danıştay olayından sonra 25.05.2006 tarihinde Ankara TEM şubede vermiş olduğu ifadesinin 10.sayfasında bu konu açıklanmıştır. Burada istenen amaç, şahsıma yapılmış olan komployu bozmak ve ortaya çıkarmaktır. Yazmış olduğum notlar, bu tertibi ortaya koymak ve intiharımdan kimsenin sorumlu tutulmaması içindir. Savcı, objektif bir bakış açısı ile olaylara bakmış olsa idi bu gerçeği görebilirdi. O notlar neden iddianameye konulmamıştır? Sonuç: Savcı, Danıştay saldırısından aklanmamı hazmedemeyen odaklar ile yeni bir Danıştay dosyası oluşturmak maksadıyla hukukçu kimliğini yürütmenin emrine vermiş ve ?Ben yazdım oldu? mantığı ile sorumsuzca aklına geleni kaleme almıştır.   6-) Alparslan Arslan?ın uzun yıllar Muzaffer Tekin?le tanıştığı, sıkı bir ilişki içerisinde olduğu, hatta bir dönem Muzaffer Tekin?in, uyuşturucu kaçakçısı olarak bilinen Ertuğrul Yılmaz ile ortak olarak factoring şirket işletirken bu şirketin avukatlığını Alparslan Arslan?ın yaptığı (İddianame sayfa:100, paragraf:9, satır:5,6,7) Doğrusu: Muzaffer Tekin?in uzun yıllar Alparslan Arslan ile tanıştığı ve sıkı bir ilişkide olduğu savcının kafasındaki kurgusunu gerçekleştirmek için belgesiz, delilsiz ve hatta lehime olan delilleri yok sayarak bilinçli olarak yaptığı bir dezenformasyon ve tahrifat?tır! Ben ilk günden itibaren Danıştay saldırısından geriye dönük Alparslan Arslan ile şahsen 1-1,5 yıl hiç görüşmediğimi beyan ettim. Son 6-7 ay içerisinde ise telefon ile özel bir günde (bayram ya da kandil) 1 kez kendisi tarafından arandığım telefon kayıtları ile tespit edilmiştir. Yine, Mehmet Zekeriya Öztürk Danıştay saldırısından sonra Ankara TEM şube de 25.05.2006 tarihinde vermiş olduğu ifadenin 8.sayfasında 1.paragrafta benim Alparslan Arslan ile 1-1,5 yıldır görüşmediğimi ifade etmiştir. Alparslan Arslan 21.05.2006 tarihli savcılık ifadesinde benimle yoğun bir samimiyeti olmadığını, yaklaşık 2 ya da 3 yıldır tanıştığını belirtmiştir. Ertuğrul Yılmaz ile hayatımın hiçbir döneminde ortaklık yapmadım! Sonuç: Savcı, yukarıda da belirtmiş olduğum gibi Danıştay davasını İstanbul?a taşımak için her türlü hukuksuzluğu yapmıştır. Özellikle de Ankara da ki ifadeleri red ederek görmemezlikten gelmiştir. 7-) Zafer (Kod) Muzaffer Tekin?in ?Zafer? kod adını kullandığı! (İddianame sayfa:111, paragraf:2, satır:19-20) Doğrusu: Bu tespit, maksatlı ve hayal mahsulüdur. Tüm ailem eşim, kızım, kardeşlerim, annem, babam ve yakın arkadaşlarım kendimi bildim bileli bana Zafer diye hitap etmişlerdir. Hatta nikah davetiyem de bile ismim Zafer olarak yazılmıştır. Sonuç: Savcı, hayali örgüt yaratabilmek için her yola başvurmuştur. Kod adı başlı başına örgüt üyeliğinin tescilidir. Lakin kod adları özellikle kimliklerin gizlenmesi amacına matuftur. Hem Muzaffer hem Zafer. Hangi gerekçe ile bu kanıya varıyorsun? Gerekçe yok, önyargı var! Ben mutlaka bir örgüt yaratacağım diyerek yaratamazsın! Savcılığımıza ihbar yoluyla gelen mektup ve ekindeki fotoğraflar da örgütün üyelerinin Türk Ortodoks Kilisesinde ayinlere katıldıkları, ilk kuruculuğunu Zafer (Kod) Muzaffer Tekin, Milli Irgat (Kod) soruşturma kapsamında ölen Kuddusi Okkır ve Taner Ünal?ın yaptıkları (İddianame sayfa:112, paragraf:2) Doğrusu: Ben VKGBH ni kurmadığım gibi organik olarak da bu dernek ile hiçbir bağım olmamıştır. 2,5-3 ay izledim ve tamamen bu hareket vasıtası ile tanıdığım Hüseyin Görüm ve İbrahim Özcan isimli şahıslarla olan ilişkimi sonlandırdım. VKGBH? nin bizzat kuruluşunda bulunduğum iddiası doğru değildir! Lakin iddianame sayfa 115 de bu yalan tekrarlanmaktadır. Halbuki iddianamenin 177.sayfasında ?Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi Derneğinin 15.11.2005 de kurulduğu, kurucularının emekli General Hasan Kundakçı, Taner Ünal, Levent Gürkan ve diğer şahısların olduğu derneğin genel başkanlığını Taner Ünal?ın yaptığını. Taner Ünal?ın Muzaffer Tekin ve Fikri Karadağ ile ilişki içerisinde olduğu, hatta bu derneğin kuruluşunda Muzaffer Tekin ve Fikri karadağ?ında bulunduğu, bazı mitinglerde talimatı Doğu Perinçek?ten aldığı, derneği Veli Küçük?ün talimatları ile kurduğu? Yukarıda yer alan ifadeler baştan aşağı çelişki ile doludur. Hukuki bir metin olmadığı ve hiçbir belge, bilgi, delile dayanmadığı apaçık ortadır! Sonuç: Savcı gerçekten sorumlu bir hukuk adamı gibi davransa idi, kaynağı şüpheli ihbar mektuplarına, gizli tanıklara itibar etmez belgeler üzerinden hareket ederdi. En basit olarak, ticaret sicil gazetesinden bu derneğin kurucularının kim olduğunu kolaylıkla belgeleyebilirdi. Fakat amaç üzüm yemek değil bağcıyı dövmektir. Savcı gerçekleri ortaya çıkarmak istemiyor ki. Önemli olan uydurulan sanal örgütle, siyasal iktidarın icraatlarını meşru kılmak. 9-) Soruşturma aşamasında ölen, şüpheli Kuddusi Okkır?ın da her iki derneğin kuruluş çalışmalarına (Zafer kod) Muzaffer Tekin ile birlikte katılıp örgütlenmelerine yardımcı olduğu (İddianame sayfa:113, paragraf:3, satır: 3-4-5) Doğrusu: Bahse konu her iki Kuvay-i Milliye derneği ile hiçbir ilişkim olmamıştır. Bekir Öztürk?ü Silivri de tanıdım. Fikri Karadağ ile VKGBH ?ni izlediğim dönemden sonra irtibatım kesilmiştir. Savcı çalakalem aklına geleni iddianameye koymuş. Bunları yazmak için hukukçu olmaya lüzum da bulunmamaktadır. Çünkü nasıl olsa kimse belge, bilgi, delil sormuyor. Ha, dizi senaryosu yaz, ha hayali terör örgütü iddianamesi! Üslupları arasında en ufak fark yok! Sonuç: Savcı, zorla suç ve suçlu yaratma gayretlerine hiçbir hukuki mesnedi olmadan devam ediyor. Bu kurgu ile de her iki Kuvay-i Milliye derneğini olmayan hayali örgüt ile irtibatlandırıyor. 10-) Şüpheli Muzaffer Tekin ifadesinde özetle; ?- VKGBH?den ayrılan arkadaşlarının yeni bir oluşum meydana getirerek kendisinin lider olmasını teklif ettiklerini, bu amaçla Hüseyin Görüm, İbrahim Özcan, Kuddusi Okkır ve bir çok kişi ile tanışıp birlikte Türkiyenin çeşitli yerlerine gittiklerini, VKGBH başkanının Taner Ünal olduğunu?? (İddianame sayfa:183, paragraf:10) Doğrusu: ? Kendim şahsen hiçbir siyasi parti ve sivil toplum oluşumu içinde yer almadım. Ancak VKGBH ile ilgilenmemden sonra benim ayrılmam üzerine benimle birlikte ayrılan arkadaşlarım zaman zaman bana yeni bir legal oluşum meydana getirip  bununda liderliğini benim yapmam gerektiğini ifade etmişlerdir. (Özellikle Zekeriya Öztürk bu konuda son derece ısrarlı davranmıştır) O dönem de birçok insanla tanıştım, Kuddusi Okkır, Hüseyin Görüm ve İbrahim Özcan ile de bu süreçte tanıştım. (19.06.2007 tarihli savcılık ifadem sayfa:3, paragraf:3) Hani yukarıda ki insanlarla Türkiyenin çeşitli yerlerine gittiğim ifadesi. İddianame değil, yalanname! Sonuç: Burada da savcı bırakın hukuki, hiçbir ahlaki ve vicdani normlara da uymuyor. O ilave gerçek dışı metin ile güya benim Türkiye genelinde örgütsel faaliyetlerde bulunduğum imajını vermek istiyor. 11-) Veli Küçük, Doğu Perinçek, Erkut Ersoy, Muzaffer Tekin ve Oktay Yıldırım dan ele geçirilen Lobi Çok Gizli Aralık 1999/İstanbul İçindekiler başlıklı doküman (İddianame sayfa:219, paragraf:6) Doğrusu: Bahse konu dökümandan bir tek sayfa önüme koysunlar, yok! Bir savcı bu kadar taraflı ve önyargılı olamaz! Sonuç: ?Lobi? belgesinin bende olduğu yönündeki gerçek dışı iddianın, ısrarla işlenmesinin tek sebebi, benim örgütsel bağım olduğu ve örgüt yöneticisi konumuna oturtulmam içindir. İnsan hayatı, ancak bu kadar hafife alınabilir. Türk adaleti adına böyle bir savcının bu kadar önemli bir görevde olmasından son derece rahatsızlık duyuyorum! 12-) Yapılan soruşturma çerçevesinde Ergenekon Terör Örgütü yöneticilerinden Veli Küçük, Muzaffer Tekin, Mehmet Zekeriya Öztürk ve Mehmet Fikri Karadağ?ın bir çok çıkar amaçlı suç örgütü ile ilişki içerisinde oldukları tespit edilmiştir. (İddianame sayfa:236, son paragraf, sayfa 237, ilk paragraf) Doğrusu: Savcı, hangi çıkar amaçlı suç örgütü ile ilişkim olduğunu belgelendirsin! Sedat Peker ile olan tanışıklığımı ve sınırlı beşeri ilişkimi kast ediyor ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan?ında Sedat Peker?in yakın dostu olduğunu biliyor mu? Ayrıca Mehmet Zekeriya Öztürk?ü rütbe tenzili ile örgüt yöneticiliğinden örgüt üyeliğine neden indirmiştir? İzah edebilirmi? Ergenekon şeması gibi değişen şart ve durumlara göre savcının da görevlendirmesi değişmektedir. Nasıl olsa arkasında Türkiye Başsavcısı var!? Keyfilikte sınır tanınmıyor! Sonuç: Yukarıdaki metin bile bu iddianamenin gayriciddiliğinin en büyük delilidir. 13-) Semih Tufan Gülaltay?ın Akın Birdal?ın yaralanması olayı ile ilgili tutuklu bulunduğu dönemde, Muzaffer Tekin?in bizzat kendisi ve ailesi ile ilgilendiği ve her türlü desteği sağladığı bilinmektedir. (İddianame sayfa:238, paragraf:9) Doğrusu: Savcının iddanamenin genelinde yapmış olduğu çarpıtma ve dezenformasyonlarının bir örneği de yukarıda ki metindir. Semih Tufan Gülaltay?ın o dönemde ailesini tanımıyordum. Bu tespitin gerekçesi nedir? Tek bir kez Kastamonu cezaevine aynı hadiseden tutuklu bulunan sınıf arkadaşım E.Bnb.Namık Zihni Ozansoy?u ziyaret için gittim. Sonuç: Savcı hayali örgütü kurabilmek adına elindeki uyduruk şemayı doldurmak istemektedir. Maalesef, hesap soracak kimse olmadığı için, suçlamanın da sınırı bulunmamaktadır! 14-) Bu doküman (Lobi) şüpheliler Muzaffer Tekin, Sevgi Erenerol, Oktay Yıldırım, Erkut Ersoy, Doğu Perinçek, Ümit Oğuztan? dan ele geçirilmiştir. (İddianame sayfa:344,paragraf:3) Doğrusu: Savcı iddianame sayfa 219?da bu dökümanın Veli Küçük, Doğu Perinçek, Erkut Ersoy, Muzaffer Tekin ve Oktay Yıldırım?dan ele geçildiğini iddia ediyordu. Bu sayfa da Veli Küçük?ten vaz geçmiş olup Sevgi Erenerol ve Ümit Oğuztan?ı ilave etmiştir. Bir karar verebilse, hangisi doğru!.. Sonuç: Sık sık mesnetsiz tekrarlar ile beyinlere bu insanların örgütsel bağ içerisinde oldukları fikrini sokmak. 15-) Ayrıca Oktay Yıldırım?ın manavda olduğu bir gün yazılı ve görsel basında ismini Zafer (kod isimli) Muzaffer Tekin olarak öğrendiği şahsın siyah bir Mercedes otomobil ile Mehmet dayısının manavına gelip önünde durduğunu, ancak bu araçtan kimse aşağıya inmeden aracın yoluna devam ettiğini.. (İddianame sayfa:424, paragraf:4) Doğrusu: Ali Yiğit kolluk ifadesinde benim arabanın arkasında oturduğumu beyan etmişti. Bir çok telefon görüşmem ve mektuplarımda bunun yalan ve düzmece olduğunu belirtirken, hayatımda arabanın arkasında oturma alışkanlığım hiç olmadı demiştim. Herhalde bunun içindir ki ifade kes yapıştır yöntemi ile yeniden düzenlenmiş. Sonuç: Savcı soruşturma gizliliği ve kısıtlama kararını maalesef şüpheliler aleyhine istediği gibi kullanmış, bundan istifade ile her türlü usulsüzlüğü yapmıştır. 16-) Zafer (kod isimli) Muzaffer Tekin?in Çavuşbaşındaki evinde arama olmuş, evde gizli zulalarda silahlar varmış, ancak aramalarda bulamamışlar. (İddianame sayfa:425, paragraf: 6, satır:4-5-6) Doğrusu: Benim Çavuşbaşın da bir m2 arazim olmadığını savcı çok iyi bilmektedir. Elindeki yetki ile devlet imkanlarını sonsuz kullanan savcı tapu dairesinden de bunu kolayca belgelendirebilir. Fakat bunu yapmıyor. Niçin? Mehmet Demirtaş?ın Ali Yiğit?e böyle bir şey söylemediğini çok iyi bilmesine rağmen, olmayan örgütü yaratabilmek, toplumun zihnini bulandırmak ve bizleri şaibeli duruma sokmak için ayrıca da medya?ya malzeme sunmak adına bu çirkin tertibin tarafı oluyor. Sonuç: Savcı bilerek ve isteyerek bu yalanlara itibar etmiştir. Amaç masum insanları karalamaktır. Amaç siyasi iktidarın icraatlarını perdelemektir. Amaç Türk halkını cambaz?a baktırmaktır! 17-) Cumhuriyet gazetesine atılan bombanın kafile numarasının Ümraniye ilçesinde ele geçenler ile aynı olması. (İddianame sayfa:445, paragraf: 3) Doğrusu: Ümraniye de ele geçirilen el bombalarının kafile numarası: M 204 A2 KF-MKE-169-5-85 Cumhuriyet gazetesine atılan el bombalarının kafile numarası: M 204 A2 KF-MKE-173-9-85 Sonuç: Savcı burada, doğru olmayan ifadeler ile insanları karalamak istemiştir! Gerçekdışı bu iddia ile masum insanları Cumhuriyet gazetesi bombalanması ve Danıştay saldırısı ile irtibatlandırmıştır!  Yandaş medya ya bolca malzeme vermiştir.. 18-) Türkiyenin bu kadar önemli dönemeçlerden geçtiği zor dönemlerde  ve kurumların yıpratılmasına açık bir ortamda çöplükten bulduğu bu sayıda bombaya sahip olabileceğini içtenlikle söylediğini, kesinlikle düşünmediğini (iddianame sayfa:545, paragraf: 2, satır: 14-15-16) Doğrusu: Türkiyenin bu kadar önemli dönemeçlerden geçtiği zor dönemlerde ve kurumların yıpratılmasına açık bir ortamda, çöplükten bulduğu bu sayıda bombaya sahip olabileceğini içtenlikle söylüyorum, kesinlikle düşünmedim. (İstanbul TEM şubedeki ifadem, sayfa:5, satır: 12-13-14) ?İçtenlikle söylüyorum? ifadem, iddianamede içtenlikle söylediğini şeklinde vicdansızca değiştirilerek, ifademin bütünündeki anlam değiştirilmek istenmiştir. Bu da Muzaffer Tekin, Oktay Yıldırım bombaları çöplükten buldu şeklinde ifade edilmiştir. Sonuç: Savcı iddianamenin bir çok yerinde olduğu gibi, kelimeler ile oynayarak ifadelere başka anlamlar yükleme gayreti içerisinde olmuştur. Bir Cumhuriyet savcısının art niyetli bu tutumu ve görevini kötüye kullanımı Cumhuriyet tarihinde belki de görülmeyen bir durumdur. 19-) Tuzla Piyade Okul Komutanı olan M.Zekeriya Öztürk isimli paşanın Zafer (kod) Muzaffer Tekin?e ödül veya plaket verirken çekilmiş resimlerinin postayla savcılığımıza gönderildiği. (İddianame sayfa:575, paragraf: 5, satır: 9-10-11) Doğrusu: Bahse konu fotoğraflar masamın üzerindeki ajandamın içerisinde idi. Savcı yine yalan söylüyor! İddia ettiği gibi nereden postalanmış ise zarfını ve gönderenin en azından bir beyanı vardır onu ibraz etsin! Yoksa buda mı kimliği meçhul bir şahıs? Ayrıca askerler için Cumhuriyet tarihinde paşa gibi sıfatlar kullanılmamaktadır. Bunu kaleme alanın askere bakışı ve fikrini bu ifade yeterince anlatmaktadır. Sonuç: Silahlı Kuvvetler personelini uyduruk Ergenekon örgütü ile ilişkilendirmek için savcı bir nezaket ziyaretinde çekilmiş olan fotoğraf ve o günün anısına verilen hediyeyi plaket ve ödül olarak yorumlamıştır. Bu bilinçli olarak yapılan bir çarpıtmadır. Bu fotoğrafı yandaş medya da servis etmeyi ihmal etmemiş, şerefli bir generali bu operasyonda kirletmeye çalışmıştır. Çok üzücüdür! 20-) Yurtdışına 3-4 defa gittiğini beyan etmiş Zafer (kod) Muzaffer Tekin?in yurtdışı giriş çıkış kayıtları incelendiğinde 9 defa yurtdışına çıktığı, 9 defa da muhtelif tarihlerde girdiği anlaşılmıştır. (İddianame sayfa:575, paragraf:6, Satır:3-4-5-6) Doğrusu: 1999 tarihinde Fas?a gidiş-dönüş. 2001 tarihinde Almanya?ya gidiş-dönüş. 2002 tarihinde Fas?a gidiş-Almanya üzerinden dönüş. Görüldüğü üzere toplam 3 yurtdışı çıkış ve girişi 1994-2004-2005-2006 yıllarında ise KKTC? ye gidiş ve dönüş. Bu seyahatler nüfus kağıdı ile yapıldığından yurtdışı seyahati olarak arz etmedim. Fakat ben tutuklu iken bile ABD dahil, yurtdışı ve yurtiçi seyahat yaptığım iddiasını iddianame eklerine koyan savcı  yalan söylediğimi ima etmiştir. Menfur Danıştay saldırısı ile bir kez daha beni irtibatlandırmak isteyenlere ve savcıların Osmancığına aşağıdaki ifadeler ile cevap vermek istiyorum. 17 Mayıs 2009 günü, Danıştay?a yapılan alçakça saldırının üçüncü yıl dönümünde, yargı şehidimiz merhum yargıç Mustafa Yücel Özbilgin?i anma toplantısında, Danıştay 5. Daire Başkanı Yargıç Sn. Salih ER?in yapmış olduğu konuşma, ilk günden itibaren bu davayı amacından saptırmak isteyen siyasilere ve yandaş medya?ya öyle bir ders?tir ki, bunu anlamamak için art niyetli olmak gerekmektedir. Nitekim o gün, yandaş medyanın bu anma toplantısına bir cümle yer vermemiş olması ne kadar utanmaz olduklarının göstergesidir! Sn. Yargıç Salih ER diyor ki; ?Türkiye de türban sorunu yok iken, bu konuyu kaşıya kaşıya günümüze taşıyanlar, bu saldırı karşısında bugün de düşünmelidirler.          Yargı mensupları yerine ulemayı koyanlar, onlara danışarak hareket edenler, bulunduğu makamın ağırlığını, sorumluluğunu duymaktan uzak olanlar bugün yeniden düşünmelidirler!          Toplumda sarsılan, siyasi emeller doğrultusunda korku salınarak yönlendirilmek, eritilmek istenen adalet duygusunun, mutlak yerini alacağına inanıyorum…?   Yargı camiasının içinde ve en üst mevkilerinde görev yapan Sn. Salih Er gerçek azmettiricilerin yüzlerine haykırıyor. Ben de canhıraş aynı şeyleri dile getiriyorum. Yüce mahkemeniz de, bu gerçeğe en kısa zamanda ulaşacaktır! Ondan da hiçbir endişem bulunmamaktadır! Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesinin birleştirilme kararının görüşüldüğü son celse de Osman Yıldırım?ın iddia makamındaki savcılara methiyeler düzmesi manidardır! İddia makamı Osman Yıldırım?ın iltifatlarına mazhar olma talihsizliği yaşayacağına, keşke burada sanık sandalyesinde onur mücadelesi veren insanların takdirlerine mazhar olabilse idi! Saygılarımla arz ederim                                                                                                                                                                    Muzaffer TEKİN

Share
  1. Henüz hiç yorum yok.
(yayınlanmayacak)